Kültür Bakanlığı yayınları (No: 1132, 1990 yılı) içinde çıkan Yüzbaşı Frederick William Von Herbert'in Plevne Müdafaası adlı 400 sayfalık kitabını iki günde okudum. Bu günlerde Türk kimliğinin tartışmaya açıldığı bir dönemde İngiliz yüzbaşının (o zaman teğmen) kendini Türk sayması ibret vericidir. Yüzbaşı Herbert; Rus Çarı 250 bin kişilik ordusuyla Tuna'yı geçti. 40 bin yiğitle Balkan Dağlarını savunan Türk siperleri önünde mıhlanınca, "Bize yardıma gelin fakat koşarak gelin. Türkler bizi imha ediyorlar. Hristiyanlık davası bitiyor!" dediğini anlatıyor.  

Özellikle yabancı bir yazarın, bugünde ibret alacağımız ve milli meselelerimizi nasıl çözeceğimiz noktasında bize ışık tutacak değerlendirmelerini nakletmek tarihi bir görevdir. Bunları aynen yazarın ifadeleriyle nakledeceğiz.  

"Osmanlı askerinin elbiseleri iyi, sade, yakışır, pratik, kullanışlı ve ucuzdu... Fakat bu elbiselerle ilgili yüksek makamların inatla görmezlikten geldikleri önemli bir sakınca vardı. Bu kıyafet halkın milli gelenek ve gururunu rencide ediyordu, çünkü Türk değildi."  

"Türklerde Avrupalılarca bilinmeyen iki rütbe vardı. Her taburda bir kâtip, her bölükte onbaşı rütbesinde bölük emini". Bunu yazar ifade ederken Türklerin adalete ve hakkaniyete ne kadar bağlı olduğunu, kişinin özlük haklarının ne kadar titizlikle korunduğunu ifade etmektedir.  

"Her tugayın üç ila beş imamı bulunurdu. Nerede lüzum olursa orada görev yaparlardı. Bu adaların çoğu cesur, metanet ve saygıdeğer kişilerdi."  

"Subayların maaşlarının muntazam ödenmemesi bile sabır ve nezaketle karşılanmıştır." ... Bu durum subayların morallerini ve çalışma şevkini asla kırmamıştır."  

"Türk ordusu barış zamanındaki kötü şartlarına rağmen savaşta derhal harp durumuna giren tek ordudur."  

"Bir han sahibinin gayreti ve oranın ileri gelen vatandaşlarının vatanseverlik duyguları sayesinde intikal eden askere yemek verdiler."  

"Herkes, bizim binbaşının ve onun kumandasındaki birliklerin Vidin'e gidişine gıpta ile bakıyordu."  

"Önceleri çavuşun yardımı ile ayakkabıları ve ayakları teftiş ettim. Onları giyinmekten başka bir bilgim yoktu; fakat zaruretler teorik eğitimden daha iyi öğretiyor..."  

"Para olmadığından halktan veresiye aldığımız şeylere karşı Osmanlı Hükümeti adına vereceğimiz senetlere güvenilmiyordu."  

Yürüyüş kollarına "Yahudiler hep bir şeyler satmak için didinip duruyorlardı. Durmadan gevezelik edip bizi ikna etmeye çalışıyorlardı. Türkler ise bedava ekmek ve sigara dağıtıyordu. Kuzeye gittikçe Hristiyan nüfus artıyor onların hain bakışları, içten sövüp saymaları belli oluyordu..."  

Aslen Yahudi dönmesi olan "Muhammet Hüseyin Bey" bana şu tavsiyede bulundu; 'Amirlerine dalkavukluk yaparak, şerefi, mertliği, gurur ve vakarı bir tarafa bırakarak yükselmeye bakmamı ve ne zaman fırsat bulursam o zaman parayı ele geçirmem hususunda gayret et' dedi."  

"Napolyon 'Savaş ayaklarla kazanılır, çorapsız ayak hiç bir işe yaramaz' demişti. Sık sık ayak kontrolü yapıyordum."  

"Padişah gavurlara karşı kutsal harp 'cihat' ilân etti. Türk askerinin dini fanatizmi daha az şahlanır, halbuki onun milliyetçiliği genel kanaatin tersine daha büyük bir şahlanış gösterir.  

"Türkler Allah Allah diye saldırır. Hristiyanlar Hurrah diye"  

"Türklerin beni etkileyen özelliği annelerine olan büyük sevgileridir. Bu Türklerin karekteristik özelliğidir."  

Gene yazarın Mustafa Bakkal adli bir bölük başçavuşundan söz eden şu ifadeleri bugün içinde çok önemlidir;  

"Bir delikanlı iken orduya girmiş, 1853-1854'de Silistre'nin içinde ve civarında çarpışmış, 1855'de Sivastopol önlerinde, 1862'de Karadağ'da, 1866'dan 1868'e kadar Girit'de, 1876'da Basra ve Sırbistan'da savaşmıştı. Barış zamanlarında da Kafkaslar'da Mezopotamya'da Suriye ve Arabistan'da görev yapmıştı. Türkçe ve Arapçayı okuyup yazabiliyor, Bulgarcayı yarım dizine Kafkas dilini konuşabiliyordu. Bildiği herşeyi kendi kendine öğrenmişti. Güzel yemek pişirir, bir terzi gibi elbise dikebilir, becerikli bir ayakkabı tamircisi, at nalcısı, orta halli bir Türk askeri doktorundan daha iyi yara sarar, kırık çıkığı bağlar, davul ve borazan çalar, Taburun en iyi nişancısıydı, istihkâm inşaatlarında eğitim görmüş mühendislerin onun yanında adı geçmezdi. Osmanlı coğrafyasında her yeri gezmiş, görmüş, her köyü, her dağı, her tarlayı, her hanı tanımıştı. Nöbetçiler dikebilir, çadır kurabilir, hücum mangaları çıkarabilir, takımın ve bölüğün muharebe düzenlerini aldırabilir. Bunun yanında saygılı, nazik ve ağırbaşlı idi. Prensibine uygun olduğundan asla gülmezdi. 'Erkek adam hiç gülmez' derdi.  

Muharebelerde soğuk kanlı ve cesurdu. İtidalini asla kaybetmez, hiddetlenmezdi. Birşeye hemen çare bulması akıl almaz bir işti. Her güçlüğün altından kalkar, her kötü şeye deva bulurdu, her çıkmazı giderici, her engeli kaldırıcı tedbirleri alırdı ve her umulmadık durumda, kaynak olarak kullanabileceği tecrübeleri vardı. Bu hususta onun hayret verici hafızası asla yanılmaz bir yardımcıydı. Tederikin korkunç derecede güç olduğu bazı zamanlarda onun gösterdiği beceriklilik hayret vericiydi. Erlere karşı nazikti fakat herhangi bir kusura, kabahate veya disiplinin gevşemesine müsaade etmezdi. Doğruluğu, dürüstlüğü ve adil kişiliği saygı uyandırırdı. Hasta ve zayıflara karşı çok müşfikti..."  

Tabi Herbert'in bahsettiği bu ulvi kişilerin yanında kötü örnek olanlarda yok değildi. "Taburun yaşlı başçavuşu karşılaştığım tembel, obur, bencil, sahtekâr ve aşağılık bir kaç askere en kötü örnek teşkil ettiği için burada bahsetmeye gerek gördüm."  

"Moltke'nin 'Türkler, başkalarının bırakıp kaçtıkları yerde savunmaya başlarlar' gözlemini doğrulayan çetin, yılmaz ve mukavemeti kırılmaz askerlerdir."  

"Gazi Osman Paşa ağırbaşlı olup, fazla konuşmazdı. Konuşması ve tavırları haşin, bakışları ve sözleriyle daha çok mağrurdu."  

"Karanlık bastıktan sonra yanan ateşlerin başında, subayların da katıldıkları ezberden okumalar, her zaman zevkle yaptığımız en sevilen eğlenceydi, zira askerlerin içinde etkileyici kabiliyeti olanlar vardı ve 'ahenkli Türk dili'nin kendisi müzikti ve flataya, fülüte hiç gerek yoktu. Böyle bir topluluk etkileyici ve romantik bir manzara arzediyordu.  

Türk askeri eğlenirken Alman ve Fransız askeri gibi gürültü ve patırdı çıkarmaz, onlar ağırbaşlı, küçük ve basit şeylerden haz duyarlar."  

"Gıda maddesi tedariki iyi olmazsa da yağma ve talan kesinlikle yasaktı. Aç kalan askerler nadiren yapıyordu."  

"Müşirin terfi ettirme ve rütbe sökme yetkisi vardı. Hiç kimsenin rütbesinin indirildiğini görmedim."  

"Firar, itaatsizlik, ihanet, nöbet görevini terk ve korkaklık gibi suçlar için ölüm cezası veriliyordu. Firara kalkışan bir er Bolgava'da yakalandı, ertesi sabah kurşuna dizildi. Daha sonra muharebe alanında yağmacılarda aynı şekilde cezalandırıldı."  

"İntikal esnasında öncü birlikler geçtikleri yerlerde yiyecek hiçbirşey bırakmadıklarından arkadan gelen birlikler çok kötü duruma düşüyordu. Yol boyunca Türk ahalli çok merhametli ve yardıma hazırdı."  

"Düşman hızla yaklaşıyor, dürbünden izliyorum, dürbünü bırakıp kılıcımı sıkıca kavradım: Ne faydasız silah!"  

"Zaferin sevinci yenilginin ümitsizliği gibi bulaşıcıdır."  

"Bizim birliklerimiz muharebe sahasında 1000 Rus-900 Türk gömdü. Ayrıca yaralı 300 Rus esirimiz vardı."  

Amerikan faşizminin Irak'ta yaptığına bakınca kudurganlığın hangi boyutlara vardığı ortaya çıkmaktadır.  

Gazi Osman Paşa mevzilerini savunmayan birliklere haber gönderdi; "Yerlerini tutmazlarsa geriden top ateşine tutacağım. Bu tehdit istenen etkiyi gösterdi."  

"Bölük Komutanı mülazım (tğm) Hardar alnından vurularak şehit oldu. Komutayı alan yeni teğmen 'bölük ve diğerleri, benim kumandamdasınız' dedi."  

Tabur Komutanı Talat Paşa kılıcı çekti düşmanı işaret ederek şu emri verdi: "Tabur hücum!"  

"Yaralıların inleyerek ahh ahh su su diye haykırışları yok mu?"  

"İkinci Plevne Muharebesinde Kuropatkin Rus Ordusu'nun çekilişini şöyle değerlendirdi: 'Bir intizamsız ricat'.  

"Türk askerinin yaralıları öldürdüklerine dair şaiyalar uydurmadır. Türklerin yaralılara ve esirlere kötü muamele yaptıklarına dair sözler yalandır."  

"Romanya'nın yardımını red eden mütekebir Rus Çarı şimdi bize asker gönderin diye yalvarıyordu."  

"Rusya'nın bitmez tükenmez kaynaklarından toplayıp getirdiği kin ve öfkeyle dolu kuvvetleri dört, dörtbuçuk ay boyunca insanlığın çıkabileceği en yüce yüksekliğe çıkarak tek başına onların karşısına dikilip meydan okumuş, açlığa yenilmişti. Rus komutan Skobeleff acele galibiyet elde etmek için tez cnalı hareket etmiş, Todleben Osmanlı Ordusu'nu çevirerek beklemiştir."  

"Türk yaralıların bazılarının kol ve bacakları kesildi. Yaralılar bir iki gün üzüldü ağladılar. Fakat Türklerdeki yeni durumlara hemen intibak etme hususundaki Allah vergisi yüksek derecedeki harikulade kabiliyetle hemen yeni hallerine rıza gösterip teslim oldular. Sukûnetle bu durumu kabullendiler."  

"Bulgarlar, yetkililer tarafından konulan kurallara uydukları sürece rahatsız edilmiyorlardı."  

"Türklerin 8 tabur, 6 top ile savundukları mevzilere Skobeleff 25 tabur, 92 top, 28 süvari bölüğü ile saldırdı. Türkler o gün ağır sayı üstünlüğüne rağmen mevzilerini inatla savundular. Rus yazarlarda bu başarıyı kabul ederler."  

"Rusların başka cephelere çatması nedeniyle bizim birliklerimiz döğüşmek için sabırsızlanıyordu. Düşmanın kendilerine yönelmemiş olması ağırlarına gidiyordu."  

"Osman Paşa her zaman kulağının arkasında ucu geriye gelecek şekilde bir kurşun kalem taşırdı. Bu kalemi istemeyerek sıkıca kavrardı, bu onun adetiydi. Daha çok, silahlı bir adamın silahına sarılması gibi o da tehlikeli ve heyecan anlarında acele bir hareketle kalemini kavrardı."  

"Tabur Komutanı bozulup geriye kaçan telaşla sağa solu koşuşan askerleri birliğimize katmamı söyledi. Eğer red ederlerse onları vur... Tabancamı havaya boşalttım bize katılmazlarsa onları vuracağımı söyledim. Hareketimiz etkili oldu. 20 kişi bize itaat etti... Yakaladığımız adamları tabura getirdik. Binbaşı bunları dört bölüğe eşit dağıtın dedi..."  

"Mağlup olmuş ve korkak hale gelmiş, iliklerine kadar ıslanmış ve hemen hemen açlıktan ölmek üzere olan askerlerin düştükleri karışıklık içinde onları disipline ederek düzene sokmak son derece zor bir iştir."  

"Çarpışmadan sonra gece askerlerin eline fener verildi. Sabaha kadar aralarında Ruslarında bulunduğu 100 kadar yaralı toplandı."  

"Su olmadığı için çoğu askerler siperlerde yağmur sonucu göl haline gelmiş kanla karışık çamurlu su içiyordu."  

"Hava çok soğuk ve düşmandan hücum beklendiği için ileri karakollardaki nöbetçiler uyanık tutuluyordu. Sık sık yoklama, denetleme, ezberden Kur'an okumalar, kahramanlık ve askerlik şiirleri çok etkili oluyordu..."  

"Askeri uyanık tutmak çok zor bir iştir. Överek, suçlayarak, dua ederek, azarlayarak, nasihat ederek, yalvararak, emir vererek, şakaya getirerek kısaca etkilemek için hangi yol gerekiyorsa ona başvurarak onları canlı ve diri tutmaya çalışıyorduk."  

"Muharebe sonrası dehşet verici geceyi asla unutamam, birliği ile irtibatı kaybolmuş, ıslak elbiseler içinde, susuz, yiyecek yok, yatacak yer olarak ıslanıp çamur olmuş bir hendek, ince ince yağan soğuk yağmur, düzeleceği yerde ümidi kalmamış mağlubiyet, etrafta ölüler, iç parçalayıcı yaralı inlemeleri, ölmek üzere olan askerlerin doldurdukları tarlalar...  

En geniş hayaller bile, çoğu ilk yardım ulaşmazdan önce düşmüş oldukları yerde 12 saat kendi başlarına kalan yaralıların ızdırabını anlayamaz. Yüzlerce asker kan kaybından ölmüş, susuzluğa veya acıya dayanamamıştı. Kendinizi böyle bir askerin yerine koyun ve düşünün, birini babası, kocası, sevgilisi olarak şuurlu halde neler hisedeceğinizi aklınıza getirin. Yaralının ölülerin yanında yardım gelmeden bütün gün beklemesi, susuzluktan deliye dönmesi, arada sırada arkadaşlarından gelen acı iniltileri, merhamet için yalvarmalar ve kimsenin gelememesi bunun dehşeti kelimelerle anlatılamaz..."  

"En ümitsiz zamanda müşirden gelen haber: Allah'ın yardımıyla mevzilerimizi geri alıp düşmanı mağlup edeceğiz. Ruslar bulunduğumuz yer hariç her noktada mağlup edilmiştir."  

"Düşman hücumuyla boğuşma çok korkunç olmuştu. Burası aynen bir mezbahaya benziyor, toprak ve suyu kan olan bir bataklık; gökten tufan yağsa bile kan göllerini ve kandan oluşmuş dereleri yok edemez."  

"Hemen hemen yarma harekatına kadar Rusların zayiatı daima Türklerin zayiatının 2/3 kadar daha fazla oluyordu."  

"Karnı deşilmiş, iki büklüm olmuş yerlerde o acıyla kıvranan zavallı bir askerin yüzündeki acı ifadelerle ellerini açıp dua ettiğini görüyorum. Ölünce cennetin bütün kapılarının kendisine açılacağını söylüyor..."  

"Gazi Osman Paşa kararından şaşmaz, moral gücü sarsılmaz eline aldığı hiçbir işi tereddüte düşmeden başarırdı. Ümitlerin tükendiği bir zamanda ümidin kutsal ışığı oldu. O yenilgiye razı olmadı, son taburunu, son ihtiyatını cesaretle ileri sürdü ve kazandı."  

"Bakkal Çavuş her işi mükemelen yaparken sukûnet içinde iş yapmıyormuş gibi görünmesi hayret veriyordu."  

"Ruslar muharebeden sonra içki içip sarhoş olurlar, Türkler ilk iş olarak yaralılarına topladılar... dost olsun düşman olsun bütün, hayat belirtisi gösteren herkes tabyaya alındı."  

"3. Plevne Muharebesinde Türklerin gösterdikleri kahramanlık, mağrur ve imanlı bir milletin evlatlarının faziletlerin en asili olan vatanseverlik duygularından ilham aldıkları, istilacılara karşı ortak bir tehlikeye göğüs gerdikleri, ihtilafa düşmeden birlik ve beraberlik içinde haklı bir dava uğrunda savaştıklarının şuurunda ve bu uğurda öldüklerinde cennete gideceklerine inanırlar, sevilen bir liderin önderliğinde herşeyi başarırlar."  

"Paranın işe yaramadığını harpte anladım."  

"Düşman bizi ablukaya almıştı, savaşsız ikmal yollarımızı kesmişti."  

"Hayat kendi başına anlamsızdır ona sadece ölüm değer kazandırır."  

"Rus General Todleben, Plevne bugüne kadar insan eliyle yapılmış istihkâmların en kuvvetlisidir ve eğer bu istihkâmlar bir de Türkler tarafından savunulurlarsa onların zaptedilmeleri imkânsız olur" dedi.  

"Çarpışmalara katılan birliklerdeki zayiat oranı kabaca 1'e 5 olarak çok ağırdı. Bu çarpışma Türkler yönünden şeref vericiydi."  

"Takviyeler alan Ruslar bizim cephede 6 tabur ve 8 topa karşı 60 tabur 72 topla saldırdı."  

Gazi Osman Paşa'ya teslim olmasını söyleyen Rus Başkomutanı Nicholas'a Osman Paşa'nın cevabı şöyleydi: "... Türk askeri şerefini korumak ve kurtarmak için henüz ellerinden gelen herşeyi de yapmadılar. Şimdiye kadar vatanımızı ve imanımızı korumak için kanımızı zevkle akıttık; bundan sonra teslim olmaktansa böyle davranmaya devam edeceğiz."  

"Gazi Osman Paşa Plevnede yerli halkla, Bulgar reçberlerle, esnafla sohbet eder, onlara dostlarım veya hemşerilerim diye hitap ederdi. Bir Türk Bulgarlar tarafından ne kadar sevilebilirse Gazi Osman Paşa da Plevne Hristiyanları tarafından o kadar seviliyordu."  

"Ruslar yolları kestikten sonra yiyecek ve yem gelmez oldu. Açlık baş gösterdi. Yalnız biz değil hayvanlarımızda zordaydı. Yem iyice azaldı ve zavallı hayvanların kişnemeleri ve moo'ları anlaşılır bir dil olmuştu."  

"Yakacak sıkıntısından müşir'in emirlerine rağmen meyve ağaçları ve üzüm kütükleri bile kesilmeye başlandı. Zaruret hiç bir kanun tanımaz."  

"En korkunç zorluklar içinde bile emir ve disiplin hiç aksamadı. İtaatsizlik ve saygısızlık nadiren olurdu; düzen bozma, fesat çıkarma, tasarlanmış bir isyana tek bir örnek bile gösterilemez. Sevilen bir subay için her türlü fedakârlık gösterilir. Canlarını bile verirlerdi. Nadiren acemi askerlerden firar eden olmuştu. İntihar vakaları nadiren oluyordu."  

"Yokluğa ve acılara karşı aldırmaz bir tutum içinde olma bu ırka has bir özellikti."  

"Üzerimize çöken bunca felakete rağmen ordugâhta yükselen tek bir ses vardı; 'Teslim olmayacağız!'  

"Gazi Osman Paşa ast birlik komutanlarını toplayarak şu konuda görüşlerini sordu: 'Yiyecek bitene kadar Plevne'de kalıp yiyecek hiçbirşey kalmadan sonra teslim mi olalım? Yoksa muhasarayı kırmak için teşebbüse mi geçelim?'  

"Yarma harekâtına karar verilince; Harekâtın doğurduğu ümitler askerin üzerinde sihirli bir etki yaratmıştı. Savaşma hırsımız ve başarıya olan ümidimiz bizi sevinçten çılgına döndürmüştü."  

"Müşir Plevne'den ayrılmadan önce Papazları ve Bulgar cemaatinin ileri gelenlerini toplayarak hastanelerde yatan aciz yaralılara ve geride kalanlara birşey yapılmaması konusunda İncil ve Haç üzerine yemin ettirdi. Hepsi ciddiyetle yemin ettiler. Biz şehri terkeder etmez, Bulgarlar bu zavallıları hayvan boğazlar gibi vahşetle yok etti."  

"Halbuki Türkler hangi dinden olursa olsun, bütün ahalliyi ve onların mallarını korudu, askerin yaptığı taşkınlıkları şiddetle cezalandırdılar."  

"Tabur Komutanlarından biri şehit olmuştu. Yan birlik Tabur Komutanı bağırdı; Her iki taburda benim emrime uyacak! Çok geçmeden ateşkes yapıldı."  

Sonuç: Yüzbaşı Frederick Von Herbert'in Plevne müdafasında kaydettiği notlara tek kelime ilave etmeden kronolojik sıraya göre özetledik; bir yabancının milli kıyafet sorunundan başlayarak halkıyla ters düşen yönetimin yanlışlığını bugün laiklik ve başörtüsü sorunlarında yaşıyoruz. Bizce devlet halkı gibi olur. Bizim milli ve ahlaki temelimiz olan dinimiz karekterimizin, şahsiyetimizin teminatıdır. Nitekim dini inancı sakat olan bir toplumun şahsiyetininde zayıf olacağını yemin etmelerine rağmen Bulgar Papaz ve ahallinin Plevne'de halkı katletmelerinden anlıyoruz. Bugün Irak'ta demokrasi ve Hristiyanlık adına terörist avladığını söyleyen Amerika nasıl ki esas terörist ise, o günde öyleydi... Bugünde birşey değişmedi. Gene Türkçenin mükemmelliğini Yüzbaşı Herbert bile anladığı halde bugün dilimizdeki yabancı dil hastalığı ve uydurukçacılık utanç verici boyutlardadır. Yüzbaşı Herbert diyor ki; "Türkçenin kendisi müziktir."  

Yüzbaşı Herbert Türk Ordusu'nda yağmacılık ve talanın nasıl suç sayıldığını şiddetle cezalandırıldığını anlatıyor... Türkler Rus ve Türk yaralıları ayrım yapmadan muharebe alanından topluyorlar diyor. Bugün Amerika Irak'ta ne yapıyor? Sokakları kapatıyor, sivil halkın tepesine misket bombası ve napalm atıyor. Yaralıları kafasına kurşun sıkarak öldürüyor. Camilere pis postalarla dalıyor. Kadınları ve çocukları katlediyor. Yaralıların hastaneye gitmesine mani oluyor. Dünkü vilayetimizde soykırım yapıyor. Eski vilayetimizde hiçbirşey olmuyormuş gibi arkamızı dönemeyiz. Amerika'ya üslerimizi kullandırmamız tarihimize ve misyonumuza ters düşmektedir. Her işte Allah'ın da bir hesabının var olduğunu bilmeliyiz. "Zulme iştirak çöküş nedenidir."  

Bu nedenle uyanıp zulme karşı tavır almalıyız.  

Gene Yüzbaşı Herbert Türk ırkının yokluğa tahammül, halinden memnun olmak ve kadere rıza göstermek konusundaki yüksek seciyesini defalarca tekrar ediyor.  

Milli değerlerimizin tırtıklandığı, Türk kimliğinin tartışmaya açıldığı şu günlerde, Yüzbaşı Herbert biz Türkler ifadesini kullanarak Türk olmanın tarih yaratıcı meziyetine işaret ederek kendini bizden sayıyorken bir kısım sapıklar bin yıldan fazla zamandan beri ortak tarih yapmış olan soydaşlarımız Alevi, Kürt, Çerkez vs. kimliğinden söz ederek milli birliğimizi parçalamak istiyorlar... Aynı tarihin ortak parçası olan Arap kardeşlerimizin Türk kimliğinden kopartılmasının acılarını Fellüce'de, Ramadi'de halk tepesine bomba yiyerek öğreniyor.  

Bizce bundan sonraki çağın bir adalet ve özgürlük çağı olması isteniyorsa bütün eski vilayetlerimiz ve bizim hinterlantımızda yer alan halklar "Türk kimliği ekseninde toplanarak" batı emperyalizmine karşı ayağa kalkmalı, ortak mücadele yürütmelidir.  

Niğbolu, Plevne, Çanakkale, Sakarya, Hicaz, Yemen bütün Osmanlı cephelerindeki savaşlar ortak tarihin şuuruyla kazanıldı. Bunu kazanan halklar bizim soydaşımızdır ve onlarında tamamı Türk'tür. Bu nedenle "Ne Mutlu Türküm Diyene" sloganı bir ırki terim değil ortak tarihi slogandır.