İrticaya karşı mücadele ordularla kazanılmaz. Ordular maddi güce karşı maddi güç kullanırlar. İrtica fikri bir sendromdur. İrticaya karı mücadele fikir mücadelesi ile kazanılır. Bunu yapacak devlet teşkilâtı Diyanet İşleri Başkanlığı'dır. Daha iyi din eğitimi vererek daha kapsamlı tefsir ve fikir hareketleri başlatılarak irtica önlenebilir. Ordular çoğu kere fikir hareketlerini silâh gücü ile ezerken, galibiyetin en başat noktasında mağlûp olmuşlardır. Roma orduları Hıristiyanlığı yok etmeye muvaffak olamamış 2 asırda erimiş, Moğol orduları hiç bir savaşı kaybetmedikleri halde kazandıkları zaferin azameti içinde kaybolmuşlardır. Bugün irticaya karşı mücadele öyle bir sendroma sebep olmuştur ki, halkımız tepkisizleşerek, nefis müdafaa kabiliyetini yitirmiştir. Bu durum şehit cenazelerinde aykırı seslerin duyulmasına yol açan sebep birikimine bile yol açmıştır. Tehlikeyi önceden görmek ve tayin etmek ciddi bir ferasettir. Psikolojik hadiselerde algılarla tehditler arasında bir bağlantı olduğu tespit edilmiştir. Yani neye şartlandırılırsanız neyi tehdit olarak düşünüyorsanız tehdit o dur. O olmazsa bile onun etkisi yaratır. Bu hadise buz deneyi ile ispatlanmıştır. Şöyle ki kişilere denir ki sizi hipnotize edip uyutacağız kolunuzun şurasına kızgın şişle dokunacağız. Ne hissettiğinizi uyanınca bize anlatacaksınız. Hastalar uyutulur. Söylenen noktaya buz parçası dokundurulur. Deneklerin %98'inin kolunun yandığı görülür. Buz parçası dokunuyor ve kolunuz yanıyor. Bugün bize mütareke medyasının ve batının empoze ettiği irtica tehditi de budur. Bizzat devlet kendi halkı ile uğraşıyor ve kendi halkı ile ters düşüyor. Kendi politikalarına olan halk desteğini zayıflatıyor. Bir de işin şu yönü var. Tepkisizlik ve duyarsızlığın bir şekilde yaygınlık kazanması tehlikelidir de dinimize, milletimize sövülüyor, topraklarımızı bölen haritalar yayınlanıyor. Atatürkçü duruşun yanlışlığından söz ediliyor. Tepki vermiyoruz. Verdiğimiz tepkiler ya yanlış ya yetersiz veya ilgisiz. Karşı taraf korkularımızı manuple ederek sorgulamamızı önlüyor, bizi yanlış istikametlere yönlendiriyor. Biz kendi kendimizle uğraşıyorken onlar kime işbirliği yapacaklarsa onları destekliyorlar. Bugün dış düşmanlarımız hedeflerine engel tek müessese olarak TSK'yı görüyorlar. Türk ordusunu bertaraf etmek için onun sistem içindeki rolünden başlamak üzere üst seviyedeki komutanlarımızın vatan ve millet sevgisini ifade eden konuşma ve milli tutum gösteren demeçlerinden ciddi rahatsızlık duyuyorlar. Şurası açıkça ortaya çıkmıştır. Yıkıcı ve bölücü bütün çabalara ve bu yönde geliştirilen haritalara karşı en ciddi engelin Türk ordusu olduğu açıkça ortaya çıktı. AB sözcüleri artık sözlerini sakınmadan Türk ordusunu ve komutanlarını hedef alan konuşmalar yapıyorlar, bölücü terör örgütü kanallarına çıkarak Türk halkına gözdağı veriyorlar. Artık kesinkes şu nokta açığa çıktı ki, Türk Ordusu milletin esas güven kaynağıdır. Devletin temel dayanağıdır. Avrupa'nın ortak tarih kimliği Türklere karşı savaşlarla oluşmuştur. Batının bakış açısına göre Türk, batının tam zıddıdır. Siyahla beyaz gibidir. Batıda hangi iyi nitelikler varsa doğuda bunların hiçbiri yoktur. Avrupa kimliğinde karşıt gücün yer alması söz konusu değildir. Ortak düşman ortak çaba ile hazmedilmeli yumuşak güç kullanılarak tehdit olma vasfı ortadan kaldırılmalıdır. Batının Türkiye'ye bakışında esas dönüşüm noktası Sakarya Zaferi'dir. Askeri güç ve kuvvet kullanarak Türklerin geriletilebileceği son nokta Meriç kıyıları olmuştur. Avrupa'nın askeri güç kullanma imkân kabiliyeti bitmiştir. Türkleri bertaraf etmenin başka bir yolu kalmamıştır. Tek yol yumuşak güç kullanarak Türk milletinin tarihi ve dini ile birlikte ortadan kaldırılmasıdır. Asimlasyon-entegrasyon-hazmetme-eritme gibi kavramlar bu çerçevede geliştirilmiş oryantalist kavramlardır. Batı edebiyatına göz attığımızda şuna benzer ifadeler görürüz: "Müslüman olan bir papaza Türk oldu denmektedir" Türklerin dini inançları, ahlâkı ve değer yargıları daima küçümsenmiş ve aşağılanmıştır. Papazlar kendi toplumlarını aldatmışlar. Türkler Muhammed'e tapan putperest bir kavimdir diyerek, halkı kandırmışlardır. Bu ön yargılar devam etmektedir. Bu ön yargılar bizim aydınlarımızı da tesir altına alarak aynı bakış açısını Türk halkına karşı kullanıyorlar. Artık karar vermemizin zamanı gelmiştir. Biz biziz, bize benzeriz, biz başka biriyiz. Bizim bu tutumumuz ve tutum değiştirmemiz, yani kendimize bakış açımızı değiştirmemiz herşeyi çözecek temel dinamiktir. Yani şunu söylüyorum sizin inançlarınız, ahlakınız, prensipleriniz ne ise karekteriniz odur. Reel politiğiniz de odur. Çıkarlarınız da odur. İnançlarınızda odur. Mesela Cezayir hadisesinde bugün geldiğimiz nokta bunu ispatlamaktadır. Tek başına bu hadise bile 60'lı yıllardan beri sürdürdüğümüz batı yanlısı dış politika dinamiklerinin ve medeniyet algısının yanlış olduğunu ispatlar mahiyettedir. Kendi değerlerine dönmemize batı zorluyor, kendin gibi ol diyor. Bu yoldaki yanlışımızı düzeltmenin ilk adımı AB ile ilişkileri askıya almak, kısa zamanda Gümrük Birliği'nden çekilmek olmalıdır. Dr. Tamer Tahir KUMKALE 6 seri makale halinde yayınladığı "İrticaya karşı mücadele" başlıklı yazısında vukufiyetle buyurduki; İrtica daha fazla dini eğitim ve bilgi ile bertaraf edilir. İrticaya karşı mücadeleyi devletin resmi kurumları yapmalıdır. Bunu yapacak kurumlar ve idareciler arasında tutum birliği sağlanması için neyin irtica neyin değil olduğunun eğitilmesi gerektiği halkın dini inançlarına ve algılarına zarar verecek yanlışlıklardan kaçınmak gerektiğini ifade etmiştir. İrticaya karşı mücadele ideolojik araçlarla kazanılır. İdeolojik fikir hareketleri daha üstün fikirlerle, daha tutarlı, daha mantıklı felsefelerle kazanılır. Dünyanın hiçbir yerinde silâhlı ordular ideolojik araçlara karşı silah gücü ile mücadele edemezler, silah gücü ile zafer kazanamazlar. Bunu yapacak kurum Diyanet İleri Başkanlığı'dır. Gerekirse Diyanet İşleri Başkanlığı, Milli Güvenlik Kurulu'nun kontrolüne alınarak irticaya karşı mücadele ideolojik güvenlik ekseninde yaptırılmalıdır. Bunun tek yolu Sn. Kumkale'nin teklif ettiği yoldur. Nitekim 28 Şubat'tan sonra ordumuz irticaya karşı mücadele ettiğini ve irticayı bertaraf ettiğini sandığı noktada bugün gelinen noktada Anayasal konumunu ve devlet sistemi içindeki hukuki ve teşkilat olarak gücünü kaybetmiştir. Bu oyuna gelmeyecek tek yol, Sn. Dr. Kumkale'nin teklif ettiği yoldur.