İrticanın çıkış nedeni; İritca kavramı 19. yy'da siyasi literatürümüze girmiştir. Bu kavramın ne manaya geldiğini etüt etmeden önce şu tespiti yapmak zorundayız. Cemaat, topluluk veya kurum seviyesinde ve daha büyük ölçekli topluluklarda menfaat odaklaşması neyi gerektiriyorsa kavramların tanımları ona göre olmuştur. Toplum önderlerinin veya fikir adamlarının kavramların asıl anlamını bulmak veya asıl anlamını saptırmak yönündeki gayretlerini genellikle toplumların o günkü algıları ve çıkar ilişkileri belirlemiştir. Mesela peygamberimizin karar alma süreçlerindeki tavrı Kuran'ın iştişare yönündeki kesin buyruklarına rağmen İslâm coğrafyasında seçim sistemi kısa bir müddet -dört halife döneminde- tatbik edilmiş, daha sonra bu prensip yaklaşık 11 asır kadar süren uzun bir zaman diliminde terk edilmiştir. Dünyanın başka yerlerinde farklı bir yönetim tarzının olmadığı ayrı bir gerçektir. Bütün buna rağmen İslam coğrafyasında peygamberin kati hadislerine, Kuran'ın kesin hükümlerine rağmen batıdan önce demokrasinin kurulması gerekirdi. Ancak demokrasinin temeli olan merkezi yönetim belli bir refah seviyesi, ileri derecede teknoloji üretimi gibi toplumsal hiyerarşiyi yok eden anlayış, İslam coğrafyasında merkezi devlet, bir lokma bir hırka geleneği -bulduğuna razı olma = aza kanaat etme- geleneksel yapı içinde statik sosyal yapı oluşturarak bilgi birikiminde durgunluğa sürüklenme şeklinde ortaya çıkmış, toplumsal yapı adeta kilitlenmiştir. Devlet yöneticilerinin durgunluğu aşma, çağa adapte olma = çağı anlama yönündeki ilk tepkiler işe nereden başlayacakları noktasında vuku bulmuş, toplumsal yapıyı nereden değiştirmeye başlayacakları, nasıl ve ne yapacakları noktasında olmuş, çoğu kere yenilik hareketleri büyük bir bilgisizlik olarak tezahür etmiştir. Kimi yenilik hareketleri ters kan etkisi yapmış, kimi halkı reaksiyona itmiş, bazı reformlara bizzat ordu karşı çıkmıştır. Arabistan'ın elimizden çıkışı ilk o tarihlerde başlamıştır. Merkezi yönetimin reform isteği Arabistan coğrafyasında küfre dönüş, dinden çıkış olarak algılanmış, bu algılamayı bizzat ingiliz istihbaratı tetiklemiş, İslam'ın ilk kaynaklarına = özüne dönüş adlı gerici bir İslam felsefesi = Vehhabilik ortaya çıkmıştır. İrtica teriminin ortaya çıkışı, ilk telafuzu bu sıralarda başlamıştır. Kendi kurdukları sistemin ilelebet devam etmesini savunan yerleşik çıkar zümrelerinin bir takım tanımları vardı. Bu tanımların İslâmi olup olmadıklarının hiç bir önemi yoktu. Onların koydukları kurallar İslâmi olarak algılanıyor, bu algı sorgulanmıyordu. Bu ifademize bir örnek vermek gerekirse, mesela; yeniçeri ortalarında oğlancılık adı verilen sapık ilişkilere müsaade edilirken bunun İslam'ın temel hükümlerine ağır şekilde ters düştüğü düşünülmemiştir. Bir insanın Müslüman kimliğini savunurken, ağır şekilde lanetlenmiş bir eylemin içinde olması düşünülebilir mi? Kaldı ki aynı ocağın ağaları çoğu kere şeriatı korumak üzere ayaklanmıştır. Arabistan yarımadasındaki Vehhabilik ve Yemen coğrafyasında ingilizlerin icad ettiği bir takım tarikat ve mezhepler, bir taraftan padişaha ve devlete kafa tutarken düşmanla işbirliği yapıyor, İslâm'ın bu konudaki hükümlerini ağır şekilde ihlâl ederken diğer taraftan devletin dinden çıktığını söylüyorlardı. Halbuki devletin ne yaptığı belli idi; bütün cephelerde batı karşısında ricat başlamıştı. Bunu durdurmak için hal çareleri aranıyordu. Bunun yolu da silâh sistemlerinde ve eğitimde reformlar yapmak gereği idi. Devletin burada yaptığı hata, askerin kıyafeti ile elindeki silahları kullanma konseptinin aynı manaya geldiğini sanması, setre pantolon, fes giyinmek mecburiyetini getirmesi olmuştur. Batı ile karşılaşmada hasmı o kıyafetle zihninde tecessüm etmiş bir topluma ve askere o kıyafeti dayatırsanız, mukavemet oluşturursunuz. Osmanlı'nın bu hatayı yapmasında temel faktör şu olmuştur. Bir yönetimde dönmeler, dönmemiş Hıristiyan unsurlar ve Hariciye vekaleti tercüme bürosunun yurt dışına gönderdiği hariciye memurlarının yurda döndükten sonra kendini ve özünü inkâr edecek kadar batı hayranı olarak yurda dönmeleri radikal batılılaşmayı dayatmaları olmuştur. Burada Türk devlet sistemi dört yönde baskı altında kalmıştır. Bir; Batının direkt saldırısı. İki; Ülkenin iç sistemine, ideolojisine ve din algılarına alternatifler oluşturarak (Arabistan'da ve Yemen'de) devlet ve halk ayrılığını parçalamak. Üç; Devşirilmiş unsurlar yolu ile halkla devlet zihniyeti arasında bir uçurum meydana getirmek, bu yolla lokomotifi ve vagonları ayrı istikametlere zorlamak. Dört; Bir kısım halkı ve orduyu eskiyi muhafazaya zorlayarak devlet aklını parçalamak. 18. yy'da Anadoluya gelen misyonerler, oryantalistler, tarihçiler ve arkeologlar Türk toplumunu, Osmanlı coğrafyasını o derece tanımışlardır ki, istismar edilecek, devleti parçalayacak hiç bir argüman unutulmamıştır. Rum, Bulgar, Sırp, Ermeni, Süryani, Hıristiyan, Arap, Kürt, Türk, Sünni, Şii, Alevi, Caferi vs. olmak üzere hiç bir etnik ve dini farklılık gözden kaçırılmamış, her ayrılık noktası körüklenmiş, her problem istismar edilmiştir. Oryantalist bakış açısı devlet aklını dört noktadan parçalamıştır. Bir; Etnik eksenli dayatma ve tahrikler yeni kimlik tanımlamalarına yol açmış, Osmanlı Devleti kendi kimliğini tanımlamada zorlanmıştır. İki; Kainat algısı evrene bakışı neyin iyi, neyin doğru olduğu noktasında toplum zihniyetinin parçalanması, gelecek algısının değiştirilmesi. Üç; İşbirlikçi unsurlar yolu ile yıkıcı uygulamaların, ilerici ve yenilikçi olduğuna dair halkı baskı altına alması ve halkın sindirilmesi. Dört; Her cemaat içinde işbirlikçiliğin bir ideolojik konsept yolu ile hertürlü ideolojinin ve dini duygunun içini boşaltarak işbirlikçi zemin hazırlanması olmuştur. İşte bu zemin irtica kavramının ortaya çıkmasını hazırlayan bir ortam yaratmıştır. Konuya devam edeceğiz.