Kuş gibi Özgür olmak; bazen dağ başında, bazen ağaç dalında, bazen de hiç tanımadığım şehirlerde olmak.

Nazım’ın dediği gibi; TEK VE HÜR.

Ya da bir ağaç olmalı insan, doğduğu topraklara kök salmalı, orada yaşamalı ve orada ölmeli, ulu çınar ağaçları gibi yere sağlam basmalı ve tutunmalı hayata…

Yapraklarını sonbaharda döken ağaçlar gibi hüzünlüyüm. Biraz da kırgınım. Doğduğum, büyüdüğüm, havasına, suyuna yeşiline âşık olduğum ülkemde bazı şehirlerde ağaçların denetimsiz kesildiğini öğreniyorum, içim yanıyor. Geçmişe dönüyorum; geçimini ağaç keserek sağlayan işsiz insanları düşünüyorum. “Açlık sofuluğu bozar.” derdi büyükannem. Karnı, aç sırtı üşüyen insanlar ağaçları düşünür müydü?

Kimi örnek göstermeliyim ki beni dinlesinler ve bu kıyıma bir son versinler; eğitim görmüş kafaları aydın, ruhları kararmış gördüklerini görmezden gelenleri mi?  Yoksa yanmış kül olmuş bir şehri, sevdası yüreğinde yemyeşil yapan Manisa Tarzan’ı lakaplı çevreci derviş Ahmet Bedevi’yi mi örnek göstereyim. O garip Bedevi sayesinde, diktiği ağaçlarla yeşil şimdi Manisa.

Ya da bir ulu çınar ağacının dallarını kesmeye bile izin vermeyen işte sadece bu yüzden köşkü raylarla yürütmeye karar veren Mustafa Kemal Atatürk’ü mü örnek göstermeliyim. Yürüyen Köşk ile tarihe bir kez daha adını yazdıran o büyük lideri mi? Yoksa sevgili Peygamberimizi mi örnek göstermeliyim. Hz. Muhammed’in "Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile elinizdeki fidanları dikin.” sözünü hatırlatsam dinlerler mi beni? Yüreğimden kopup gelen bu çığlıkları duyarlar mı? Dünyaya bakışları değişir mi bu kıyımı yapanların. Bir ağacın, bir insanın yaşamına neler kattığını anlamalarını nasıl sağlayabilirim. Gölgesinde dinlendiğimiz, soğukta kuşlara barınak olan bir ağacı değil, onlarca ağacı içleri acımadan kestiklerini ve buna benim artık yüreğimin dayanmadığını nasıl anlatabilirim.

Ülkemde herkesin Ahmet Bedevi nam-ı diğer Manisa Tarzan’ı olmasını  isterdim. Zehirli atıklarla dolu bidonların uluorta toprağa gömüldüğü, çevrenin acımasızca kirletildiği, Gediz Nehri’nde hiçbir canlının kalmadığı, yeşilin giderek azaldığı bir ortamda Manisa Tarzan’ını ve Tarzan Kültürünü yeniden hatırlamak ve sizlere hatırlatmak istedim.  Küresel ısınma ve çevre kirliliği sürdükçe, yeşil yok oldukça,  Manisa Tarzan’ı daha çok konuşulur olacaktır.

Herkesin yapması gereken bir işi, “Kimse yapmıyor, ben niye yapayım ki” diyenlerin çoğaldığı bir ortamda, bir kişi çıkıp herkesin önemsemediğini iş ediniyorsa, işte o kişi o işin Tarzan’ıdır. Büyük kitleler tarafından önemsenmeyeni iş edinene “Tarzan” diyoruz. Herkesin ağaç dikmeyi düşünmediği o günlerde, Manisa Tarzan’ının yeşillendirmeyi iş edinmesi gibi.

Ağaç sökenimiz ağaç dikenimizden fazla. Diktiğimizden daha fazlasını yakıp yok ediyoruz bir mangal, ya da bir sigara sevdasına. Çevreyi acımasızca kirletiyoruz? Nehirlerin, denizlerin kirlenmesine göz yumuyoruz? Bu konuya dikkat çekmek isteyen çevreci insanları küçümsüyor ve yaptıklarını gereksiz buluyoruz.

O nedenle yeni Tarzanlara bugün dünden daha çok gereksinmemiz var. Tarzanlar ortaya çıktığında, o insanların da adı ve anısı bizim Manisa Tarzan’ının adını ve anısını yaşattığımız gibi yaşatılacaktır. Yorgun ve yılgın insanların arasından çılgınların çıkıp “Ben Tarzan’ım” demeleri ve mazeret üretmeden önemsenmeyeni iş edinmeleri gerekiyor.

***

Özbeöz Türk olan ve Manisa Tarzan’ı olarak ünlenen çevre önderinin ilginç yaşam öyküsünün bilinen bölümü, savaş sonrasında yanmış yıkılmış cehennem yerine dönmüş kente gelişiyle başlıyor. Manisa Tarzan’ı geldiği ve bahçıvan yamaklığı yaptığı Manisa’da doğayı yeniden canlandırıp, ağaçlandırmak için amansız bir mücadele veriyor. Manisa Tarzan’ı adı öne çıkınca da, Topçu Hacı,  Ahmet Bedevi gibi takma adlarıyla birlikte nüfusta kayıtlı adı olan Ahmeddin Carlak adı da unutulup gidiyor. Bu nedenle birçok insan gibi beni de Manisa Tarzan’ının nerede ne zaman doğduğundan çok, neler yaptığı ve Manisa Tarzan’ı olduktan sonraki yaşam öyküsü ilgilendirdi hep. Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılan, Cumhuriyet’in ilk yıllarında göğsünde kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile Manisa’ya gelen Ahmeddin Carlak, Manisa’da, Manisa Tarzan’ı olarak yeniden doğmuştur denilebilir.
 
Nerede ne zaman doğduysa doğdu bu çok önemli değil. O Manisa’da Manisa Tarzan’ı oldu. O’nun sayesinde Manisa, “Yeşil Manisa” oldu.

Bir bahçıvan yamağı nasıl adı ve anısı yaşatılacak bir insan olabilir düşüncesi geçebilir aklınızdan. İstiklal Madalyası almasına neden olan mücadelesinin önüne ağaç dikmesi nasıl geçebiliyor? Düşüncesinin geleceği gibi.

Gerçek adı unutulup nasıl çevre mücadelecisi ve Manisa Tarzan’ı olarak ünlenebiliyor? Hem de 50 yıl öncesinde. Bir bahçıvan yamağının Manisa Tarzan’ı olarak ünlenmesi kolay değil. Yaptıkları Manisa Tarzan’ının ne kadar zeki ve ileri görüşlü bir insan olduğunu gösteriyor. Bir bahçıvan yamağının istediği zaman, Belediye Başkanına, Valiye yaptığı işle ilgili kişi ve kurumlara ulaşmasının kolay olmayacağını biliyor. Bunun için önce, uzun saçları ve siyah şortu ile bir imaj yaratıyor. Yarattığı imajla ilgi çekiyor, ilgi giderek desteğe dönüşüyor. Halkın desteğini alınca da bütün kapılar Manisa Tarzan’ına ardına kadar açılıyor.

Topluma hizmet etmeyi düşünenlerin Tarzan’ın yaşamından alacağı dersler var elbette. Hayal ürünü kahramanların gerçek üstü yaşamları yerine gerçek bir yaşam.
 
Manisa Tarzan’ının adının ve anısının yaşatılmasına katkıda bulunanlara, Tarzan’ı ananlara, anlamaya çalışanlara, anlayıp Tarzan gibi olanlara, mazeret üretmeden marifet göstermeye çalışanlara ihtiyacımız var. Sizde, bende Tarzan olabiliriz…