... dünden devam

Artık ailemden ve ülkemden ayrılık vakti gelmişti!

Bu gidişin dönüşü olmayabilirdi! Ancak bunu sadece Allah bilirdi. Savaşın ne demek olduğunu tabi ki biliyorduk. Ama böylesi bir ortamı hiç yaşamamıştık ki! Kıbrıs adasında bizi neyin beklediğini bilmiyorduk, ne ile karşılaşacaktık? 

Tabii ki, ada ve karşımızdaki düşman kuvvetleri hakkında mevcut bilgiler vardı. Tabii ki, arkamızda Türk Milletinin bize olan inancı büyük bir güçtü. Hele, hele Mehmetçiğe olan sonsuz güvenimiz, savaş meydanındaki onun korkusuz yüreği, bir komutanın en büyük güveni ve desteğiydi. 

Yine de tüm bu olumlu tespitlerime rağmen içimizde bir türlü açıklayamadığımız çok farklı duygular vardı! Çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerini adada temsil edecek olan bizler; Ülkemizin milli menfaatleri ve Kıbrıslı Soydaşlarımızı bulundukları kötü durumdan kurtarmak için savaşa gidiyorduk. Bu gidişin içinde şehit düşmekte, gazi olmakta vardı, kısacası ölmenin, öldürmenin kol gezeceği bir meçhule gidiyorduk…

Her şey o kadar çabuk gelişmişti ki, hepimiz bir anda savaş atmosferinin içine girmiştik. 16 Temmuzdan beri 48 saattir birliklerimizin başında intikal için hazırlık yapıyorduk. Ama artık gitme zamanımız gelmişti. Kışlaya çok yakın olan lojmanıma öğlen yemeğimi yemek bahanesi ile gelmiştim. Şahsi eşyalarımı toplarken eşime ne söyleyecektim? Ancak söyleyebileceğim tek bir şey vardı ki! O da bir asker olarak geride bıraktığım 26 yıllık yaşamım sonrasında, bir asker olarak mesleki açıdan elde edebileceğim fırsatların en önemlisini ve en onurlusunu yakalamıştım. 

Savaş tecrübesi olan genç bir subay olarak ya geri dönecektim, ya da? Ondan sonrası alın yazısıydı… Eşimin o anki çaresiz ama gurur dolu bakışlarını asla unutamayacaktım. Belli etmemeye çalışıyordu ama çok üzgündü. Henüz evleneli 4 yıl olmuştu ve 3 yaşında dünyalar güzeli bir kızımız vardı. Allahın huzurunda söz vermiştik ayrılmayacağımıza, birbirimize büyük bir sevgi ile bağlıydık. Ama kader denen şey, bu süreci avucunun içine almış; bizlerin yol haritasını, yaşam çizgisini artık o belirliyordu. Bizim için o an geçerliydi, bir sonraki an ne yaşayacağımızın kararı, kadere kalmıştı.

Subay çıkarken verilen hurcumun içerisine; arazide kullandığım portatif karyolamı, iki adet battaniye, traş takımı, birkaç kat çamaşır, yedek eğitim elbisemi, eğitimde giydiğim yedek botumu koydum. O sırada yanıma gelen eşimi biraz olsun rahatlatabilmek için mevsim gereği gideceğimiz güney sahillerinde denize girip döneriz diyerek, bir de mayomu yanıma almıştım!  Çünkü hala adaya çıkabileceğimiz konusunda tereddütlerimiz vardı! Zira bu karardan iki kez geriye dönülmüş, Kıbrıs’a müdahale için giden birliklerimiz güney sahillerinde bir süre arazide kalıp; bol, bol denize girdikten sonra tekrar kışlalarına geriye dönmüşlerdi!

Ben bu hazırlıklarımı tamamlamak üzereyken; minik kızım Ebuşum yanıma geldi. Mahzun, mahzun eşyalarımı hazırlamamı izlemeye başladı. 3 yaşında idi ama çok zeki bir çocuktu ve bana da çok düşkündü.  Sanki her şeyi anlamışçasına ağlamaya başladı. Sanki hissetmişçesine, yaşlı gözlerle babasını seyrettiği bu anlar; onu gördüğü son dakikalar olabilirdi! Çünkü başlangıcı belli ama sonu belli olmayan, meçhule giden bir yoldu bu… Boğazımda düğüm, düğüm olan hıçkırıklara güçlükle mani oluyordum. Gözlerimden süzülecek yaşları içime akıtıyor, her şeye rağmen mutlu olarak ayrılmalıyız, içim ağlasa bile gözlerim gülmeli, gülümsemeliyim diye düşünüyordum…

Alayımızdan iki tabur personeli birleştirilmek suretiyle % 100 kadro kuruluşu olan müşekkel bir tabur meydana getirilmiş, bana da taburumuzun İstihbarat ve Harekât Subaylığı görevi verilmişti. ( Tabur Komutanımız, Kd. Bnb. Turgut Aksoydan olmuştu. Ne büyük bir tesadüftür ki, Turgut Binbaşım, Harbiye’de benim bölük komutanlığımı yapmıştı ve birbirimizi çok iyi tanıyorduk. İşte, 1974’te Kıbrıs Harekâtında helikopterlerle adanın derinliklerine indirilen, önce Bolu Komando Tugayı, sonrasında ise; Hava İndirme Tugayının Harekât Kontrolüne verilen; mükemmel bir eğitim seviyesine erişmiş, 1/230’ncu piyade taburu, 1’nci harekatta 21 Temmuz 1974 sabahı Beşparmak Dağları Boğaz Bölgesine indirildikten sonra; özellikle Aşağı ve Yukarı Dikomolar, Sihari ve Vuno isimli Rum köylerinin ele geçirilmesinde çok önemli görevleri yerine getirmiştir.

devam edecek...