Bugün, Türkiye barış sürecine girmişken, babaları terör örgütü tarafından şehit edilmiş çocukların yürekleri çığlıkta. Babalarının gidişinin ardından,  hayatın ağırlığında ezilen çocuklar ve ailelerinin omuzlarına yüklenen yüklerin ağırlığı gittikçe fazlalaşıyor.  
“Sakin ol, sabırlı ol gelecek günler güzel günler,  ama bu günler babanı getirmese de sana güzel bir ortam, barış içinde okuyabileceğin günler bırakacağız.”  diyen bir politikacının sesini duymak istiyorlar şehit çocukları.
Yaşananlardan emin olmayan bu çocukların çığlıkları gittikçe büyüyor, ne yana dönseler kocaman bir boşluk ve kocaman bir kimsesizlik görüyorlar. Onların fikirleri alınmıyor bu süreçte,  oysa Türkiye’nin ardından en büyük zararı aileleri parçalanarak gördüler.  Sonra toparlamaya başladılar yüreklerindeki boşlukları,  fırtınadan geriye ne kaldıysa… 
Görüyor aslında şehit çocuğu sırtındaki yüklerin ağırlığının,  omuzlarındaki hayatın ağırlığından daha hafif olduğunu, yine de sineye çekiyor yaşamın acımasızlığını ve yaşama dair her şeyi… Siyasetçileri ve onların uyguladıkları politikaları ise hiç anlamıyor ve o yük omuzlarında olmasın istiyor şehit çocuğu. Babası ne için bırakıp gitmişti onu? İşte önceleri anlayabildiği bu durumun içinden, “barış sürecindeyiz” dediklerinde bir türlü çıkamıyor. 
Babamın suçu neydi? 
Benim suçum neydi? 
Bizim suçumuz neydi? 
Diyor şehit çocuğu. Madem barış yapacaktınız, neden savaştınız? Gel de anlat bu durumu o minik yüreğe…
Şehit çocuğu biriktiriyor anılarını hayata dair, rüyasında hep babasını görüyor yıllar yılları kovalıyor ve büyüyor çocuk. Alıyor karşısına bu işin sorumlularını anlatıyor tüm yaşam öyküsünü. İstiyor ki insanlar onun çektiğini çekmesinler, hazırlansınlar hayata karşı ve güçlü olsunlar.
İşte o şehit çocuğu büyürken bitmiş olmuyor kavga. Bir gün kendisine tanıdık gelen bir cenaze töreninde, başka bir şehit çocuğunun gözlerine bakıyor ve yaşadıklarını görüyor o masum bakışlarda. Derin bir iç çekiyor ve içinden dua ediyor; “Umarım, babasız hayatın seni değil, sen hayatı yenersin çocuk, bakma palavracı politikacılara yıllar önce mazlum halkların yüreklerine ektikleri umut tohumları yeşermeden ben yaşlandım, Şimdi sıra sende. 
Birden içi burkuluyor çocuğun; o,  yılları acı içinde geçmiş ama hayatı yenmiş ve rahatlamışken diğer çocuğun elinden tutan babasının çocuğu parklara götürdüğünü ve salıncağa bindirdiğini görmek, göğe yükseldikçe attığı şen kahkahalara eşlik etmek istiyor. Ya da yol kenarında arkadaşları ile bisiklet turu atarken görmek istiyor o çocuğu. Ama nafiledir çırpınışları… Hayat onu da öğütmeye başlamıştır artık… Önce babası şehit olmuştur çocuğun.
Düşüncelerinin ardından kocaman bir bakış bırakır çocuğun yüreğine.  Bir şehit çocuğu daha büyür bir yerlerde, bakışları de birlikte büyür ve bir gün karşılaşırlar birbirlerini tanımadan. Birlikte iş yapmaya başlarlar. Ama hep bir yerlerden tanıdık gelmiştir yüzleri birbirine. O şehit çocuğunun bıraktığı kocaman bakışları bir yerinden yakalamıştır diğer şehit çocuğu. Onun bakışlarını küçültüp hayata bakışlarını büyütmüştür artık… Öğrenmiştir çocuk,  siyasetçinin onu anlayamayacağını.  Hayatın zorluklarının üstesinden sadece anne, baba, kardeş birliği ile gelineceğini de öğrenmiştir acı bir şekilde.
Son on yılda yaşadıklarımızdan bize kalan yaşanmışlıkların tortusunda bizim kadar şehit çocukları da yoruldu. Ayak oyunlarından, boş vaatlerden, kelime oyunlarından, kurnazca yaratılan yeni oluşumlardan yaralandık, yorulduk.
Bugünlerde Mevlana’nın şu mısraları düşüyor aklıma; ‘‘Dünle beraber gitti cancağızım düne ait ne varsa; şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım...’’
Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım bu şehit çocuklarına yüzleri gülsün diye; Babalarının gidişinin boşuna olmadığını yarının Türkiye’sinde onların sayesinde barışın mutlaka var olacağı anlatılmalı çocuklara. En önemlisi çocuk yürekleri inandırmak lazım bu sürecin gerekliliğine. Şehit çocuklarını ikna edemezseniz, bilin ki hakları helal olmayacaktır.  Babasız geçen her günün hesabını bir gün mutlaka soracaklardır.
Artık bize de yeni bir şeyler gerek. Yeni bir ses, yeni bir nefes gibi. İçinde yaşadığımız toplumun sorunlarının çözümünü kendi menfaatlerinin ötesinde görecek bir yürek gerek Türkiye’ye. Bir bütün halinde toplumun dertlerini dinleyen, yararsız cümlelerden arınmış,  beyin yıkamaktan vazgeçmiş, eğitimden siyasete,  ekonomiden medyaya toplumun sorunlarına çözüm olabilecek her alanda görülmelidir barış. İntikam alma hırsından vazgeçip, ağızdan çıkanın yürekten de çıkmasını sağlamalı siyasetçiler. Yoksa halkın söyleyecek çok sözü var. Eğer barış süreci ise yapılanın adı, halk son sözünü söylemeden herkesi kapsamalı barış süreci.    Türk Halkı kendi içinden yeni bir Atatürk çıkaracak kadar asildir.