Bir hafta kar tatili yaptıktan sonra yine işimize döndük. Sınavlar ertelendiği için şimdi harıl harıl bu sınavları yapmaya, toplanan projeleri notlandırmaya koyulduk. Hemen belirteyim bu yaşananlar  İstanbul'da  ve takvim 23-27 Ocak 2006'yı gösteriyor.  

 

Geçen hafta Kayseri'de oturan bir dostumla konuştum. İstanbullu olmasına rağmen bana dedi ki, "sanki olağanüstü bir durummuş gibi haftasonu kar geliyor dediler, Pazartesi yağan kardan sonra ise herkes evine kapandı. Biz Kayseri'de bundan çok daha fazla karlı gün görüyoruz ama kimse hayatının akışını buradaki gibi değiştirmiyor". Onun bu sözleri üzerine düşündüm ki gariplik bizde. Ülkenin doğusu neredeyse altı ay kış yaşıyor, yerden kar buz kalkmıyor ama hayatları İstanbullularınki kadar aksamıyor. Teknolojinin, gelişmişliğin, şehirleşmenin kesiştiği en büyük kentimizde ise hayat felç oluyor. Sadece bir gün içinde üçyüzden fazla kaza yaşanıyor.  

 

Bu yılki "kar felaketi!!!" geçmiş yıllara kıyasla hazırlıklı atlatıldı. Herkes meteorolojinin tahminlerini üç-dört gün önceden duyduğu için tedbirli davrandı. Özel araçlarıyla yolları tıkayan ve gereksiz kazalara sebep olan egosu yüksek bir avuç İstanbullu dışında halk, görevliler, hizmet sektöründe çalışanlar üzerlerine düşeni kesintisiz yaptılar. Her gün gazetemiz geldi, sütümüz, ekmeğimiz vardı, kaloriferimiz yandı (dışa bağımlı olduğumuz doğalgazın kesilebilir söylentilerine rağmen), elektrikler kesilmedi. Ama yine de bir terslik vardı. Öte yandan bütün bunların bir lüks olduğu ülkenin kimi kentlerinde halk daha sıradan bir hafta geçirdi İstanbul'a kıyasla.  

 

Bu sonuçta karayoluna bağımlı oluşumuzun katkısı büyüktür. Anayollar dışında tüm arayolları açmak hem masraflı, hem zaman alıcı hem de imkansızdır. Oysa karayoluna bu kadar yüklenmemiş olsak metroyu veya treni kullanıp bir yerden bir yere kolayca, yolda kalmadan gidebilirdik. Dünyanın alanca İstanbul kadar büyük, nüfusu İstanbul kadar kalabalık başka hiç bir metropolünde karayolu bağımlılığı bu seviyelerde değildir.  

 

Cumhuriyetin ilk yıllarında yurtta gerçekleşen demiryolu hamlesi ne ise bugün hala onu kullanmaktayız. Dün gazetelerde okudum, İstanbul-Ankara treni yolda kalmış, yolcular donma tehlikesi atlatmış ve yolculuk 17 saat sürmüş. 2000li yılllarda bu yaşananları ülkeme yakıştıramıyorum. Onca yazılıyor, söyleniyor "İstanbul'a 3.ncü köprü gerekmez" diye. "Amaç araçları ulaştırmak değil, insanları ulaştırmak olmalıdır" deniyor. Ancak sanki yöneticiler uzmanları duymuyor. Bu karlı günler yaşanırken sessiz sedasız bir ulaşım zirvesi gerçekleşti. Basından izlediğim kadarıyla görüşler hiç değişmemiş. Oysa 3.ncü köprüye ayrılan bütçe kentin herhangi bir noktasını mevcut metroya bağlamak için kullanılsa daha kalıcıve etkili  olur.  En büyük ulaşım projelerinden biri olan Marmaray neden hep daha ileriki bir tarihe erteleniyor? Banliyö hattı ihalesi kaçıncı kez ertelendi artık hatırlamıyorum. 2006 yılı İstanbul'da ulaşım hamlesinin yapılacağı yıl olacakmış. Bu hamle bütün ağırlığıyla karayolunda mı gerçekleşecek? Bir kavşak, bir köprü, bir yonca..., sonra yine bir kavşak, bir köprü, bir yonca... Bu adeta bir girdap, bir kısır döngü. İstanbul'daki nüfus artışı, bu çözümlerin hep daha önünde olduğu ve olacağı için karayolu İstanbul'un ulaşım sorununu ortadan kaldıramayacak.  

 

Sonuçta, bir hafta rölantide geçti. Oysa olağanüstü hiçbir şey yoktu. Nasıl yağmur yağıyor, güneş açıyorsa bu da bir doğa olayıydı.