Bu Kurban Bayramını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nde geçirdim. Genelde çok keyifli ve huzurlu bir tatildi. Gözüme çarpanları sizlerle paylaşmak istiyorum. KKTC tam bir huzur, sükûnet, sessizlik mekânı. İstanbul’da günün her saatinde kol gezen stres unsurları, trafik, gürültü, koşturmaca yok. Geçmişe oranla artan araç sayısı nedeniyle daha çok trafikle karşılaşsam da İstanbul’la kıyaslanmayacak kadar rahat. Aslında İstanbul ile Ada’nın hiçbir kentini kıyaslamamak gerek çünkü ölçek farkı, büyüklük farkı gibi kıyaslanmayı imkânsızlaştıran gerçekler var. Özellikle kent merkezleri özel araçlardan geçilmiyor. KKTC kentlerinde en çok düşündüğüm toplu taşım olanaklarının neden hâlâ sağlanmadığı oldu. Kimileri “ihtiyacımız yok, Ada küçük, herkesin arabası var” dedi. Kimileri “biz yaşlıyız, kendi arabamızı kullanamıyoruz, daima taksiye bağımlıyız” dedi. Sonuçta bir kamu hizmeti olan toplu taşıma neden bu kadar ihmal ediliyor anlayamadım. Üstelik araç fazlalığı nedeniyle her yer otopark olarak kullanılıyor. Bu da kent merkezlerinde yayaya ayrılması gereken yerleri daraltıyor. Hatta öyle dar kaldırımlar ile karşılaşıyorsunuz ki mecburen araç yolunu kullanıyor, yola iniyor, tek sıra halinde yürüyüp yeniden kaldırımı bulmaya çalışıyorsunuz. Bu arada herkes için erişilebilirlik henüz hiç düşünülmemiş; dolayısıyla engellilere yönelik erişilebilirlik pek yetersiz. Turistlerin sıklıkla tercih ettiği Ada, Kurban Bayramında serin, ılık bir sonbaharı yaşıyordu.Kuzey Avrupa ülkelerinden gelenlerin çıplak ayak, yarım kollu tişörtle gezdikleri, ben gibi sık üşüyenlerin ise palto giydiği, güneşin içinizi tatlı tatlı ısıttığı bir hava vardı. Alabildiğine Akdeniz mavisine doyan gözlerim, açık havada çayımı yudumlarken rahatlayan bedenim, tüm sıkıntılarını unutan ruhum.... Ailem ve Kıbrıslı dostlarımın varlığı ile dolu dolu 5 gün geçirdim. En çok Girne’de en az GaziMagusa’da kaldım. Girne’nin limanına, GaziMagusa’nın tarihi yapıları ile Namık Kemal Meydanı’na hayran kaldım. Lefkoşa’da Bursa’daki Koza Han’ın adeta yarısı kadar küçüğü Büyük Han’ı görünce büyülendim. Hem benzerlik hem mekânın mimarî özellikleri düşündürdü beni. Restore edilmeyi başarmış sokaklar, çoğu taş yapılar fotoğraf arşıvimi zenginleştirmeme yardımcı oldu. St. Hilarion Kalesinden muhteşem Girne ve Akdeniz manzaraları izledim. Her evin bahçesinde bulunan portakal-mandalina ağaçlarına bayıldım. Kıbrıslı dostlarım sağolsunlar tadına bakmama da olanak verdiler. Dalından toplanan meyvenin lezzeti de bir başka oluyor. Yine onların hazırladığı şeftali kebabı (aldanmayın şeftali ile alakası yok), kolagaz yemeği, çörekler, çıtpıtlar ve hellime bayıldım. Boğaz Şehitliği ile Karaoğlanoğlu Şehitliklerini ziyaret ettim. Yeni düzenlemelerle çok daha bakımlı ve düzenli buldum Boğaz Şehitliği’ni. Ancak ziyaretçi sayısını az buldum. Şehitlikleri kalabalık ve çiçekler içinde bulmayı beklerken, tenha gördüm. Ercan havaalanına isim veren şehidimizin şehit düştüğü evi (şimdi müze) duvarda ve tavanda mermilerin açtığı delikleri gördüğümde çok etkilendim. Onlara Tanrıdan rahmet dilerken, Kıbrıs Türk Halkının nice yokluklardan bugünkü refah seviyesine geldiğini düşündüm ve memnun oldum. Bizdeki gibi çılgın kurban manzaralarına hiç rastlamadım. Herşey nizamlı, düzenli, kimseyi rahatsız etmeden olup bitti. Yöresel Lefkara el işlerine hayran oldum. Eskiden Lefkara denen bu el işlemesi sadece iplikle yapılır, sonuçta masa örtüleri, sehpa süsleri, çeyizlikler elde edilirmiş. Şimdi sadece el tezgâhlarında kumaş üzerine işlenir durumda. Sesa ise yöresel buğday saplarının şekillendirdiği bir tür süs eşyası. Onunla da harikalar yaratılmış. İpek böceği kozasından yapılan süs eşyaları da yöresel ve çok hoş. Bu arada Kıbrıs’ta ipek böceği kozasının beyaz değil sarı renkli olduğunu gördüm. Daha pek çok güzellik ve anlatacak şey var Kıbrıs’ta. Oradaki dostlarımızın da hakkını yemeyeyim öyle içten ve samimiler ki her birini görmek bana ayrı ayrı iyi geldi. Kimi yaşıtım, kimi büyüğüm hepsine ayrı ayrı şükranlarımı ve teşekkürlerimi yinelemek isterim. Varlıkları ile kendimi en az evimin rahatlığında, konforunda ve sıcaklığında hissettim. Uçuşumuzu arızalanan uçağına rağmen sadece 15 dakika rötarla kapatan Kıbrıs Türk Hava Yolları’na da çok teşekkür ederim, çünkü dönüş yolu tüm bu güzelliklerden sonra havaalanında bir azap olabilirdi. Özetle, yazın bunaltıcı sıcakları bastırmadan mutlaka bu şirin, bu sımsıcak, bu “BİZİM” Kıbrıs’a uğrayın, tüm güzellikleri kendiniz keşfedin.