Geçen hafta 9 Ocak Çarşamba saat 16:00’da Beykent Üniversitesinde “İstanbul-Büyükdere Boyunca Yükselen Modern Mimari” konusunda bir panel düzenlendi. Dinlemekten keyif aldığım üç hocamız Prof. Dr. Necati İnceoğlu, Y. Mim. Müh.Yaşar Marulyalı ve Y. Mimar Müh. Doğan Tekeli konuğumuz oldu. Yaklaşık iki saat boyunca hem günümüzün İstanbul’unda bu kıymetli aksı değerlendirdiler hem de dünya kentlerinden örneklerle bu tür aksların gelişimini kıyasladılar. Onların bu keyifli ve verimli açıklamalarını, kısmen kendi görüşlerimi de ekleyerek sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Tekeli, bu aks üzerinde en önemli yapılardan biri olan Metrocity’nin de mimarı. Bu akstan bahsederken, caddenin yaşamadığına vurgu yaptı. Yani bir İstiklal Caddesi veya Bağdat Caddesi gibi günlük hayatta kişilerin yaşamlarının sokakla bütünleşmediği görülüyor. Belli noktalarda sağlanmaya çalışılan bu bütünleşme aslında aksın bütünsel bir kent tasarımına sahip olmamasından kaynaklanıyor. Aks daha ziyade gelip geçilen bir alan gibi. Yer yer yaya ulaşımının kesilmesi, kaldırımların olmayışı da bunu destekler nitelikte. Sayın Tekeli, bu noktada gazeteci Fatih Türmenoğlu’nun bir saptamasına da yer verdi. Türkmenoğlu New York’da dolaşırken dev gökdelenlerin nasıl kişiyi içine aldığını, davetkar olduğunu, sokak yaşamıyla bütünleştiğini belirtmiş. Ancak bu ilişkinin bizim gökdelenlerimizde olmadığını hatta binanın girişinin bile anlaşılmadığını belirtmiş. Tekeli, bu saptamanın Büyükdere aksı için de geçerli olduğunu hatırlattı. Sayın Marulyalı, Paris, La Defense Meydanı ve bu meydana çıkan aksları işaret ederek, yarışmayı kazanan mimarın Eyfel Kulesi ve Zafer Takını tasarımda nasıl bütünleştirdiğini, hacimsel algılamayı sağlamak maksatlı aksa açılı yerleşmenin meydana ve yapıya kazandırdıklarını fotograflar üzerinden anlattı. İstanbul’daki Büyükdere aksının ise herhangi bir tasarım konseptinden bağımsız gelişen, bir anlamda parsel parsel büyüyen bir nitelikte olduğuna dikkat çekti. Kendi tasarımlarından cadde üzerinde yer alan binaları örnekledi, caddeye cephelenen parsellerin dar ancak derin parseller olarak yapılanmada çeşitli zorluklar taşıdığını belirtti. Konuşmacıların hepsi, aksın halen başıboş tarzdaki gelişiminden endişe ettiklerini söylediler. Halkın pek bilmediği emsal,taks, kaks ifadelerinin uygulamada arttırıldığın belirttiler. Kağıt üzerinde 3 gibi görünen yani arsa büyüklüğünün 3 katı kadar inşaat iznine imkan tanınan aks üzerinde, bugünkü yapılaşmanın bu rakamı çok çok katladığı, aslında hepimizin fark edebileceği boyutlarda. Bu konunun önemini bence henüz yetkililerin de kabul ettiği söylenemez. Çünkü en azından ulaşım sorunu ve alt yapısı bugün bile içinden çıkılmaz noktaya ulaşmışken bu aksın daha (benim bildiğim) 5-6 alışveriş merkezi ve rezidansı kaldıracak gücü yok. Ayrıca bu aksın İstanbul Boğaz siluetine katkısı da gündeme geldi. Bu da gözönünde bulundurulması gereken bir nokta. Bence bir de sanayi sitesinin dönüştürülmesi, stad projeleri ve aksın hemen paralelinde gelişen lüks konut projeleri (mashattan gibi) de aksın geleceği açısından değerlendirilmeli. Bu arada aks boyunca iki en uç noktadaki sosyal grupların ikamet ettiği konut alanları da unutulmamalı ve sosyal içerikli projeler geliştirilmeli. Özetle bu aksı yaşanılır hale getirmenin yolu yine planlı olmaktan, geleceğe ait öngörülere sahip olmaktan, bütüncül bir tasarımdan geçiyor. Yoksa tıpkı şefi olmayan orkestra gibi, her türlü ahenksiz ses her yerden çıkıyor....