Demokratik devletlerin çok merkezlilik, sorumluluk, örgütlenme yapısı, halkı tatmin etme ihtiyacı idare mekanizmasındaki yetki ve sürenin geçici olması açısından totaliter devletlere göre farklı bir yapı meydana getirmektedir. Liberal devletlerde halkın daha çok sivil mesleklere, ticaret ve girişimcilik gibi alanlara yönelmesi askerlik ve strateji lehine olmayan fikirlerin oluşmasına da etkili olmaktadır. Demokratik devlette otoriter bir gidişat olmaması için oluşturulmuş olan; kuvvetler ayrılığı prensibi her müessesenin yetki ve sorumluluklarının sınırlandırılmış olması savaşın başarıyla yönetilmesini sekteye uğratmaktadır. Sivillerin askeri harekâtta çok büyük hatalar yapması, askeri sorun ve isteklerden kaçmaları savaşın plân ve uygulamasında ciddi tehditler ortaya çıkartmıştır. Demokratik teoride halk iktidarı siyasi otoriteyi kullananlara vermiştir. Askeri işler dahil herşey sivillerin kontrolünde (yetki verilenlerin) olmalıdır, aksi taktirde halkın yetki devri ve hakimiyeti tehlikeye düşer. Askeri siyaseti sivillerin üstlenmesi, onların ihtiyacı olan kanun, tüzük ve kararname çıkartılması ve lojistik destek programları hazırlanması sorumluluğu almalarına ve askeri harekâta katılarak kontrol etmelerine sebep olmakta asker-sivil sürtüşmelerine zemin hazırlamaktadır. Endüstri devriminden sonra ordunun ulaştırılmasında demiryollarının etkinlik kazanması, orduları giydirmek, silahlandırmak ve ikmal yapmak için desteklemek ekonomi ve endüstrinin gelişmesinin bir fonksiyonu haline geldi. 20. yüzyılda askeri işler sanayi ve teknolojiye daha fazla bağımlı hale geldi. Engels, Fransız ihtilalini değerlendirirken şöyle demişti; "Fransız ihtilali zaferlerini orduya kazandıran kimdir? Generaller değil sivil kuvvettir." Prof. Guincy Wright savaş tarihini şu devrelere bölmüştü: 1. Ateşli silahların kullanılması (1450-1648) 2. Profesyonel ordular ve saltanat savaşları devri (1648-1789) 3. Savaşın büyüme devri (1789-1914) 4. Savaşın genelleşmesi (totalleşmesi=topyekün hale gelmesi) (1914-1942) Prof. Wright üçüncü ve dördüncü devirde savaşların mekanize hale gelmesi, orduların büyümesi, halkın militarize olması, savaş çabalarının topyekün ve milli tutum olarak benimsenmesi, askeri harekâtın çok yönlü ve karma kuvvetlerin kullanıldığı yoğunlaşmaya uğraması gibi özellikler saymaktadır. Daha önceki devirlerde askerlerin sevk ve idare ettiği askeri harekâtların yerini bütün millet kaynaklarının kullanıldığı tüm halkın ve müesseselerin sorumluluğunu gündeme getirmiştir. Sivillerin askeri konulara ilgisizliği, barış halinin sürekli olduğu savaşın mecbur kalındığında başvurulan bir yol olduğuna dair görüşleri asker-sivil çatışmasına zemin oluşturmaktadır. Savaş kapasitesi kesinlikle hükümetin niteliğine bağlıdır. Federal yapıda, merkezi teşkilatı zayıf demokratik ülkeler, kuvvetle teşkilatlanmış disiplinli (daha az demokratik) devletlere karşı daha zayıf durumda olacaktır. Barış felsefesi, ekonomi ve endüstrinin savaş dışı (arz/talep) fonksiyonlara göre oluştuğu ekonomilerde devletin harp için teşkilatlanması daha zor olmaktadır. Prusya geleneğinden etkilenen devletler harp için teşkilatlanarak genelkurmay teşkilatını kurmuşlar, demokratik kriterlere daha fazla değer veren Atlantik güçleri genelkurmay teşkilatını harp hazırlığı olarak algılamışlar daha geç tarihlerde kurmuşlardır. Amerikan iç savaşı I. Dünya Savaşı'nın öncüsü rolünü oynamıştır. Bu savaş büyük orduların demiryolları, telgraf, zırhlı araçları, demiryolu, demiryolu topçusu, zırhlı gemiler, balonlar, siperler ve tel engelleriyle modern savaşların öncüsü olmuştur. Kuzeyin sanayi ve teknolojik üstünlüğü karşısında güneyin askeri nitelikleri ve cesareti geçersiz kalmıştır. Bu savaşta ateş gücü karşısında siper savunması konsepti geniş şekilde denenmiş, savaşın başlangıcında etkili karar ve plânla sonucu tayin edecek hazırlıklar yapılmadığı taktirde mücadele statik şekle dönüşmekte, iki tarafta bitkin düşmektedir. I. Dünya Savaşı başladığında birçok askeri lider savaşın birkaç ay içinde biteceğini sanıyordu. Bu görüş Marn Muharebesi'ne kadar devam etmiş, 1915'de siper muharebeleri başlayınca Fransız-Alman cephesi Atlantik'ten İsviçre hudutlarına kadar uzanıyordu. Cephenin kanadı yoktu, harekât harbi imkânsız hale gelmişti. Cephede yarma yapmak için yoğun topçu ateşi gerekiyordu. Bu durum baskın yapılmasını imkânsız hale getiriyordu. Çok zayiata sebep olan cephe taarruzları sonuç vermiyordu... Karşılıklı saldırılar, insan ve malzeme kayıplarını artırıyor, harekâtın gerektirdiği ikmal maddesi ve teçhizat ihtiyacı tahminlerin üstüne çıkmıştı. Bu durum askeri liderlerin dışında milli ekonominin etkin şekilde düzenlenmesi ve yeterli ölçüde desteklenmesi için etkili bir sivil yönetimi gerektiriyordu. Sivil yönetemin askeri harekâta katkısı iki yönlü olmakta idi; Birincisi malzeme ikmal düzeninin sağlanması için sivil ekonominin tanzim edilmesi, ikincisi; savaşların ittifak veya koalisyon gayretlerinin koordine edilmesi ihtiyacı idi. Savaşların malzeme ve ikmal maddesi ihtiyacının önemini ilk defa iktisatçı Dr. Walter Rathenau taşınması, beslenmesi, bakılması, tedavi edilmesi elverişli malzeme ve mühimmatla desteklenmesi olarak görmüş, o, hareket halindeki birliklerin geniş alanlara yayılmış askerlerin kuvvetini, Ren Nehri doğusundaki fabrika bacalarından alması gerektiğini söylemiştir. 1914'de aynı konuyu gündeme getiren iktisatçılardan biri de Arthur Dix'dir. Moltke'ye bir rapor yollayarak genelkurmayı ekonomik olarak destekleyen bir karargah kurulmasını önerdi. Moltke'nin cevabı ilginçtir; "Beni ekonomiyle meşgul etmeyin, ben savaşı sevk ve idare etmekle meşgulüm." Rathenau, Marn yenilgisinden sonra Moltke'nin yerine geçen Falkerhayn'a görüşlerini kısmen kabul ettirdi. 1915 başlarında Kriegs-rohtstoff-Abteilung adlı savaş destek şubesini kurdu... Bu şube Almanya'nın dört yıl boyunca kaynak ve kapasite bakımından çok güçlü olan koalisyon güçlerine karşı direnmesinde çok etkili rol oynadı. Alman endüstrisi Rathenau'nun büyük çabalarına rağmen arzu edilen başarıyı gösteremedi. Ancak gelecek savaşın insan gücü dahil tüm kaynakların iyi kontrol ve koordine edilmesiyle başarılacağı anlaşıldı. Goering'in dört yıllık askeri-ekonomik plânı bu görüşlerden ilham alınarak ortaya çıkmıştır. I. Dünya Savaşı'ndaki koalisyon liderleri David Lloyd George, Winston Churchill, Clemenceau farklı zihniyet, gelenek ve ortamlarda yetişmiş şahsiyetlerdir. Churchill iyi bir hatip ve sorumluluk üstlenmeyi seven bir kişiydi. 1915 Marn Muharebesi'nin siper savaşlarına dönüşmesi üzerine Churchill hadiseyi şöyle değerlendirmişti: "Muharebeler kan dökerek ve manevra ile kazanılır. Yetenekli generaller kayıp vermekten kaçınarak, manevrayı etkin şekilde kullanırlar, yıpratma muharebeleri askeri tarih ve strateji ile çelişki içindedir. Büyük askerler muharebelerin bu şekilde kazanılmaz hale dönüşmesini kabul edemezler. Manevra savaşları büyük asker ve komutanları yaratmıştır." Manevra kabiliyetini kullanan komutanların kaybı az olmuştur. Büyük komutanlar sadece aklı, muhakeme gücünü temsil etmezler. Hayal gücü ve düşmanı kuşkuya (şüpheye) düşürecek şeytani plânları olmalıdır." "Zafer kazanılması için kan dökülmesini engelleyen bir mantıkla savaşan komutan ve asker çok şereflidir." "Savaşta insan hayatını değiş tokuş haline getirip ölenleri saymaktan ibaret bir anlayış insanlığın gözünde değersiz bir iştir." Churchill "makinalı tüfek ve torpidoların hasmı durdurması ve harbi statik hale sokması sebebiyle bunu aşacak çarenin mekanik başka araçlar yaparak savaşı hareketli hale getirmektir" demiştir. Churchill gemileri torpidolardan korumak için zırh tasarımına, piyade erini top ve makinalı tüfek ateşinden korumak için askere çelik yelek giydirilmesi projelerine destek verdi. Batı Avrupa'da (Marn'da) harekâtın statik hale gelmesi üzerine Ortadoğu ve Balkanlar'da yeni cepheler açarak dengeyi başka bir şekilde düzeltmeye (veya bozmaya) karar verdi. Lloyd George savaşı bir malzeme muharebesi olarak görmüştür. Savaşın malzeme ve teknolojiye intibak ettirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bazı generallerin silah, teknoloji ve kullanım metodlarındaki değişikliği geç farkettiklerini görmüştü. Savunma Bakanlığı'nın birkaç tecrübeli firmanın dışında başka firmaların savaş teknolojisi ve malzemesi üretemeyeceğine dair peşin hükmü L.George'un en önemli sıkıntısı idi. L.George, savaşa yönelik üretim için bütün kaynakların seferber edilmesi gerektiğini tekrar tekrar vurguladı. Bu düşüncesi ve çabaları sonucunda Savaş Malzemesi Bakanlığı kuruldu ve bunun başına L.George getirildi. Marn'da tarafların siperlere çakılıp kalması Churchill'i değişik tedbirler almaya zorladı. Ruslara yeni cepheler açtırılması, Çanakkale üzerinden yeni zorlama girişimleri netice vermemişti. Bu başarısızlıklar askerlerle siviller arasındaki fikir ayrılıklarını derinleştirdi. Askeri harekâtın kimin kontrolünde ve nasıl yapılacağı tartışılır oldu. O günkü İngiliz hükümetinde birçok bakanlıkların bünyesinde danışman olarak profesyonel askerler görev yapıyordu. Bu askerler (askeri danışmanlar) teknik bakımdan uzman ve zamana ayak uyduran kimseler olduğu takdirde sistem iyi işliyordu. Şayet eski bilgilere bağlı kalarak, bir inatla, bilim ve sanayii potansiyelinin farkına varmadan fikir ve telkinlerde bulunuyorlarsa sistem yürümüyor, politikacılarla askerler arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkıyordu. Çanakkale yenilgisi Churchill'in Denizcilik Bakanlığı'ndan azledilmesine sebep oldu. Ancak makinalı tüfeğin her türlü arazide yürüyecek bir aracın üzerine takılarak kullanılması ve harbe hareket kazandırılması fikri Churchill'den sadır olmuştu. Bu fikir, askeri tarihe mekanize birliklerin kullanılmasına katkı olarak geçmiştir. Churchill savaş uçaklarının gelecek harp üzerine tesirleri konusunda da çok ciddi değerlendirmeler yapmıştır. Churchill'e göre "Modern savaş bir bütündür. Harp yönetimi siyasi, ekonomik ve askeri güçleri bir arada kullanmaya ve hertürlü bilgiye sahip liderliği gerektirmektedir." Churchill, Savaş Malzemesi Bakanı Lord Kitchener'in her tabura iki tane makinalı tüfek verilmesi gerektiğini söylemesi üzerine itiraz etmiş ve şöyle söylemiştir; "O sayının karesini bulun, onu iki ile çarpın, elde edeceğiniz rakkamı da iki misline çıkartın" demiştir. (16 tane) Lloyd George müttefikler arası koordinasyon üzerinde de durmuş, gayretlerin hedefe teksif edilebilmesi için fikir birliği oluşturulması gerektiğini söylemiş, zaman zaman yapılan müttefikler arası toplantı ve müzakkerelerden birşey çıkmamasının sebebi olarak şunu değerlendirmiştir: "Toplantıya gelen askeri liderler plânları ceplerinde gelirler, müzakkere edilecek birşey yoktur. Kendi plânları ile geri giderler... Ortak bir düşünce belirlenmesi için bir kurulun kurulması şarttır." İngiliz askerlerini Fransızların kontrol etmesi veya tersi bir durum, askerler arasında hoş karşılanmamış, Generaller birleşik komutanlık kurulmasını, kendi otoritelerinin kısıtlanması için sarfedilen gizli bir gayret olarak görmüşlerdir. Lloyd George, Bakanlar Kurulu'nda sivil görüşle uzman görüşün çarpışmasını şöyle değerlendirmektedir. Yeni bir icraat plânı ileri sürüldüğünde çoğu kere uzmanlar bunun teknik bakımdan yapılamayacağını ileri sürmüşlerdir. Getirilen önerileri red etme veya ayak sürme bazen telafisi imkânsız zararlar vermektedir. Bu durum savaşta ve barışta başımıza devamlı geliyordu. Uzmanlarla siviller arasında karşılıklı güvene dayalı bir işbirliği olmadığı takdirde başarıya ulaşılamaz. Lloyd George diyor ki, "Askeri liderlerin sivilleri dikkate almamaya, hatta bir bakıma kendilerini milletten üstün görmeye başlayarak askeri diktatörlüğe doğru eğilim göstermişlerdir." Peter Wright'a göre, "onlar millet için yaşamamaktadır, millet onlar için yaşamakta ve ölmektedir." Bazen kimin veya hangi ekolün lider olacağı, kimin terfi edeceği kararı, kadroları birbirine karşı düşmana karşı olduğundan daha saldırgan yapmaktadır." Lloyd George'de, Churchill gibi Avrupa'da komutanlığın tek merkezde toplanmamış olmasını bir zaafiyet olarak görüyordu. 1916-1918 yılları arasında İngiliz Genelkurmay Başkanı olan Sir William Robertson, Marn'daki siper savaşının birebir bütün Almanların öldürülmesiyle, bütün İngiliz erkeklerinin baştan aşağı silahlandırılarak cepheye sürülmesiyle başarılacağına inanıyordu. Robertson katı bir düşünceye sahipti. Askeri bir kavram olarak sadakata çok önem vermesi, astlarını korkudan titretmesi kesin bir zafer kazanılmasına yetmedi. 1916-1918 arasında İngiltere'de asker-sivil bütün herkes zafer kazanmak için tüm güçleriyle çalışmıştır. Fakat her iki taraf da diğerinin hatalı olduğuna inanmış şu şöyle şöyle olsaydı daha iyi olurdu demiştir. Askerlerin kamuou önünde açıkça konuşamamaları sivillere göre dezavantaj teşkil etmiş kendilerini ve haklı yanlarını savunamamışlardır. Lloyd George ile İngiliz Genel Kurmay Başkanı (Robertson-Haig) arasındaki anlaşmazlığın temel sebebi Başbakan'ın isteklerini generallere kabul ettirememesidir. İngiliz resmi tebliğleri ve gazeteler, askerleri halkın gözünde yücelttikleri için hatalı oldukları zaman görevden el çektirmek mümkün olmamış veya görevden uzaklaştırılamayacak kadar halk desteğine sahip oldukları için bu yapılamamıştır. 1917'de Fransa'daki Nivelle Taarruzu'nda sivil ve asker yetkililer arasındaki mücadele demokratik devletlerin savaşta ne gibi müşkülatlarla karşı karşıya kalacağını, bakanların teknisyen ve danışmanlar karşısındaki çaresizliğini ve profesyoneller arasında karar vermekten yoksun olduklarını gösteren bir resim gibidir. Başbakan ve Savaş Bakanlığı'nın cephe komutanlıklarından daha üst bir makam olması, komuta kademesine diş geçirdikleri manasına gelmiyordu. Demokrasiler kendi varlıkları için savaşırken bile zaaflardan kurtulamamaktadır. Hükümet başkanı hangi zamanda hangi şartlar altında profesyonel askeri liderlere hükmünü geçirecekti. İzlenecek tutum hakkında askeri ve sivil liderler arasında görüş farkları olduğu zaman ne yapılacaktı? Nasıl giderilecekti? Bu sorunlar çözülemeden devam etmektedir. Stratejinin tümüyle askeri bir sorun olmaması, önemli ölçüde politik ve teknik unsurların olması sistemi karmaşık hale getirmektedir. Savaş sanatının fizik veya matematik gibi kesin bir bilim olmaması, muhakemeye dayalı akıl yürütme sanaatı olması sebebiyle liderlik, farklı yoğurt yeme şekli sistemde iç çatışmaya sebep olmaktadır. İngiltere 28 Ekim 1913'de sivil ve askeri unsurlar arasındaki ilişkiler yasasını çıkartmış savaş boyu Fransa'da askeri otoriteyi tek merkezde toplama işini başaramamış, asker sivil ilişkilerini de sağlıklı bir şekilde yürütememiştir. (Ordunun ve sivil hükümetin yetki anlaşmazlığı her zaman olmuştur.) Sivillerin tavsiyelerde bulunurken emir verememesi hem İngiltere'de hem Fransa'da olağan işlerdendi. I. Dünya Savaşı'nda Fransa'da da Genel Kurmay Başkanları, Savunma Bakanı ve Başbakan arasında otorite konusunda anlaşmazlıklar yaşanmıştır. 1917'de Savaş Bakanı olan General Lyautey "Parlamenter diktatörlük" kurdu... Daha sonra Başbakanlığa gelen Clemenceau asker sivil ilişkilerini düzenledi. Alman taarruzları başladıktan sonra Foch'u yüksek komutanlığa getirdi. Alman taarruzları durdurulduktan sonra Fransız komutanlığı cephe taarruzları yaparak Almanların püskürtülmesini düşünüyordu. Halbuki Clemenceau Alman ulaştırma hatlarının hedef alınmasını istiyordu. İşte bu noktada çatışma başladı. Tartışmalar asker-sivil üstünlüğü etrafında yoğunlaştı. Cumhurbaşkanı Poıncare normal olarak Başbakan'ı desteklemesi (hiyerarşi bakımından) gerekirken Foch'u tuttu. Cephedeki Amerikan birliklerinin nasıl kullanılması gerektiği noktasında da Başbakan'la Foch arasında fikir ayrılığı ortaya çıktı. Amerikan Başkanı Wilson "Amerikan ordusunu kendi hükümetine itaat etmeyen bir generalin kontrolüne vermeyeceğini açıkladı." Clemenceau I. Dünya Savaşı'nın müttefiklerce kazanılmasına büyük katkıda bulundu. Savaş Bakanlığı'nın yeniden düzenlenmesi, bir çok askeri kadro ve komisyonun kaldırılması, yeni ve enerjik liderlerin seçilmesi, 1918'de yapılan stratejik taarruz için olağanüstü katkılar yapması sayılabilir. I. Dünya Savaşı'ndaki müttefiklerin (bize göre ihtilaf devletlerinin) liderleri sivil yöneticilerdi. Savaşın karmaşık ihtiyaçlarına ve her alanı kapsayan muazzam teferruatına cevap verecek bir idarenin kurulması, harbi sevk ve idare etmesi, iyi derecede bilgiye açık görüşe, tarafsızlığa ve inanca sahip olmayı gerektirmektedir. Askeri liderlerle sağlam temellere dayanan bir işbirliği yapılabilirse, işler daha kolay ve daha isabetli başarılmaktadır. Bu yapılamadığı takdirde sürtüşme, çekememezlik, diş geçirememek gibi idari zaafiyetler ortaya çıkmakta bu da başarısızlık ve felaketi getirmektedir.