... dünden devam

 14 Ağustos 1974’de başlayan 2’nci Kıbrıs Harekâtında ise asıl kuruluşuna dönerek, 28’nci Motorize Tümen Komutanlığının emrinde görev yapan, 230’ncu Motorize Piyade Alayının 2’nci Taburu olarak, kendisine verilen hedefleri; başta Miamilya Köyü - Lefkoşa Sanayi Bölgesini ele geçirmiş, bu arada 1’nci Taburumuzun Timbu Havalanı’nı ele geçirip, Gazi Mağosaya’da girmesini takiben, Alayın emir komuta bütünlüğü içinde kendisine emanet edilen cephede görevini başarıyla sürdürmüştür. Bkz. Kaynakça 5 ve 9)

Tümen Komutanımızın (28’nci Motorize Piyade Tümen Komutanı; Tümgeneral Osman Fazıl Polat, kendisini rahmetle anıyorum, ruhu şad olsun.) yapmış olduğu o hamasi konuşmayı hala hatırlarım. Konuşurken kesik, kesik konuşuyor ve soluyordu. Belli ki, o da çok heyecanlıydı. Biliyordu ki, hitap ettiği subay ve astsubaylarından pek çoğu belki de bir daha geri dönemeyeceklerdi…

Savaş ortamının heyecanı devam ederken, Kıbrıs’a gidecek birliğimizin içinde genç bir arkadaşımızın Teğmen Erkan Sucunun Çubuk Belediyesinin nikâh dairesinde gerçekleşen evlenme törenini de anlatmadan geçemeyeceğim!

Ne büyük bir tesadüftü ki, Teğmen arkadaşın çok önceden belli olan nikâh töreninin yapılacağı gün; alayımıza alarm verilmiş ve onunda mensubu olduğu taburumuz, Kıbrıs’a savaşa katılmak üzere hareket ediyordu… O günün gecesinde Alay Komutanımız bu nikâh töreninden sonra, subay gazinosunda bir yemek düzenlemişti. Ancak değil yemeğe katılmak, silah arkadaşımız, nikâh masasından kalkar, kalkmaz; gerdeğe dahi giremeden adaya hareket etmişti. İşte Türk Subayının vatan ve vazife aşkı böyle bir şeydi…

Adaya harekât emri alındıktan kısa bir süre sonra, savaşa katılacak bölükler; personel, teçhizat ve malzeme yönünden % 100 savaş kadrosu haline getirilmişler, sadece adaya intikal için verilecek son emri beklemeye başlamışlardı.

Taburumuzun güney sahillerimize intikali için 20 otobüs, 10 adet treylerin emrimize verildiği bildirilmişti. Saat tam 18.00 idi. Bu araçların gelmelerine daha 4 saat vardı. Karargâh arkadaşım Piyade Üsteğmen Kamil Arslan’dı. (1969 Harbiye mezunu.) İyi kalpli, babayiğit bir subaydı. Saatler iyice ilerlemiş, hareket saatimize az bir zaman kalmıştı. Tabur Komutanımızdan izin alarak, Alayımızın subay gazinosuna gittim. Saat 19.30’du. Eşim ve kızım gazinonun bahçesindeki havuza yakın bir masada diğer subay eşleriyle birlikte oturmuşlar olanı biteni anlamaya çalışıyorlardı! Gülümün o güzel yüzü, solgun ve hüzün doluydu. Birbirimize yaklaştık. Adeta fısıldayarak sordu:

“Atim ne zaman gidiyorsunuz? “

Cevabı güçtü, çünkü bu bambaşka bir soruştu! Sanki bir daha dönmeyecekmişim gibi soruyor, gözlerimin içine bir başka bakıyordu. En sonunda o da ağlamaya başladı. Minik kızımda ağlamaya başlamıştı. Boğazıma saplanan hıçkırıklar, nefes almama mani oluyordu. Ne büyük bir acı, ne zordu Yarabbi! Ancak bu zorluk karşısında metin olmalıydım. Böylesi onurlu bir görev kaç zabite nasip olurdu ki?Eşim ve yavrumla son bir kez daha kucaklaştık. Onları önce kendilerine, sonrada Allaha emanet ettim ve birbirimize gülümseyerek ayrıldık…

Saatler tam 22.00’yi gösterirken; birliğimizi, güney sahillerinden Kıbrıs adasına hava indirmenin yapılacağı bölgeye götürecek otobüsler geldi. Daha önce saat 19.30’da taburun personelin üzerinde taşıyacağı malzemeleri hariç diğer ağır teçhizat ve malzemesini, ağır silah cephanesini, personel demirbaş erzak hariç diğer gıda malzemesini taşıyacak olan treylerler gelmiş, bu malzeme ve teçhizatın yüklenmesi tamamlanmıştı.

Artık sıra; harekâta katılacak personeli taşıyan otobüslerin hareketine, yani bize gelmişti. Taburumuzu götürmek üzere gelen otobüsler, alay nizamiyesinden içeri girerken; ben, Gülüm ve kızım son bir kez daha kucaklaştık. Gözlerimizden süzülen yaşları ve donuklaşan kederli bakışlarımızı artık birbirimizden saklayamıyorduk. Bu anı anlatabilmek ne kadar zor ise; böylesi bir durumu yaşamayanların hissedebilmeleri de o kadar zordu! Şunu da tahmin edebiliyordum ki! Bizim gibi binlerce askerimiz aynı duyguları paylaşırken, eminim milletimizin tamamı da büyük bir heyecanla bizi destekliyordu…Ancak, bu yolun sonundan bir daha geriye dönmemek de vardı! 18 Temmuz 1974 gecesinin bitimine 2 saat kala, eşimle son bir kez daha göz, göze geldik. Onun o güzel gözlerindeki çaresiz ama gurur dolu bakışlarını ömrüm boyunca unutamayacaktım. Kucaklaştık, mis kokulu Gül’ümü, 3 yaşındaki güzel kızım Ebuş’umu öptüm ve Kıbrıs’a gitmek üzere otobüslere binmeye başlayan askerlerimin arasına ben de karıştım…

devamı yarın...