Geçtiğimiz günlerin gündemi beni tek bir konu üzerinde bağladı. Bir tek şey düşünebiliyorum. Eğitimimden, öğrenimimden, okuduklarımdan, ailemden kısacası hayattan edindiğim her şeyi seferber ettim. Adalet nedir? Vicdan nedir? Toplumların vicdanı var mıdır? Kurumların, mahkemelerin, hakimlerin, savcıların vicdanı olur mu? Adalet vicdanın zuhur ettiği alan mıdır? Vicdan şartlara ve kişilere göre değişir mi? Vicdan büyür mü, tekamül eder mi?
Geçtiğimiz hafta Hrant Dink cinayeti davasının 14.Ağır Ceza Mahkemesi’nden çıkan sonucu toplum vicdanında derin bir yara açtı. Mahkeme kararından iki gün sonra Hrant’ın katledilişinin beşinci yıldönümü 19 Ocak Perşembe günü onbinler sokağa döküldü. Mahkeme bu şekilde sonuçlanmasaydı muhtemelen İstanbul’un o günkü hava koşullarında bu kadar insan anma töreni için sokaklara çıkmazdı. Gecikmiş olmanın vicdan azabını yaşıyoruz.
Uludere’de kaçakçılık yapmak zorunda kalan ve üzerlerine bomba yağan çocuklara sağlayamadığımız geçim koşulları için vicdanımız kanıyor. Bu içler acısı tablonun ortaya çıkmaması için neler yapabilirdik? Burada da geç kaldık.
Van Depremi’nde yıkılan binalar, oteller ne inşa aşamasında, ne işletme ruhsatı alma aşamasında sorumlu merciler tarafından gereken şekilde kontrol edildi. Deprem çadırlarında onlarca insanımız yanarak, dumandan boğularak öldü. Önünü kesebileceğimiz kayıplar vardı, durdurmadık. Vicdanımız rahatsız...
Toplumun vicdanı olur mu? Yoksa toplumun vicdanının tecelli alanı hukuk sistemi midir? Eğer öyleyse adil ve bağımsız bir yargı her vatandaşın temel hakkı olmalıdır. En nefret ettiğimiz kişi ya da en azılı düşmanımız için bile adil bir yargılamayı dilemeliyiz. Sonunda bizim de başvuracağımız ve çözüm arayacağımız yer aynı hukuk sistemi olacak. Hukuk teknik temeli gereği vicdanımızın etkilendiği objektif olmayan, bize ait değerlerle ortaya çıkabilecek “yanılma”  ihtimalini taşımaz. Daha doğrusu taşımamalıdır. Üretilmemiş, türetilmemiş, somut ve teknik olarak geçerli delillere dayanarak en doğru sonuca ulaşmalıdır. Sıradan vatandaşın istediği, beklediği ve hakkı olan budur. Toplum hükümetleri devlet organları aracılığıyla hukuk sisteminin adil işlemesini sağlaması ve vicdanlarımızın rahat olması için göreve getirir. Adalet ve hukuk mahkemelerde başlamaz, mahkemelerde sonuca erdirilir. Adalet ve hukuk “olan olmadan” tecelli etmelidir.
Öyle görülüyor ki, vicdan harekete geçiriyor insanı. En azından bir grup insanı harekete geçirdiğini görüyoruz. İç terazimizin ölçeğinin dışına çıkan, terazimizin dengesini bozan olaylar bizi rahatsız ediyor. Ama vicdanımızın bizi harekete geçirmesi biraz zaman mı aldı? Geç harekete geçiren vicdan vicdan mıdır? Yoksa olabilecekleri öngörme potansiyeli olanların “olanlar olmadan” yapabileceği bir şeyler var mı, var mıydı?
Vicdanımızı ancak hakiki ve saf bir ruhla kendimizi ötekinin yerine koyarak geliştirebilir ve büyütebiliriz. Ötekileri ya da bizimkileri dinleyerek, anlayarak, öğrenerek, bilgilenerek büyütebiliriz. Yan yana gelerek, değişime katkıda bulunarak ve daha sonra sulu gözlü açıklamalara yol açacak olaylar “olmadan” engellemeye katkıda bulunarak vicdanımızı büyütebiliriz.
Geciken vicdan, vicdan değildir. Yerine getirilmemiş sorumluluklardan doğan “suçluluk”tur. Sizleri bilmem ama ihbar ediyorum ben suçluyum.