Geçtiğimiz hafta insanlık tarihinin en önemli buluşlarından biri CERN tarafından duyuruldu. “Higgs Bozonu bulundu.” Atomun yapısında varlığı bilinen ancak ispatlanamamış çekirdek parçacığının “orada” olduğu deneysel olarak kanıtlandı.
Pek çok bilimadamı atomun yani maddenin özelliklerini taşıyan en küçük birimin yapısını anlamaya ve çözmeye yaşamlarını adadılar ve adıyorlar da. Fransa’daki CERN’de pek çok değişik ülkeden yüzlerce bilimadamı varoluşun sırlarını çözebilmek için “dünyevi” sorunlardan arınmış, aynı projeye baş koyuyorlar. Yani o anda ülkeleri arasında savaş mı var, politikacıları birbirlerinin gözünü mü oyuyor onları ilgilendirmiyor. Suriyeli, Türk, Fransız, Amerikalı, kısacası dünyanın dört bir yanından gelen bilimadamları hedefe kilitlenmiş durumda ve bu adanmışlık en önemli meyvasını geçtiğimiz hafta verdi.
Kafasını bu işe; bu bilinen ama ispatlanamayan parçacığa takanlardan birisi de Nobel ödüllü fizikçi  Leon Lederman… Bu varlığından emin olunan parçacık 1993’de hâlâ keşfedilemediği için yazdığı bir kitaba “Tanrı’nın Belâsı Parçacık” demek istemiş. Ancak kitabın editörü bu ismin uygun olmayacağını, biraz da kitabın pazarlamasında işe yarayacağını düşünerek “Tanrı Parçacığı” ismini önermiş. Bu medyatik isim işe yaramış. Dinsel çağrışımları da olan “Tanrı Parçacığı” pek çok Hollywood filminde cazip bir kavram olarak sunuluyor izleyicilere. Hatırladıklarımın başında Tom Hanks’in baş rolünde oynadığı “Melekler ve Şeytanlar” geliyor.
Son hafta bu muhteşem buluşun detaylarını anlamak için CERN’in web sitesindekiler dahil olmak üzere pek çok bilgiye ve makaleye ulaşıp, okudum. Doğrusu fen tahsili yapmış, matematik ve kuantum teorisi bilen bir kişi için bile akıl, bilgi ve zekâ sınırlarını zorlayan bir konu. Ancak bu buluş ne işe yaradı derseniz, büyük patlamadan sonra neler olduğunu anlamamıza, çok boyutluluk ve paralel evrenle ilgili bilimsel soruları çoğaltıp, ispatlanmaya ihtiyacı olacak yeni teoriler üretmemize yol açacak. Belki de her şey bu noktada kilitlenip, onlarca yıl ötesine geçilemeyecek…
Öte yanda, ülkemiz de dahil dünyanın pek çok yerinde, tüm kaotik dönemlerde olduğu gibi insanlara mucizeler vaadeden ve kendilerine “kuantumcu” diyen birtakım kişiler türedi son yıllarda. Televizyonların en çok izlendiği saatlerde boy gösterip, sihirli sözcük “kuantum”u bol keseden kullanıp, “pozitif enerji” sözünü dillerinden düşürmeyen, insanları milyonda bir rastlanan mucizelerin onların da başına gelebileceğine inandırmaya uğraşan “pozitif enerji”li  tuhaf kuantumcular. Bu kuantumcular CERN’dekilere pek benzemiyor… Zaten CERN’dekiler de kendilerine “kuantumcu” demiyor. Şaşkınlıkla izliyorum. İzledikçe “eğitim” dediğimiz, ülkemizde hâlâ rotası belli olmayan geminin bizi boğulmaktan kurtaracak tek şey olduğuna inancım artıyor.
Bırakalım bizim üfürükçü kuantumcuları, dünyada olup bitenleri anlamak için gerçekte neler yapabiliriz ona bakalım… Tüm dertlerimizin anahtarının eğitimden geçtiğini, milli eğitim politikalarımızın gerçek dünyayı anlamamıza yarayacak şekilde geliştirilmesi gerektiğini, gelecekteki mutluluğumuzun öğrenme merakında gizli olduğunu bilelim. Kolayına kaçıp arkadaki cevap anahtarından kopya çekmeyelim…