Rusya Federasyonu Başkanı Putin'in Türkiye ziyaretiyle birlikte Avrasya hareketi de gündeme geldi. Hemen belirtelim ki, Türkiye'nin Rusya ile ilişkileri başka, Avrasyacılık başka konsept ve stratejiler içermektedir...

 

Avrasyacılık fırsattan istifadeyle hemen bir alternatif kurtuluş yolu olarak dayatılırsa bu AB ile ilişkilerimizden farklı olmayacaktır. AB ile kurulan ilişkide olduğu gibi, Atatürk'ün Rusya ilişkisi ideolojilere kurban ediliyor, eksik ve farklı anlatılıyor, Avrasya Hareketine gerekçe gösteriliyor. Bu davranış tüm avantajlarımızı kaybetmemize neden olabilir.

 

ABD ile bugüne kadar hiç savaş yaşamadık ancak aramızda ciddi sürtüşmeler ve kırgınlıklar oluşmaya başlamıştır. Oysa Rusya ile tarihte birçok kez savaştığımız bilinen bir gerçektir. Elbette ABD, Rusya'dan farklı olarak sadece iki yüzyıllık bir tarihi geçmişe sahiptir ama ABD ile Türkiye arasında bir savaş yaşanmamasının tek nedeni bu değildir. Türkiye ve ABD birbirine çok uzak coğrafyalarda yaşamaktadır... Türkler ve Ruslar ise birbirine yakın hatta iç içe geçmiş iki kültürün asırlardır bir arada yaşadığı toplumlarıdır. Bu iki milletin yaptığı savaşlar coğrafi birlikteliğin doğal bir sonucudur.

 

Bunun yanı sıra 1917 Devrimi ile komünist rejimin iktidara gelmesi sonucunda Rusya ile Türkiye ilişkilerinin bozulduğu iddiası da doğru değildir. Aksine, 1917'den sonra Ruslar Kurtuluş Savaşımıza önemli ölçülerde katkıda bulunmuştur... Türk-Rus ilişkileri Stalin'in yönetime gelmesi ile bozulmuştur. Emperyalist politikalar ve işgal emelli davranışlar içerisine giren Stalin yönetimindeki Rusya ile yollarımız II. Dünya savaşı sonrasında iyice ayrılmış ve NATO'ya üyeliğimiz ile pekişmiştir.

 

Bugün Rusya ile ilişkilerin ve özellikle Avrasya kavramının öneminden dolayı yazıyı üç bölümde ele alacağız. Önce bu ilişkilerin Milli Mücadele dönemindeki gerçek boyutlarını ortaya koyalım.

 

Batının emperyalist saldırıları karşısında Atatürk'ün Rusya ile ikili ilişkileri başlatarak geliştirdiği bir gerçektir. Ülkenin o dönemde içinde bulunduğu koşullar ve iç dinamikler değerlendirildiğinde, bugün aynı koşullar olmasa bile iç dinamiklerin aynı etkilere maruz kaldığı bir gerçektir. Bu açıdan günümüze örnek teşkil edecek bir süreçtir.

 

Atatürk Milli Mücadele döneminin çok zor koşullarında Sovyet Rusya ile karşılıklı ilişkiler geliştirmiş ve o zor dönemi doğuda da bir cephe açmadan aşabilmek için Rusya ile anlaşmalar yaparak aşmıştır.

 

Ama bütün bunlar yaşanırken, dönemin zor koşullarında bile istihbarata çok önem vermiş, ülkenin aleyhine devam eden yeraltı faaliyetlerini tespit edebilmiştir. Aynı dönmede Atatürk, İngiltere'nin kışkırttığı iç isyanlar ile uğraşmaya başlamıştır. Ayrıca yine aynı dönemde Sovyet Rusya Türkiye'ye rejim ithal etme çabasına girişmiştir.

 

Durumu ifade eden resmi mektup şöyledir; Garp Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa'ya gönderdiği tahrirat'ta (resmi dairece yazılan mektup) 16 Eylül 1920. Koyu renkli yazılar Atatürk'ün bizzat kendi ifadeleridir. 

 

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının "Türkiye Komünist Merkezi Umumisini ihdas ettiklerini"[1] ve "memlekette bir inkılâbı içtimai vücuda getirmek"[1] amacında olduklarını tespit etmiştir.

 

Atatürk, aynı mektupta bu faaliyeti "Ruslarda dâhili sademat ile memleketimizi ellerine geçirmek istiyorlar" şeklinde değerlendirerek, mektubun son maddesinde "izahatlarımdan anlaşılmıştır ki, bilâ kayd-ü şart Rus tâbiiyeti demek olan dâhilîdeki komünizm teşkilatı gaye itibarıyla tamamen bizim aleyhimizedir. Gizli komünizm teşkilatını her surette tevkif ve teb'it etmek mecburiyetindeyiz"[1] şeklinde de bir karara varmıştır.

 

Ancak Rusya ile ilişkilerini bozmamak için almış olduğu tavır ise oldukça diplomatik bir tutum içermektedir. Mektup şu cümle ile son bulmaktadır "Vaziyetini arz ettiğim gibi Şark veya Garp ile muayyen bir neticeye varmadan inkılâbattan içtinap etmek ve bilmünasebe Mustafa Suphi Yoldaşa da yazdığım veçhile ne yapılacak ise hükümet vasıtası ile yapmaktır. Bittabi komünizm ve Bolşevizm'e alenen aleyhtarlığı muvafık görmem"[1].

 

Batının açık saldırıları devam ederken ve Atatürk Rusya ile ikili ilişkilerini bozmamaya özen gösterirken bile, bulunduğu coğrafyada var olmanın gereği ve uluslar arası ilişkilerin önemli unsurlarından bir olan bir nebze "emperyal" (etki alanı yaratmak) olmanın gerekliliği ile hareket etmiştir. Yakın coğrafyalar ile ilgilenmiş bu coğrafyalarda yaşayan toplumlara önderlik etme olgusunu yerleştirmiştir. Aynı zamanda ortak değerlere sahip olduğu halklar ile ilgilenirken kendisinin de ait olduğu kültür ve coğrafi değerlere dikkat çekmiştir. Atatürk'ün Lenin'e yazdığı mektup bu duruma örnek teşkil etmektedir. 5 Ocak 1921.

 

Moskova'da Halk Komiserleri Meclis Reisi Lenin Yoldaş'a

 

"Reis Yoldaş! Telsiz telgrafla Moskova'dan vaki olan bir tebliğ ile Sovyet Rusyası tarafından Dağıstan'ın istiklali tanındığına muttali olduk. Bu mesut kararın Bolşevizm dünyası ile İslam dünyası arasındaki münasebata fevkalade hüsnü tesir edeceğine ve bu suretle bizleri hali hazır kapitalist idaresinin iktibası hayat ve kuvvet eylediği Garp emperyalizmini devirmekten ibaret olan müşterek gayemize daha ziyade yaklaşdıracağına şüphe etmiyorum"[2]. Mektup bu istikamette devam ediyor ve Türk-Rus yakınlık ve işbirliğinin olumluğundan bahsederek teşekkürle son buluyor.      

 

Atatürk Rusya ile ilişkilerine oldukça fazla önem veriyor. Rusya ile yaptığı anlaşmaların yanı sıra Kafkasya ile de bazı anlaşmalar yaptığını ve son olarak da Ukrayna ile anlaşmalar yaptığını Lenin'e bildiriyor. Atatürk Rusya ilişkilerine oldukça önem verdiği için bu ikili ilişkinin zedelenmesini ve diğer devletler ile yapılan anlaşmaların güvensizlik ortamı yaratmasını istemiyor. Ama bölgede aynı kararlılıkla hem güven vermeye hem Türkiye'nin kendi etki alanlarını yaratmaya devam ediyor. En önemlisi Atatürk hükümet politikasının temelinde Türk-Rus ilişkilerinin önemli ve devamlı olacağını belirtmesidir

 

10 Eylül 1922 tarihinde yine Lenin'e yazdığı bir mektubun tam metnini buraya sığdıramayız fakat içeriği şöyledir; Atatürk, Sağlık Sosyal Yardım Komiseri Dr. Rıza Nur Bey başkanlığındaki Türk heyetinin Ukrayna ile anlaşmalar yapmak ve onaylı belgelerin karşılıklı değişimini sağlamak üzere bu ülkeye gönderildiğini Rusya'ya bildiriyor. Bu heyet başkanının ayrıca özel bir görevle Lenin'i ziyaret edeceğini belirtiyor. Atatürk'ün Lenin'e mektubunda şu hususu önemlidir "Rus dostluluğu geçmişte olduğu gibi her zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin temel politikası olacaktır"[3].

 

 

Bu gün Rusya ile oluşacak yeni ikili ilişki ve anlaşmalar gereği bu süreçte devlet ve millet olarak nasıl kimlikli bir tutum alacağımızın yanı sıra, bu ilişkilerden rahatsız olacak dış ve iç mihrakların neler yapabileceğinin tespiti de önemlidir. Hatta Rusya'nın istek ve talepleri de bu anlamda çok önemlidir.

 

Pazar günkü yazımızda Rus bakış açısı ve Avrasyacılığı ele alacağız.

 

[1] A. F. Cebesoy Milli Mücadele Hatırları s. 472-475

 

[2] Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi: 59/17363

 

[3] Die Welt des İslams: VI. Nr. 3-4. s. 210-211 ve T.İ.T.E Atatürk tamim, telgraf ve beyannameleri s. 433