2003 yılında ABD ve İngiltere, kendilerininkiler başta olmak üzere yanlarına aldıkları başka ülkelerin askerleriyle Irak’ı işgal etmeye başlayınca; tüm dünya, onların Irak’ı derhal yenip istediklerini yapabileceğini sanmıştı. Aynı zamanda da ABD ve İngiltere, kırıntı miktarda da olsa yanlarına diğer ülkelerin askerlerini almakla Irak’ı işgallerini meşru gösterebileceklerini düşünmüşlerdi. ABD hem hukuksal haklılık hem de askerî başarı elde ederek Irak’ı tamamen ele geçirebileceğini düşünüyordu. Böylece ABD ve büyük ortağı İngiltere, yerleştikleri Irak topraklarında yapacakları siyaseti bölgeye de yayabilmeyi planlıyorlardı. Bu yolla Ortadoğu’da elde edilecek siyasi üstünlükle başta petrol olmak üzere enerji alanından başlayarak pek çok konuda avantaj elde etmeyi planlıyorlardı. En önemlisi ABD ve İngiltere’nin Asya ve Afrika kıtaları arasına yerleştirdiği Ortadoğu merkezli yayılmacı politikaları için çok önemli stratejik noktayı ele geçirmiş olacaklar ve daha ötesinde bu kritik stratejik noktayı bizzat kontrol edeceklerdi. Bu nedenle ABD, Türkiye’ye “Haydi siz de bu işgale katılın” dediği zaman, bir yanda hukuksal meşruiyetini bölgeden destekleyen başka bir ülke daha kazanmış olacak, ama aynı zamanda da askeri gücüne destek güç elde edebilecekti. ABD için Irak’ın işgali hiçbir zaman yeterli değildi. Irak işgalinin anlamlı olabilmesi için Irak çevre ülkelerinin de aynı kıvama getirilmesi gerekiyordu. Çevre ülkelerden İran, bu konuda akla bile getirilmemişti; çünkü İran doğrudan düşmandı, diğer Arap devletleri eldeki kuştu. Öyleyse Türkiye ikna edilmesi ve ortak hareket edilmesi gereken yegâne ülkeydi. Sonuç olarak bu gün; İran doğal düşman olma pozisyonunu koruyor, bölge Arap ülkeleri de eldeki kuş olma pozisyonunu sürdürüyor. Demek ki, esas sorun olarak geriye bir tek Türkiye kalıyor. Türkiye daldaki kuş mu? * Türkiye bu gün bulunduğu bu coğrafyada yaşadıkça. * ABD ve İngiltere kontrollü batı Ortadoğu politikalarını devam ettirdikçe. * ABD ile İngiltere, Irak’ta işgal, tahkîm ve savunma esasına dayalı askerî harekâtını devam ettirdikçe Türkiye daldaki kuş olmaya devam edecek. Özellikle Türkiye, ABD ve İngiltere yanında Irak işgaline katılmamakla daldaki kuş olarak taş yağmuruna maruz kalacak. Hem Irak işgaline katılmayarak batının çıkarlarına hizmet etmeyeceksin, hem de batı kulübü olan AB’ye girme sürecini şahlandıracaksın, acemi müşteri tavrı... Bu durum önce AB’nin matah olmasının göstergesi değil elbette. Bu durum tam bir hesapsızlık, batı zaten ABD ve İngiltere ile işgale katılmadığı için, Türkiye’nin hedef tahtası haline geldiğini ve ABD ile İngiltere karşısında avantajsız duruma düştüğünü biliyor. AB kriterlerinin Türkiye için en keskin, en acımasız hale getirilmesinin başka bir nedeni olabilir mi? AB raporlarında Türkiye lehinde bir madde okuyabilmek bu koşullarda mümkün olabilir mi? Elbette hayır. Çünkü Türkiye, AB’ne göre ABD ve İngiltere ile sorun yaşıyor ve zaten karşılıklı sürtüşmenin baş göstermiş olmasını değerlendiren AB, istekli Türkiye karşısında elindeki kozları çok daha iyi oynamayı sürdürecektir. Nitekim de böyle oldu. Sonuç olarak, Ortadoğu merkezine yerleşmiş işgal güçleri, Irak çevre ülkeler kuşağında Türkiye’yi bir kez daha tehlikeli bir yere koyuyor. ABD ve İngiltere’nin Irak’ta bugün itibari ile kendi başlattıkları savaşta “savunan” durumuna gelmesi, bu iki ülkeyi, Irak dışında da daha saldırgan hale getiriyor. Türkiye bulunduğu sınırlar içinde çok rahat olursa, ABD’nin zayıf düştüğü, hatta savunmaya geçtiği Irak topraklarında askerî, siyasî ve ekonomik bakımdan bir tehdit unsuru haline gelmeye başlayacaktır. Nitekim Türkiye bu gün bir sınır ötesi operasyon sürecine girmiştir ki, bu operasyonu yapması ya da yapmamasından önce bunun tartışılması bile özellikle ABD’ni taciz etmektedir. ABD ve İngiltere’nin yaşanan bu süreci daha önceden ön görmemesi olası değildir. Bu nedenle onlar için, Türkiye bölgede eli kolu serbest bırakılan bir ülke olmamalıdır. Hemen 90’lı yıllara gidelim. Çeçenistan sorunu sırasında Türkiye’den savaşa destek vermek için giden gençleri hatırlayalım. Çeçenistan ile Türkiye arasında bir kan bağı yok, ama salt bazı değerlerin ortaklığı ve tarihten beri devam eden yakınlıklar nedeni ile onlarca gencimiz Çeçenistan’a giderek savaştı. Bugün ABD, Barzani ve Talabani silahlı “çetelerine” Türkmenleri hedef haline getirdi, Türkmenlerin her türlü hakkının gasp edilmesine ortam yarattı. Bu gün Türkiye’den Irak kuzeyine gidip Türkmenlere destek veren kimse yok. Çeçenistan’a gençlerimizi savaşmaya götüren en önemli değer dinî inançların ortak olmasıydı. Bu gün Irak’ta aynı durum söz konusu, ama bir tek gencimiz bu ülkeye savaşmaya gitmedi. Bunun tek bir nedeni var: Türkiye 2003 yılından beri PKK terör örgütüne endekslendi ve giderek artırılan bir Türk-Kürt ayrılığının körüklendiği sürece mahkûm edildi. ABD bunu bilerek ve kasten yarattı. ABD için ülkenin içinde bulunduğu bu kargaşa ortamı yaratılmasaydı, Çeçenistan örneğinde olduğu gibi gençlerimiz Irak’lı direnişçilerin yanında savaşmaya giderdi. Bu nedenle son 4 yıllık süreçte; Ayrılıkçı Kürtçüler tüm Kürtler Adına konuşuyormuş gibi öne çıkartıldı, tüm Kürtler ayrılıkçı gibi gösterildi. Eğer Kürtler ayrılıkçıysa Türkler buna “müsaade etmez milliyetçiliği” yaratıldı. Gayri meşru ve mafya ile objektif ve adil mücadele edilmedi, mafya PKK terör örgütünden beslenmeye başladı. Bu gelişme sokakta belirgin olarak ortaya çıktı, tepki görmeye başladı. Göç eden doğu-güneydoğu aileleri İstanbul, İzmir, Adana, Mersin gibi büyük şehirlerde “ne iş olsa yaparım” hayat tarzına yöneldiler, bu süreç zaten 2001 ekonomik krizinin ardından devreye girmişti. Sonuçta şehir kenarlarında da, doğulu, güneydoğulu ve hatta Kürt gettoları oluştu oluşturuldu. İşsizlik ve ekonomik sıkıntı, insanları boş kalmaya ve çaresizliğe ittiği kadar aynı anda içinde bulunduğu ortamı sorgulama-yargılama fırsatı verdi.