Önce, Tanrı ülkeyi gösteriş ve ün budalalarından korusun… 12 Eylül 1980’in hemen sonrasına gidelim. O günlerde ülkenin henüz sağ-sol çatışmasından bir askeri müdahale ile kurtulmuş olduğunu ve ancak aynı yıllarda ASALA terör örgütünün eylemlerinin devam ettiğini derhal hatırlayalım. 12 Eylül öncesi ve sonrası arasındaki tek fark anarşi ve terör olayları sonucunda şiddet eylemlerinin kesilmesi dışında (sağ-sol örgüt militanlarının yakalanıp hapse atılması dahil) siyasi ve ideolojik olarak fikirler öldürülememişti. 12 Eylül askeri müdahalesinden dört yıl kadar kısa bir süre sonra 17 Temmuz 1984’te Eruh ve Şemdinli baskınları ile ülkede yeni bir anarşi, terör ve şiddet eylemleri sahnelenmeye başladı. 1990’lı yıllara gelindiğinde her gün en çok dinlediğimiz haberler güvenlik güçleri ile PKK terör örgütü arasındaki çatışmalardı. Aynı yıllarda bir yandan PKK terörü ile mücadele edilirken diğer yandan örgüt gazeteleri basılıp dağıtılırdı. Sadece örgüt gazeteleri değil örgüte yakın yayın yapan dergi ve gazeteler de PKK terör örgütünü alenen desteklerlerdi. Bunların yanı sıra medyanın en çok okunan gazetelerinin belli başlı köşe yazarları yine terör örgütüne ve ayrılıkçı Kürtçülüğe destek veren yazılarını köşelerinde yayınlarlardı, şimdi olduğu gibi… “Yeni Ülke”, “Özgür Gündem” terör örgütünün doğrudan gazetesi olarak yayın yaparken, “2000’e Doğru” gibi dergiler de bu yayınlardan faksız olarak örgüt destekleyen yayınlar yapardı. Köşe yazarlarını tekrar belirtmeye gerek yok, onlar hala aynı yerlerinde duruyorlar. Bugün yenileri türemeye başladı; “Azadiye Velat” ve benzer gazeteler ne hikmetse “derin devlet” varken bile PKK terör örgütünün propagandasını, cezaevindeki örgüt başı Abdullah Öcalan’nın reklamını yapabiliyor, halkı eyleme davet edebiliyor. Daha o yıllarda bu üçlü yapı derin devlet söylemlerini en yüksek perdeden haykırarak devletin askerini, polisini, MİT personelini ve kurumları deşifre etmeye çalışırlardı. Yazdıklarına gelince “kuru-sıkı” palavradan öteye gitmez, gidemezdi de olgun devlet ses-seda çıkartmazdı. İşte bu kadar canhıraş bağırışa rağmen bile iddiaların ürünü olan derin olan devlet bir türlü ortaya çıkıp da bunlara tek bir fiske vurmazdı. Bu üçlü “ilk hareket kolu” (ilkel tip motorlarda kullanılırdı) tüm uğraşılarına rağmen yalan ve iftiradan başka bir şey üretemezdi. Bu üçlü yapının çoğu kez yargılanıp ceza aldığı zamanlar da vardır ki bu kez de yine imdatlarına adına derin dedikleri devlet yetişip kestirme yoldan tahliyelerini sağlar, bu devlet karşıtlarını “affederdi”. Bu üç ayaklı yapının “derin devlet-galadyo-kontrgerilla” söylemleri asla ve asla bir delil ya da gerçeğe dayanmadığı gibi bu söylemlerini “meşhur olma, gündemde olma, ün sahibi olma, kaostan faydalanma” gibi salt bireysel amaçları uğruna sarf ettiklerini sağduyu sahibi herkes bilirdi. Bu gün bunlardan biri siyasi bir partinin başkanı… Genel Kurmay Başkanlığı 1997 yılında bu parti başkanı hakkında sadece üç ayrı suç duyurusunda bulunarak hakkında dava açtı. Suç konuları; 1- PKK Kampını ziyaret ederek PKK terör örgütüne destek vermesi, 2- Org. Eşref Bitlis ve Em. Bnb. A. Cem Ersever cinayetinde TSK’ne iftira atmak ve 3- TSK’ni Susurluk olayları ile irtibatlandırmak. Bu gün bu siyasi parti başkanı “en milliyetçi, en devletçi, en askerci” bir lider… Sadece geçmişte “derin devlet vardır” narası atanlara bir örnek olsun diye yazdım. Ama bütün bunların yanı sıra, bu gün bu üçayaklı yapının bazı unsurları kendilerinin değiştiklerini ortaya koymaya çalışsalar da, 90’lı yıllarda deşifre etmeye çalıştıkları devlet organları ve bu organların mensuplarından hayatlarını ülke uğruna feda ederek şehit olanların hafızasında o kirli yüzleriyle kaldılar… Onlar hafızalarında “ben burada dağda-vadide-soğuk ya da sıcakta ülke adına PKK terör örgütüne karşı mücadele ederken bu ismi belli olanlar bana ve ülkeme karşı bu terör örgütünü desteklediler” gerçeği ile öldüler. Oradan dönemeyenlerin hafızaları sonsuza dek böyle dondu… Bir başka açıdan terör örgütüne, şeyhe, tarikata bu kadar dalkavukluk edenler, derin devlet yaygaraları koparırken onlar ne Türk sevdiler, ne Kürt; ne ülke sevdiler ne din; ne Allah ne sosyal adalet sevdiler; ne toplum ne ahlak sevdiler; onlar, onlar sadece ve sadece kendilerini ve çıkarlarını sevdiler… Tarih onları hep böyle hatırlayacak… Hemen yakın tarihimize dönüp son bir örnek verelim; 1984 15 Ağustosunda Eruh ve Şemdinli basıldığında sömürgeci Batı destekli terör Türkiye’de yeni bir ayrılıkçı Kürt hareketi başlatmak istiyordu. Bu baskının kahramanlarından Seferi Yılmaz bu eylemden ötürü 15 yıl ceza aldı. Aynı Seferi Yılmaz 2005 Kasım ayında bir kahraman ve mağdur ilan edildi. 1984 Şemdinli baskınıyla başlayan ve sonrasında terörle mücadeleyle geçen uzun süreçte Türkiye Cumhuriyeti devletinin kazandığı başarı; 2005 yılında bir çırpıda, bir terörist olan Seferi Yılmaz üzerinden PKK terör örgütünün siyasallaştırılması “başarısı” ile yer değiştirildi ve devletin bir savcısı olan Ferhat Sarıkaya ve arkasındaki güçler (belli odak ve isimler) bu başarı dönüşümünü el birliği ile sağladılar. Arkasından sırayla; Danıştay, Atabeyler planları uygulamaya konuldu… Devam edecek. [email protected] [email protected]