19 Ocak günü sıkılan bir çift kurşunun sadece tek bir bedeni hedeflemediği çok açık ortada artık. Hedefte bir beden var, hedefte kocaman bir ülke var, hedefte kafası son derece bulandırılan bir toplum var. Bu cinayete kurban giden Hrant Dink neredeyse kendi ölümünün üçüncü sırada yer alan konusu haline dönüştü. Hrant Dink cinayeti ile başlayan konuşmalar, programlar, haberler içerik olarak artık Hrant Dink’ten bahsetmiyor. Hrant Dink bu cinayetin konusu değil artık, Hrant Dink bu cinayetin ismi… İlk başından beri hemen herkes ittifakla bu cinayetin ülkeyi çok zor duruma sokacağını söylemişti. Şimdi geldiğimiz nokta da aynen böyle oldu ve ülke gerçekten bu gün zor ve sıkıntılı durumda. Her ne kadar cenaze günü yapılan tören ve öncesi yapılan toplanmalar ve burada ortaya konan tavır ve kullanılan sloganlar, törenin ve toplanmaların içeriğini bir başka amaç doğrultusunda yapıldığını ortaya koyduysa da, birileri ısrarla bu sayede Türkiye’nin özellikle dışarıya karşı saygınlık ve imajını kurtardıklarını belirttiler. Kim bilir belki de bu taviz bu nedenle verildi. Dışarıya karşı saygınlık ve imaj kurtarılmış olabilir ama içeride bu süreçte toplumun sosyal katmanlarının arasına demir kazıklar çakılarak çatlaklar yaratıldı. Neden bu cinayet ülke saygınlığını yok etsin di, neden önceki cinayetler saygınlığımızı yok edecek kalitede değildi. Sonuçta ülkenin mevcut yapısı ve durumu sarsılmaya çalışıldı. En önemlisi dışa karşı saygınlık kazanma çabası ve bu uğurda verilen taviz, içeride toplumsal saygınlığın derin yara almasına neden olmadı mı?. İşte daha bu ilk andan itibaren Hrant Dink kendi cinayetini konusu olmaktan çıkıp kendi ölümünün İsmi olmaya başladı… Hrant Dink, ülkenin sokulduğu hatta özellikle sokulmak istendiği zorlu durum karşısında ikincil olmaya başladı. Giderek yükselen yeni gelişmeler, hafiye-hukukçu yazarlar ve haberciler sayesinde süreci yeni bir boyuta taşıdı. Ülke yıllarca yağmalanmışken, zamanın belli ve önemli iş adamları tarihin büyük soygunlarını yapmışken hafiye-hukukçu yazar-haber kadroları bu denli başarılı olamamıştı. Salt gazetecilik adına deşifre etmeyi ülke-toplum çıkarına rağmen bir başarı sayanlar, hırsızlıkların, yolsuzlukların son noktaya geldiği zaman (çok değil altı sene önce) nedense bir tek şirketin bir evrakını, bir belgesini deşifre edemediler. Çalanların çaldıklarını nedense belgeleyemediler, bu hırsız ve dolandırıcıların hangi yabancı bankada ne kadar paraları var, bunu bir türlü deşifre edemediler. Yapamadılar mı yoksa yapmak mı istemediler? Gaffar Okan terör kurbanı sayıldı da bu yazar-haber üstatları Gaffar Okan’ın ölmeden önce uzun uzun kimlerle görüştüğünü ortaya çıkaramadılar, onların kendileri de zaten ortaya çıkmadı… Garip bir durum değil mi? Daha nice değerli insanınızın cinayetinin arkası ya böyle ısrarla doldurulmadı, ya da böyle ısrarla boş bırakıldı. Birkaç belli “yıldızlı” “komplo teorisi üreticileri” (fabrikatör ve tayfası) hariç. Bunlarda zaten bilerek işin içini değiştirdiler, olayı kendilerine siyasi malzeme yaptılar. Örnek mi “yıldızlı masallar” serisi! Neyse konumuza devam edecek olursak gelişen ve yükselen durum bu gün toplumun beynini felç etmek üzere… Sabahtan gece yarısına kadar devam eden günlük hayatta, her an değişen durum sanki yeni bir şeyi ortaya koyuyormuş gibi gözüküyor. Oysa gerçekte ortada ne bir gelişme sayılabilecek yenilik var, ne de ilerleme kaydettiren bir yenilik… Toplum gece yarısı olunca bozuk süt içmiş gibi mide ağrıları ile kıvranıyor, ertesi güne kendini hazırlıyor ama değişen bir şey olmuyor. İlk başta dışarıya karşı elde edilen saygınlığın içeride tersine kayboluşu, bu gün geldiğimiz noktada her daha da artan bir ivme ile devam ediyor. Ülke ve kurumları ciddi anlamda alenen tartışılmaya başlandı. Polis, Jandarma derken şimdi MİT ve Yargıtay ortaya atıldı. Yarın bu çizgide bakalım hangi kurumlar sokak kavgasına sokulmak istenecek? Birilerimi var acaba, ta uzakta… Bir tepede oturup… Karmaşayı seyreden ve timsah gözyaşları döken memnun birilerimi var acaba, hatta Gülen! Devlet kurumlarını birbirine yediren, toplumun kafasını allak-bullak eden… Ve hatta zamanında derin kehanette bulunan birileri mi var uzak diyarlarda, bu gün kehanetleri gerçekleşen? Kim bilir? Belki yarın belki yarından da yakın, uzaktan gelip ben bunları çözerim diyecek, dedirtilecek birileri mi var acaba? Yoksa şimdi birileri, yine bir şeyler mi çalıyor bizden? Yine birileri; bizden, siyasetten, bankadan, devletten, gelecekten, milli hedeflerden ve toplum çıkralarından, beyinlerimizden, sistemden, sınır ötesinden bir şeyler mi çalıyor? “Gülen” birileri… Bu sınırlar ötesinden “Gülen” bir cinayeti mi yoksa? [email protected] [email protected]