Yazının başlığı Almanya’da Leipzig Üniversitesi’nde 1921 yılında kabul edilen bir doktora çalışmasının adıdır. Bu çalışmanın sahibi Ahmed Muhiddin isimli bir Türk gencidir. Beni kara kara düşündüren bu hayat hikâyesini kısmen sizlerle paylaşmak istiyorum. Ahmed Muhiddin 1892 yılında İstanbul’da doğdu, ünversite tahsilini 1913 yılında Darulfûnun Edebiyat Fakültesinde tamamladı. Bir müddet öğretmenlik yaptı. Bir yüzbaşının oğlu olan Ahmed Muhiddin Ziya Gökalp’ın teşvik ve desteğiyle doktora çalışması yapmak için Almanya ya gitti. Bu çalışmasını üstün bir başarı ile 1921 yılında tamamladı. Darûlfünun’da birlikte okudukları devrin ünlü ediplerinden Falih Rıfkı, Ahmed Muhiddin’in vefatını mütakib yazdığı “BİR FACİA” başlıklı “önemli ve anlamlı yazısında” şu ifadelerde bulunuyor: “İdadinin ilk senelerinde bizim sınıfın birincisi idi. Fakir bir genç olduğundan, bazen en ucuz ders kitaplarını bile sarı deftere istinsah eder, öğle yemeklerinde evinden taşıdığı ekmek ve katıkla kanaat ederdi… Okumak, öğrenmek ve anlamak için hudutsuz bir ihtirası vardı. ……………… …………….. İdadinin son sınıfında tarih ve iktisat hocalarımız, ona nazaran talebe seviyesindeydi….. Darül Fünûnun Edebiyat şubesinde yalnız o şubenin değil bütün darûlfünunun en mümtaz genciydi. Bir yıl zarfında mükemmel Almanca öğrendi; Arabî ve Farisî’de, iki lisanın edebi eserlerini kusursuz anlayacak kadar terakki etti…….. …………. Harb-i Umumiden bir sene evvel memlekete geldi, yedi sekiz senedir burs aldığı Maarif Nezareti’ne müracaat ederek hocalık istedi. “Benden alacağınız var, ödemek istiyorum!”diyordu. Maarif müsteşarı cevap verdi: —Kadro doludur Sizden hesap soran yok rahatınıza bakınız. …………………… Para kazanmadığı için Eyüp Sultan’da fakir bir eve sığınmak zorunda kalmıştır.Yedi sekiz sene Almanya’da “ihtisas yaptıktan” hem de her gün memleketin en çok muhtaç olduğunu söylediğimiz bir konuda “mütehassıs olduktan sonra adi bir vapur kumpanyasında katip olarak çalışmaya razıydı… ...................………………. ……………………………… …………..Kısa bir hastalık,her türlü mukavemet kabiliyetini kaybeden bu 32 yaşındaki genci,Türkiye’de en iyi tahsil eden, sekiz sene Almanya’da iktisada çalışan, birkaç sene sonra Türkiye’nin en büyük şöhret ve kudretlerinden biri olmağa namzet bu zavallı dostu kara toprağa götürdü. ………………… —Mütehassısa muhtacız! Niçin, öldürmek için mi?” Evet niçin? Buna cevabı bu dahi Türk Gencinin fikirlerinde bulabiliriz. Zira eser büyük bir mütefekkir namzedinin kendine hamilik yapan Gökalp dâhil pek çok bileni geride bırakacak fikirleri ihtiva etmektedir. Özellikle herkesin Batıyla yatıp kalktığı bir dönemde Batıdan gelen bu delikanlı “batıcılık” için şunları söylemektedir”: “Batıcılık, Türklüğün tamamen Avrupalılaştırılması çabasından ibarettir. Ancak bu Türk- İslam Kültürünün tamamen terk edilmesi anlamına geleceğinden, buna karşı keskin karşı akımlar teşekkül etmiştir. Bu akım geçici olarak hakimiyeti sağlamışsa da, sonunda dahili parçalanma ve dağılma, siyasi gelişmeler ve bilhassa son yıllardaki savaşlar yoluyla oluşan genel dünya konjonktürü neticesinde yıkılmıştır. Bu akıma tepki olarak Türk Milliyetçiliği ve “reformasyon” ortaya çıkmıştır… …………………….. Türklerin milli yükselişleri uğruna Avrupalılaşmak zorunda oldukları görüşü hatalı ve zararlı bir görüş idi. Bu uğursuz görüş nedeniyle yakın dönemin bütün reform çalışmaları başarısızlığa mahkûm olmuştur.” Velhasıl, 80 yıl sonra Ahmed Muhiddin’in eseri Suat MERTOĞLU (Küre Yayınları) tarafından “Tercüme ve İnceleme” notuyla Türk okuruyla buluşmuştur. Onun uğradığı bu haksızlığı yine ardından bir yazı yayınlayan gazeteci arkadaşı Halim SABİT şöyle ifade etmiş: “Dünyada hele bizim memleketimizde hiç tahsil görmeyenler yahut tahsilleri eksik olanlar mesut bir hayata nail oldukları halde fazilet ve meziyet sahipleri mahrumiyet içinde kıvranıyorlar……….” Evet, ne acıdır ki; günümüzde de buna istisna sayılamayacak kadar örnek göstermek mümkündür.