Batı Medeniyetini, insan anlayışındaki kifayetsizlik, içte ve dışta ölçüsüz sömürü düzeni dayanılmaz bunalımların eşiğine getirmiştir.
1789 Fransız İhtilalı bu duruma karşı ilk büyük başkaldırıdır. Fransız İhtilâlı’nın “İnsan Ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesi” sosyalizm için önemli bir adım olmuştur. Bildirgede yer alan bireye ait siyasal hakların zamanla ekonomik güç ile sınırlı olduğu anlaşılınca bu haklara ekonomik eşitliğin eklenmesi gereği ortaya çıkmış, 1800’lü yılların başından itibaren ele alınmaya başlanmıştır. Bu konuyu, sistematik olarak ilk işleyenler Moses Hess, Karl Marks, Frederih Engels oldu. Özellikle Marks’ın tam bir ideolojik doktrin olarak ortaya koyduğu “Marksizm” bütün dünyada “ezilen halklar ve sınıflar üzerinde büyük tesir yarattı. Zaten insanı maddi bir dünya üzerinden şartlandırmış pozitivizm akımı Marksizm için özellikle entelektüel planda gerekli zemini hazırlamıştı. Böylece Rusya’da Lenin’in uygulamaya koyduğu komünizm, Almanya’da Nazizm ve İtalya’da Faşizm olarak ortaya çıktı. Bunlar temelde insanı ve değerlerini güce feda eden acımasız emperyalist emeller taşıyan şizofren vakalardır. İnsanın köleliği esasına dayalı bu sistemin günümüzde can çekişen örneği Çin komünizmidir. Hayatını devam ettirmesi “karma devlet kapitalizm” den ziyade; ABD, AB ve Rusya’nın hususi tavırları iledir. Çünkü Çin’de meydana gelecek sosyal bir başkaldırıyı dünyanın bu günkü şartlarda tolere etmesi mümkün değildir. Buna rağmen Çin halkının bu zulme 50 yıl daha dayanabilmesi ve dünyanın gittikçe ağırlaşan bu kütleyi daha fazla döndürebilmesi ihtimal dışıdır.
1970’li yıllardan itibaren özellikle Avrupa’da başlayan sosyalizasyon programları ve gelişen iletişim imkânlarıyla gelişmelerden dünyanın daha fazla haberdar olması; başta Komünizm olmak üzere bütün gayr-insani sistemleri sarsmaya başlamıştır. Bunun neticesi olarak SSCB dağılmasıyla meydana çıkan tirajı komik gerçek dünyadaki bütün komünistler de şok tesiri yaptı. Bizdekileri ise sersemletti. Onlar ettiklerine nadim olup, hallerini izhara yollar ararken bizdekiler sersemlemiş vaziyette batan teknenin tahtalarına sarılmayı tercih ediyorlar. İsim değiştirerek millete mesaj vermeye, kabul görmeye gayret ediyorlar. “Biz yeniyiz” deyip dolaşıyorlar, lakin arkalarında sürükledikleri kazıkları görmemezlikten geliyorlar. Bir diğer örnekte benim bu yazıyı yazmama sebeptir.
Ahmet Altan’dan söz edeceğim:
“Sol Ve Greta Garbo” adlı yazısında bana göre özellikle Türkiye’deki solu anlatan bir cümle olarak “Efsanesini yaşatabilmek için yaşamaktan vazgeçmişti.” demesi. Bu zaten solu dünyayı görmekten alıkoyan başlıca yanlış bir tespit. Sol Türkiye’de ne yaptı da “efsanesi” oldu. Nasrettin Hoca’nın “ben senin gençliğini de bilirim “ demesi size bir şey anlatamıyorsa kaygınız ve buhranlarınız artacaktır. Yine yazıda önemli gördüğüm bir ifade de: “Yaşanan değişimlerde sosyalistlerin hiçbir rolü olmadı, sosyalistler değişimi sağlamadı diye değişim gerçekleşmedi mi?” cümlesi.
Ahmet Altan’ı bildik sosyalistlerden ayıran özelliği; entelektüel birikimi sebebiyle sürekli beynini tırmalamasıdır. Bu ona bazı gerçekleri ifşa ettiriyor. Lakin kominizim ve sosyalizmin insanlığa acı vermiş geçmişinden ders almak ve ideolojik bağımlılıktan kurtulmanın ilk şartı kişinin kendinden başlaması ve Gandi’nin deyişiyle “yontacağı acımadan kendisine vurmaya cesaret edebilmesidir.”