Başlıkta yer alan cümle, 1930 yılında Atatürk’e iktisat danışmanlığı yapan A.Hamdi Başar’ın
“Atatürk’le Üç Ay Ve 1930’dan sonra Türkiye” adlı eserinde yer almaktadır. İşte bu kısa cümle çok kapsamlı ve acı gerçeği ifade ediyor.
Başbakan’ın; CHP’ye özellikle İnönü döneminde camilerle ilgili uygunsuz tasarruflar sebebiyle yüklenmesi genel başkanı Kılıçdaroğlu’nu kızdırsa da milletin hafızasına kazınmış gerçeğin küçük bir kısmıdır. Başbakan konuyu bu noktaya indirgeyerek; hem CHP’nin vebalini, küçültüyor hem de toplumda bıkkınlık yaratıyor. Şayet, DİN - CHP ve MEDENİYET ilişkilerinden esaslı bahisler açılarak özellikle genç nesiller aydınlatılmazsa bu tarz tartışmaların bütün topluma zarardan başka bir getirisi olmaz.
“Her din, bir medeniyet hamlesinin temel güç kaynağıdır. Her medeniyet bir iman hareketi üzerine kurulur.” Bu ifadeler, son dönemde yetişmiş büyük fikir ve siyaset adamlarımızdan Nevzat Kösoğlu’na aittir. Gerek, Kösoğlu’nun gerekse, rahmetli Erol Güngör’ün konuyla ilgili fikirleri son derece önemlidir.
Buradan hareketle; CHP’nin dünkü ve bu günkü tavrının; kendilerince “köhne” sayılan  “Türk-İslam Medeniyetine” bir karşı duruşu ifade ettiğini söyleyebiliriz. Ortaya koyulan bu menfi tavırlarda; İttihat Terakki geleneğinin tesirleri, dönemin milletler arası hegomonik şartları göz ardı edilmemekle birlikte ana problem pozitivizmle iğfal edilmiş zihinlerdir.
Batımızda “Faşizm ve Nazizm doğumuzda Komünizm insanlığın felaketini hazırlarken bizimki daha mütevazı bir biçimde “milli despotizm” olarak tecelli etti. Yönetenler  “ebedi şeflerdi, ne yapsalar haklı ne söyleseler doğru kabul edilmeliydi. Millet kan ağlıyordu aydın geçinenler ise bu kandan gözyaşlarında kulaç atıyorlardı. Bunların en ehvenlerinden sayılabilecek Şevket Süreyya,  Mosolini’nin ”Bütün dünya bizim görüşlerimizi kabul edecektir. Çünkü okuyan herkes görecektir ki; çözüm getirmediğimiz sorun, cevap verilmedik soru, keşfedilmedik meçhul bırakmadık” zırvalarına öykünerek şöyle diyecekti: “artık her şeyi, biliyoruz ormandaki ağaçların sınıf mücadelesini bile.”
Sözde,  “en hakiki mürşit ilimdi” lakin akıl, vicdanı da sürükleyerek dağa çıkmıştı. Okullarda okutulan tarih kitaplarından Osmanlı ve Selçuklular çıkarılmış, kendimize pagan kültürlerden ve tarihin bilinmez dehlizlerinde baba ihdas etmeye koyulmuştuk. Ebedi şefe yaranmak isteyenlerden Darülfünun Müderrisi Şekib;  “tam medeni olmak istiyorsak, bir ilim lisanı olmayan ve olması çok vakte muhtaç olan TÜRKÇEYİ BIRAKALIM. Hemen en medeni bir lisanı kabul edelim. En kısa yoldan bir hamlede birkaç asır terakki edebiliriz. (1927 Y.Kemal Edebiyata Dair syf 310)
Derken; onun daha etkili bir takipçisi devrin Cumhurbaşkanı İnönü’nün baş danışmanı ve CHP’nin yayın organı Ulus Gazetesi’nin başyazarı Nurullah Ataç sahne alıyor. Onun hezeyanlarını da bize Atilla İlhan aktarıyor:
“a-Bizim devrim dediğimiz hareketin amacı, bu ülkeyi Batı ülkelerine benzetmektir. Devrimcisiyle, gelenekçisiyle.
b- Biz görüyoruz eksiğimizi YUNANCA ÖĞRENMEDİK, LATİNCE ÖĞRENMEDİK, AVRUPALILARIN EĞİTİMİNDEN GEÇMEDİK. Onun, için ne denli uğraşsak Avrupalılar gibi olamıyoruz. Buna üzülüyoruz.
c-Gençleri,  kendilerine hür edebiyatı öğreterek kurtarabiliriz. Eski Yunan’ın eski Roma’nın edebiyatını.
Bunlara ilaveten Ataç Türk musikisine ve divan edebiyatına olan düşmanlığını da tamamlayıcı bir unsur olarak şöyle ifade eder:
“ O zaman alaturka musikiden de belki kurtulmuş oluruz. Divan şiirini de okumamak gerekir. Onun içinde severekten yüreğimiz kaynayaraktan (yani coşkuyla) kapatacağız divan şiirini.
Esasen lafı uzattık bunların fazlasına havi bir vakayı söylemek yeterdi: 26 Mart 2012 tarihli Türkiye Gazetesinde Fuat Bol bir yazı yayınladı. Başlığı “Yalan Tarihle Nereye Kadar”
“…1017 sayılı kanun çıkarılmıştı. Bu kanuna göre; eskiye ait ne kadar resmi bina (okul, hastane, valilik, kaymakamlık, mahkeme, üniversite) varsa; bunlar padişah tuğrası ve eski yazıyla kitabe ihtiva ediyorsa bütün hepsi kazınıp yok edilecek. Veya yıkılıp yer ile yeksan edilecek…… Toprağı bol olsun,müteveffa Zakaryan Kalfa,  babama anlatmıştı: “……Gizli emir Ankara’dan gelmişti.Bu pis iş için Ermeni usta ve işçiler seçilmişti.Biz de gizlice kilisede toplanıp durumu müzakere ettik….. Uzun konuşmalardan sonra çözümü bulmuştuk.; yazı ve tuğraların üzeri sıva ile kapatılacak; vakti gelince üzerleri kazınıp meydana çıkarılacaktı.Öyle yaptık,ama Kağıthane boyunca onca köşklerin,kasırların,sarayların bir cm kalınlığındaki buzlu camları balyozlarla kırıp tarumar ettik.O tarihi eserlere nasıl kıydığımızı anlatamam.”
Tekrar Atatürk’ün danışmanı A. Hamdi Başar’a sözü bırakalım:
“Hakikat şu ki; biz sadece abeste ısrar ettik. Küçük emr-i vakileri inkılâp ve ilerleme sandık. Din derslerinin, Arapça ve Farsçanın mektep programlarından kimsenin haberi olmaksızın çıkarılması gibi. Arkasından dil inkılâbı, arkasından aydın enflasyonu ve bütün bir konforizim. Din meselesi ihmal edilmeyecekti. Biz halkımızı kendi elimizle cahil bir kuvvete teslim ettik. Dini bir cenaze gömme meselesi yaptık. Türkiye Müslüman’dır bu hakikati unuttuk. Laikliğimizi ilan ettik fakat laik olamadık. GİZLİ  ATE’ LİK YAPTIK ve en sersem yani her şeyi tesadüfe bırakarak. Bu suretle münevver köksüz kaldık. Her şeyi yerine yenisini koymadan zedeledik. İşte, Halk Partisinin macerası.”
Camilerle ilgili yapılan zulümler için; Mehmet Şevket Eygi’nin “ Yakın Tarihimizde Cami Kıyımı”,bu dönemde Türk-İslam Medeniyetine reva görülenler için, İsmail Kara’nın “Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslam” adlı eserlerini tavsiye ederim.
İşin kötüsü bu durumda CHP’de değişme yok. Marazalar aynen devam ediyor.