Bu soruya doğrudan evet demek insafsızlık olur. Ancak dinle ilgili içten içe bizi dürtükleyen karşı bir damar vardır. Zaten geçtiğimiz evreleri ve badireleri dikkate alırsak bunun olmaması mucize olurdu. Şimdi mucize ise; halen bu milletin son sözü din üzerinden söylemeye deva etmesidir. Bu iki husus üzerinde durmaya çalışacağız.
Birinci meseleyi ele alırken tarihi bir gerçekle başlayalım. 2013 yılında birilerinin İlahiyat Fakültelerinin kapatılmasının 80. yılını “kutlama etkinlikleri” düzenlemeleri gerekir. Ayrıca bu hususta dünyada bir ilk olmamız da onlar için başka bir “onursal şişkinlik” veya “tinsel kıvanç kaynağı” olabilir!
Bizim çocukluğumuz (1950-1960’lı yıllar ve devamı) siyah beyaz filimler de cüppesinin zifiri siyahlığı, sarığının kirliliği, pekte makbul bir tipe sahip olmayan figüranı deccallaştıran sakal ve ağzını açtığında ürperten diş manzaralarıyla gözü haramda, aklı entrikada din adamı tipiyle cebelleşmekle geçti. O gün bile ne mahalledeki imamızın ne de ilçe müftümüzün zerresi o “gulyabaniye” benzemezdi. Lakin millete yaban olanlar; tercihlerini milleti rencide etmekten, manevi değerleri aşağılamaktan yana kullanıyorlardı. Bu gün de onların uzantıları aynı tavırlarını kem-küm ederek ama aynı hışımla devam ettirmektedirler. Zira iman zafiyetinin zerresi insan psikolojisini zehirler. Bu hal; kişide durulmaz bir tatminsizlik, ölçüsüz bir muhaliflik, merhametsiz bir saldırganlık olarak tezahür eder.
Seksen yıl önce; hem de “aydınlanma” adına ilahiyat fakültelerine kilit vuranlar, sonradan toplumun sarsılmaz duruşu karşısında geri adın atmışlar lakin bir “kırmızıçizgiyi” dayatmak kaydıyla. Bu hususta tereddüde düştüklerinde 27 Mayıs’tan 28 Nisana milli iradenin çeşitli isimler altında tepelenmesine şahit olduk. Kişiler değişse de kafalar denk, sloganlar tiksinti yaratacak kadar bayattı.
Hele, 28 Şubat diyince adeta söylemek istediklerimize yekûn bir örnek teşkil eden ve Nazizm’in sloganıyla “1000 yıl süreceği” beyan edilen o zaman dilimi millete bu işin bu halde gitmesinin mümkün olmadığını en acı bir şekilde anlattı. Sonrası gerçek olarak gözlerimizin önünde…
Peki, bu tanka topa, uluslararası şer ittifaklarla zihinleri esir almaya dönük bu çabalara rağmen millet bu saldırıları nasıl püskürtüyor.
Pek çok sebep sayılabilir; biri var ki öbürlerini demeye bile gerek yok ama gönüllere taht kuranları hayırla yâd ederek ve cümlesini rahmet ve şükranla anarak bazı örnekler verelim:
Akif tehlikeyi ilk sezenlerdendir.1914 yılında yazdığı bir şiirinde şöyle seslenecektir:
“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Meğer kalbinde Mevlâ’dan çekinmek hissi yer tutsun!
O yer tutmazsa hiç mânâsı yoktur ar ve namusun!”
Hesapları bozanlardan biri de Said-i Nursi Hazretleridir. Şeriatçılık, saltanatçılık, hilafetçilik vb yavelerle din adamlarının başları düşürülürken O,cellâtlarının kanını dondururcasına;”beni asarsanız sizden davacı olmayacağım. Siz beni fani âlemden bekaya göndermekte, maksuduma ulaşmamda vasıtasınız. Başımdaki saçlarımın teli adedince başım olsa, hepsini din yolunda vermeye amadeyim”
Diğer yandan, Silistre’den bir yiğit akıncı gelir. Millet darda iman tehlikededir. Gelen Fatihin eniştesi (kız kardeşinin beyi) Tuna Han’ı İdris beyin torunudur. Süleyman Hilmi Tunahan 70 yıllık ömründe hiçbir yasak ve engel tanımadan Kuran’dan koparılmak istenen Anadolu insanını o membaa bağlar. Geceler gündüzlere katılır. Kuran önce okunmalı ve anlaşılmalı sonrada gönüllere ve kafalara nakşedilerek hıfz edilmelidir. Bu hususta öyle bir başarı elde edilir ki; bu gün her hafızın avazında, her çevrilen Kuran sahifesinde, her tilavette ona dualar ve şükranlar akar. Bedbahtların bu şaşkınlığına adeta zincirlerinden kurtulmuş bir Balkan beyi Yahya Kemal “Süleymaniye’de Bir Bayram Sabahı” adlı muhteşem eseriyle arifane bir ders verir.
“ Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını; Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses; Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi, Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi”
Vatan toprağı gövermektedir. Mehmet Zait Kotku Hazretleri, Kenan Rifai Hazretleri, Gönenli Mehmet Efendi Hazretleri ve daha niceleri özellikle akademik camiada, sanat, edebiyat ve fikir hayatımızda büyük değerlerin yetişmesine madden ve manen yardımcı olurlar.
Ve doğacak günün müjdecilerinden devrin bütün hastalıklarıyla sarmaş dolaş olmuş sistemin ruhunu bilen adam Necip Fazıl Kısakürek ses vermektedir:
“O yön ki, ezelle ebed arası;
Ne sola kıvrılır, ne sağa gelir.
Hasretle beklenen gelir mutlaka;
Sultan fikir, şanlı otağa gelir,
Füzeler kağnıya döner ve nöbet,
Işıktan da hızlı Burak’a gelir.
Gökyüzü yeryüzü helalleşirler
Nur, kaçtığı yerden toprağa gelir.
Kal’anın burcundan çakar işaret,
Millet, dalga dalga bayrağa gelir.”
Günümüzde dünyanın her yanında yankılanan İslam’ın sedası ve mazlumlara umut olan merhamet eli Fetullah Gülen Hoca Efendiyi gönüllere taşımaktadır. Üstatlarının duasıyla “ hizmetlerini ve şahıslarını şeytandan ve siyasetten korumasını Allah’tan niyaz ediyoruz.”  
Şimdi her şeye bedel olanı söylemeye sıra geldi:
“Kuran’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız”(Hicr/9)