Günümüz dünyasında Merkez Bankası (MB) Başkanlığı Genelkurmay Başkanlığı kadar önemli bir makamdır. Bu makama; ülkesinin ve halkın çıkarını savunmayı bir milli savunma meselesi olarak görüp, savaşacak son derece yüksek karektere sahip yüksek kişilerin getirilmesi gereklidir. Biz esasen bu makamın milliliğini, Türk milletine sadakatını, milli ekonomi konusundaki hassasiyetini partiler üstü ve siyaset üstü bir konum olarak değerlendiriyoruz. Merkez Bankası'nın bağımsızlığı gibi bir söz söylendiğinde birinci faktör şu olmalıdır: 1. Türkiye'nin Merkez Bankası (Milli Merkez Bankası tıpkı Milli Savunma, Milli Eğitim gibi) olacak, 2. Başka merkezlerin güdümünde olmayacak 3. Başka merkezlerin Türkiye'deki işbirlikçileriyle de bağlantısı olmayacak. Merkez Bankası'nın gerçek bağımsızlığı budur. Merkez Bankası para politikasıyla maliye politikasını bağdaştıracak Türkiye'nin dört ayak dengesini temin eden cari açık, bütçe açığı, tam istihdam ve sürekli büyüme hedefine uygun para politikaları geliştirmesi gereklidir. Tek başına maliye politikası ne kadar tutarlı olursa olsun para politikasının araçlarıyla desteklenmediği takdirde ülke ekonomisi katiyen bir santim bir yere gitmez. Geçmiş dönemde Merkez Bankası'nın bağımsızlığı çok savunuldu. Bu bağımsızlığın hangi anlama geldiği halktan gizlendi. Bu bağımsızlığın Türkiye'nin çıkarlarıyla ilgisi olmayan bir bağımsızlık olduğu dikkatlerden kaçırıldı. Şimdiye kadar MB'nın başına 19 başkan geçmiş bunlardan hangileri Büyük Türkiye davasına inanmıştır, hangisi başka merkezlerin adamıdır bilmiyoruz. Ancak şunu biliyoruz ki, son 20 yılda Tükiye'de para politikası çok kötü yönetilmiştir. Son dönemde para politikasının enflasyona karşı sağladığı başarı inkâr edilemez ancak bu politikanın iktisadi gelişme, istihdam ve dış ticarete karşı engelleyici hatta zarar verici muhtevası açıkca ortaya çıkmıştır. Bu politikanını savunulur yönü kalmamıştır. Bütün alternatifsizliğine rağmen AKP iktidarını başarısızlığa mahkum edecek kadar engelleyici bir hale gelmiştir. Bu şartlarda iktidarın kendisiyle uyumlu çalışacak bir başkanı tercih etmesi yadırganmamalıdır. MB Başkanlığı konusunu Sn. Güneri Civaoğlu da köşesinde değerlendirirken bu makamın önemini Genelkurmay Başkanlığı makamı ile mukayese ederek ortaya koymuştur. Amerika'da FED Başkanlarının yeminle göreve getirildiği belirtilmekte çeşitli ülke Merkez Bankası Başkanları'nın İsviçre'nin Basel kentinde her ay 2 gün toplanarak dünya ekonomisi ve para politikalarını konuştukları bu toplantılara eşleriyle geldikleri sosyal bir ortamda beraber yedikleri içtiklerini dostluklar kurduklarını söylüyor. İşte bu gibi ortamlarda Türkiye'nin çıkarlarını savunacak yüksek karektere sahip bir Başkan'ın önemi açıkca ortaya çıkmaktadır. Şöyle düşünemeyiz mi? Neden ayda iki gün dünya Genelkurmay Başkanları toplanmıyor? Dünyayı savaştan, terörden korumak için ortak eylem plânları yapmıyorlar da Merkez Bankası Başkanları toplanıyor. Neden toplantılara eşlerini de götürüyorlar? Neden, mutlaka her ay bir araya geliyorlar, bunlar ilginç değil mi? Biz para politikasının, milli bağımsızlığı müdafaa etmekte en acil araç olduğunu anlamamışız galiba.. Acaba para, yular takmakta, atı dizginlemekte en etkili araç haline gelmiş olamaz mı? Meseleye bu yönüyle de bakmalıyız!... Bu iktidar IMF, uluslararası finans çevreleri ve ABD Merkez Bankasına hakim zihniyete ne derece karşı koyabilir? Koyabilir mi, koyamaz mı göreceğiz? Unakıtan meselesine gelince; biz yolsuzlukla ilgili zan ve şüpheye dayalı bir suçlamayı bilmediğimiz bir mevzuda şerefsizlik adederiz. O yönünü bilmediğimiz için bildiğimiz konularda değerlendirme yapmayı daha ahlaki bulmaktayız. Unakıtan'ın özelleştirme konusundaki fikirleri baştan aşağı yanlıştır. Büyük çaplı özelleştirmeler yapıldığı halde Türkiye ekonomisi yeterli ivme kazanamamıştır. Esasen Türkiye ekonomisi plânlı bir karma ekonomidir. Karma ekonomik yapısı tarihinden, dininden ve sosyal yapısından gelmektedir. Türkiye'de plânlı karma ekonomi, yani kamu ekonomisinin serbest piyasa içinde çalışması, özelleştirme lobisinin bütün aleyhte söylemlerine rağmen başarılıdır. Türk ekonomisini ayakta tutan ana sektördür. Sn. Unakıtan ve Sn. Başbakan özelleştirme konusundaki inatçılığı Türk tarihine ve mülkiyet anlayışına (Mülk Allah'ındır, malda yalan mülkte yalan, sende biraz oyalan) çarpmıştır. Bu yüzden başarısızdır. Yapmaları gereken şu idi: Türkiye'de kamu sektörü bir realitedir. Bunun küçültülmesi, büyütülmesi vs. gibi boş işlerle vakit kaybetmek yerine verimliliklerinin artırılması, modernize edilmeleri, serbest piyasa kurallarına tam manasıyla adapte olmaları ve zarar eden KİT'lerin kâr eder duruma getirilmeleriyle ilgilenmeleri, kâr edenlerin bir sistem dahilinde (özellikle tüketime yönelik olanlarının) satılarak yeni yatırımların finansmanın da kullanılması gerekirdi. Bunu yapmadılar bu yüzden başarmaları gereken çıtanın altında kaldılar. Esasen Unakıtan Maliye Bakanı olarak başarılıdır. Geçtiğimiz dört yıl maliye politikası araçlarını iyi kullanmıştır. Faiz giderlerinin devlet gelirlerine oranının %103'lerden %35'lere indirilmesini başarmıştır. Bu önemli bir başarıdır. Transfer harcamaların bütçe üzerindeki baskısını büyük ölçüde gidermiştir bunu görmemezlikten gelemeyiz. Faiz lobisi bu durumdan büyük ölçüde rahatsızdır. Devlet malları ve KİT'ler özelleştirme kapsamında onların yağmasına (yağma ve tağşiş yapmalarına) tahsis edildiği halde gözleri doymayan bu haris çete söz dinlemeyen bürokratları yola getirmek için mutlaka biri yıpratıcı yol buluyorlar. (Başörtülü, sakallı, şalvarlı, milli görüşçü, ülküçü, sağcı, solcu, komünist vs. gibi) Meseleleri çok yönlü analiz etmek gerektiğini değerlendiriyorum. Devlet adamlarına hücum ederken ölçüyü elden kaçırmamak gerektiğini, meseleleri anlamakta hukuki bakış tarzının yeterli olmadığını değerlendiriyorum.