SSCB?nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan eski Sovyet cumhuriyetlerindeki Türkler için 1990?larda birden ?Türki? ismi kullanılmaya başlandı. Bu isimlendirmenin ilmi bir tarafı olmadığı ortada iken, İngilizce?de ?Turkish? ve ?Turkic? diye iki farklı kelime bulunduğu, Türkiye Türkleri için ?Turkish?, Türkiye dışındakiler için de ?Turkic? dendiği? ileri sürülerek, ?Turkic? karşılığının ?Türki? olması gerektiği iddia edilmiştir. İngiltere veya Rusya?nın emperyalist politikalarının bir parçası olan bu isimlendirmeye karşın ?Yeni Türk Cumhuriyetleri?, ?Azeri Türkleri?, ?Türkistan Türkleri? gibi doğru isimlendirmeler de bilimsel yayınlarda önemli bir yer tuttu ve bu doğru isimlendirme daha yaygın olarak kullanıldı. Kafkasya ve Türkistan konusunda, asırlardır ?büyük oyun? olarak adlandırılan politikaların bir parçası olarak, Anadolu Türklerine ayrı, Anadolu dışındaki Türklere ayrı isim verilmesinin, emperyalist ülkelerin kendi politikaları açısından tutarlı bir izahı olabilir. Ancak bu politika sonucu kasıtlı olarak yanlış üretilen bir ismi, hedef ülkenin olduğu gibi sahiplenip kullanmasının doğru olmadığı açıktır. Sömürgeciliğin temel ilkelerinden olan ?böl-yönet?in önemli bir uygulama alanı olarak Kafkasya ve Türkistan hanlıklarından Rus işgaline giren Türkler için, Türk kimliğini kullanmaları yasaklanarak Azeri, Özbek, Türkmen, Kazak, Kırgız, Karakalpak gibi kimlikler ihdas edilmiş ve her biri için ayrı alfabe düzenlenmiştir. Öyle ki Baltık Denizi?nden Bering Boğazı?na kadar bütün Ruslar için tek alfabe kullanılırken asırlardır iç içe yaşayan ve aynı dili konuşan farklı Türk boyları için 40 kadar farklı alfabe düzenlenmiştir. Aynı kökten gelme, aynı dili konuşma, aynı kültürü, dini, mezhebi veya coğrafyayı paylaşma millet olmanın gereklerinden olduğu halde, özellikle ulus-devletlerin ortaya çıkmasında bu unsurların temel belirleyici olmadığı görülmüştür. Bugün dünyada aynı dili, dini, etnik kökeni paylaşan insan toplulukları, Arap milleti örneğinde olduğu gibi birçok farklı devlete bölünerek, ayrı ulus-devletler halinde bulunabilmektedir. Öte yandan farklı etnik köken, inançtan gelen insanların aynı ulus-devleti paylaştıklarının birçok örneği bulunmaktadır. Bundan dolayı, ulus-devletin kurucu unsuru olarak millet için geçmişte yaşanıldığına inanılan ?ortak felaket?, bundan daha da önemlisi ?ortak kader? inancı temel belirleyici haline gelmiştir. Gerçekten de modern çağların temel siyasi birimini oluşturan ulus gerçeğinde etnik birlikten çok, gelecekle ilgili ortak ümit ve kaygılara sahip olma duygusu etkilidir. Böylece günümüz devletini oluşturan ulus, ortak kökenden çok ortak kaderi paylaşan, birliktelik ruhu içerisinde ülkenin huzur, güven ve başarısının herkesin yararına olacağına inanan, aynı devleti sahiplenen farklı etnik kökenlere sahip insanlardan oluşabilmektedir. Kafkasya ve Balkanlar'da Türk kökenli olmadığı halde Müslüman olan birçok etnik grup gelecekteki güvencesini Türkiye ile görmekte ve kendisini Türk kökenli diğer halklardan daha çok Türkiye Türklerine yakın hissetmektedir. Çerkezler, Abhazlar, Çeçenler, Arnavutlar ve Boşnaklar için olduğu gibi bunun çok önemli tarihi ve toplumsal sebepleri bulunmaktadır. (Burada zikredilen Kafkas kavimleri için "daha eski dönemlerde Orta Asya'dan göç etmiş ve Kafkaslaşmış Türkler" iddiaları ve bu yöndeki deliller yazı sınırlarını aşar) Birkaç sene önce bir ilmi toplantıda tarihçi arkadaşımız, Arnavutluk'tan bir yetkiliye ülkesinin geleceği hakkında ne düşündüğünü sordu. Cevabı konumuzun özetidir: "Bir tarihçi olarak böyle bir soru sormanız beni üzdü. Arnavutluk'un geleceğinin Türkiye'nin geleceğine bağlı olduğun bilmez misin?" Osmanlı, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, Balkanlar ve Kafkasya'dan çekilirken bu topraklarda Türk olmadığı halde Müslüman olan birçok farklı etnik kökenden insanlar bıraktı. Bunların bir kısmı, kimliğini korumak, dinini yaşamak, güvenliğini sağlamak üzere Anadolu'ya göç etti. Öyle ki gerek Balkanlarda gerekse Kafkasya'daki birçok Müslüman topluluğun bugünkü nüfusu, aynı etnik kökenden Anadolu'da yaşayanlardan daha azdır. Müslüman fakat Türk olmayan kavimlerin, Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye'ye ilgisi artmıştır. Çünkü her bir topluluk, atalarından Anadolu'ya göç eden yakınları ile ilgili hikâyelere, hatıralara ve Türkiye'ye, "huzur"a kavuşmuş akrabalara sahiptir. Halen Türkiye'nin birçok bölgesinde Kafkas, Çerkez, Dağıstanlı, Çeçen veya Balkan kavimlerinden genel veya özel isimli vakıflar veya dernekler halinde örgütlenmiş olan TC vatandaşları bulunmaktadır. Bu insanlarımız etnik kökenleri ile ilgili kimliklerini ve birçok geleneklerini muhafaza etmektedirler. Bununla birlikte temel kimlik olarak "Türk" kimliğini de bütünüyle benimsemiş ve sahiplenmişlerdir. Kafkaslarda kalan akrabalarını ise hiçbir zaman unutmamışlar, Sovyet döneminde dahi değişik kanallarla ilişkilerini devam ettirmişlerdir. Rus yetkililerin Kafkasya'daki Moskova karşıtı her gelişme üzerine Türkiye'yi suçlamalarında bu gerçeğin payı vardır. Türkiye Türklerini dahi bölmeye çalışan senaryolar denenmeye çalışırken yakın bölgemizdeki bu "bizden" gerçeklerine haftaya devam edelim.