Dünya tarihinin en uzun anlaşmazlıklarından biri olan Arap-İsrail çatışması, Ortadoğu?nun istikrara kavuşmasının yanı sıra dünya istikrarının da önündeki en önemli engellerden biridir. Resmi olarak 57 yıldır süren Arap-İsrail çatışması, yalnızca askeri bir çatışma değil, stratejik, ekonomik ve kültürel boyutları da olan uzun süreli bir savaştır. Amerika?nın mutlak desteğini alan İsrail, Yahudi devletini korumak için uyguladığı yöntemlerin meşru olduğunu savunurken, Arap ülkelerinin aynı amaçla uyguladıkları veya uygulayacakları metodların meşru olmadığın ileri sürmektedir. Arap-İsrail çatışmasında yer alan boyutların en etkileyicisi ise, askeri boyuttur. Silahlanmaya büyük önem veren çatışan taraflar, silahların nitelik ve niceliklerine özen göstermektedirler.

 

Ortadoğu?da nükleer güce sahip tek ülke olan İsrail, Arap ülkelerinin yanı sıra İran ve Pakistan gibi Müslüman ülkelerden gelecek potansiyel tehditlere karşı stratejiler üretmekte ve  söz konusu stratejileri uygulamaya koymaktadır. Bahse konu olan stratejilere bakıldığında, Bölgedeki en güçlü orduya sahip olan İsrail?in, Arap ülkelerinin elinde bulunan uzun menzilli füze tehdidini ortadan kaldırmak ve kimyasal-biyolojik saldırılara karşı önlem almak gibi planları olduğu görülmektedir. Körfez ve Balkan savaşlarından deneyim kazanan İsrail, askeri gücünü geliştirmek için, asker sayısını azaltıp,  teknolojik açıdan  geliştirmeye yönelik bir modernizasyon programı yürütmektedir. Hava kuvvetlerinin geliştirilmesine büyük önem veren İsrail, uçak sayısının artırılması yönünde büyük adımlar atmıştır. İsrail, 1990?lı yıllarda hava kuvvetlerinin modernizasyonuna kapsamlı bir şekilde önem vermesi sonucu saldırı uçaklarının yanı sıra helikopterlerin sayılarında da büyük artışlar gözlenmiş ve İsrail ordusu ?uçaklar ordusu? olarak adlandırılmaya başlamıştır.

 

Geçmişte bazı Arap ülkeleri (özellikle İsrail ile sınır olan ülkeler) SSCB?nin askeri desteğini alarak Destek ve Direniş Cephesi adı altında birleşerek İsrail?e karşı askeri birlik oluşturmuşlardır. Destek ve Direniş Cephesi?nin öncülüğünü yapan ülkelere, (Mısır, Suriye ve Libya) en büyük askeri ve ekonomik desteği Irak sağlamıştır. Söz konusu Destek ve Direniş Cephesi?nde yer alan ve bu oluşuma destek veren ülkelerin bugünkü durumuna bakıldığında, cephenin etkisini tamamen kaybetmiş olduğu görülmektedir.

 

Mısır, İsrail ile olan anlaşmazlığı savaşla değil diplomatik yollarla çözmeye karar vermiştir. 1979 yılında ABD himayesinde Camp David?te, dönemin Mısır Başbakanı Muhammed Enver Sedat ile dönemin İsrail Başbakanı Menahim Beigen arasında barış anlaşması imzalanmış ve anlaşma, Camp David Anlaşması olarak tarihe geçmiştir. Bugün Mısır, İsrail?in yayılmacı politikasına rağmen, Sedat?ın izlediği barış yanlısı siyaset çizgisinde devam etmektedir. Libya ise, Saddam?ın devrilmesinden sonra Batılı ülkelere yaklaşmış ve İsrail politikasında da büyük değişimler ortaya çıkmıştır. Saddam?ın füzeleri ve kitle imha silahlarıyla desteklenen 5000 tank ve 1200 savaş uçaklı Irak ordusu, İsrail?e karşı en büyük tehdidi oluşturmuştur. 18 Ocak 1991 tarihinde ABD tarafından başlatılan Çöl Fırtınası Operasyonu adı altında Kuveyt?i özgürleştirme hareketinin sonucunda, Irak ordusu ağır yara almış fakat, gerek bölgedeki etkisini gerekse İsrail?e karşı oluşturduğu tehdidi kaybetmemiştir. Ancak, ABD?nin 9 Nisan 2003 tarihinde Bağdat?ı işgal etmesiyle birlikte Irak ordusunu lağvederek yerine kendi kontrolü altında başka bir ordu oluşturma kararını alması ile Irak?ın eski ordusu İsrail?e karşı tehdit olmaktan çıkmıştır. Ayrıca, ABD, İsrail?in uluslararası hukuk kurallarını tanımaksızın uyguladığı yayılmacı politikalarına karşı koymaya çalışan Suriye?ye sürekli baskı yapmaktadır. 1998 yılının verilerine göre, İsrail?in silahlanma programına harcadığı para miktarı 11.4 milyar Dolar iken, Suriye?nin 2.70 milyar Dolar olmuştur. Suriye?nin, menzili 280 km olan   İskender-A veya SS -26  füzesinin yanı sıra uçak savar SA-18 füzesinin Rusya?dan alma girişimine, silahların Lübnan?daki Hizbullah ve Hamas?ın eline geçeceğini ileri sürerek karşı çıkan İsrail, bölgedeki askeri üstünlüğünü korumaya çalışmaktadır.

 

II. ABD-Irak Savaşı?nın ortaya çıkaracağı  tehditlerin ve bu tehditlerin bölge ülkelerinin ulusal güvenliğini tehlikeye sokacağının farkında olan Suriye, ABD?nin ikinci Irak müdahalesine muhalif olan ülkelerin başında yer almıştır. Dolayısıyla, İsrail?in güvenliğini korumakta mükellef olan ABD, Suriye?nin Lübnan?daki varlığını zayıflatacağı veya tamamen sona erdireceği görülmektedir. Bunun sonucu olarak, Lübnan?da faaliyet gösteren silahlı grupların İsrail tarafından ortadan kaldırılması girişimi kolaylaşacaktır. Özgürlüğüne kavuşturmak bahanesiyle Lübnan, diğer bölge ülkelerinden izole edilerek ABD?nin planladığı şekilde İsrail ile tek başına masaya oturarak Ortadoğu barış sürecinde yer alması sağlanacaktır. Nitekim Refik Hariri?nin öldürülmesinden kısa bir süre sonra ABD, Şam?daki büyükelçisi geri çağırmış ve Washington?daki Suriye büyükelçisine, Suriye?nin Lübnan?daki varlığını sona erdirmesi, Irak?taki direnişe verdiği desteği kesmesi ve Ortadoğu barış sürecine katkıda bulunmasını örtülü tehdit şeklinde iletmiştir. Fakat, İsrail?in güvenliğini sağlayan ABD?nin, Ebu Garip Cezaevi?nde ortaya çıkan skandalın yanı sıra Felluce ve Irak?ın diğer kentlerinde işlediği cinayetler, demokrasi misyonerliğine soyunan Amerika?nın gerçek yüzünü göstermiştir. Ayrıca, Irak?ta başlayan ve giderek artan direniş, bazı Körfez ülkelerindeki Amerikan varlığı ve bu varlığa göz yuman yönetimlere karşı artan saldırılar, ABD?nin Ortadoğu?daki Irak merkezli  planlarını alt üst etmiştir. Aynı zamanda, Hasan Nasrullah liderliğindeki Hizbullah?ın elinde bulunan pilotsuz uçaklar Katyuşa Füzeleri ve Hamas ve diğer Filistinli silahlı grupların elinde bulunan El-Kassam Füzeleri, İsrail?in gerek yayılmacı politikasını gerekse güvenliğini tehdit etmeye devam edecektir.