Türkiye’de, Atatürk başta olmak üzere cumhuriyeti kuran siyasal seçkinler, Türkiye’nin “muasır medeniyet” seviyesine ulaşabilmesini kendilerine karşı bağımsızlık savaşı verdikleri Batı’yla her alanda onurlu bir işbirliği yapmakta gördüler. “Çağdaşlaşma” kavramını “Batılılaşma” ile aynı anlamda gören Türk siyasal seçkinler, NATO ve Avrupa Konseyi gibi Batılı uluslararası kuruluşlara üye olmayı amaçladı ve ardından AB üyeliğini bir dış politika gerekliliği olarak benimsediler. Türkiye için AB, iki yüz yıllık bir Batılılaşma politikasının doğal bir hedefi olmasının yanında, 1959’daki ilk üyelik başvurusundan itibaren Türkiye tüm adımlarını yetersiz de olsa bu amaca göre attı, temel dış politikasını bu yönde çizdi ve başka arayışlara yönelmeden Batı dünyasıyla paralel politikalar geliştirmeye özen gösterdi. Ancak AB’nin Türkiye’ye bakışı hep olumsuz olmuştur. AB a) ideolojik ve psikolojik b) etnik c) siyasi d) jeopolitik e) tarihsel f) ekonomik olmak üzere temelde altı neden ileri sürerek Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmış, Türkiye’yi Avrupa Kimliğinin dışında görmüş ve AGSK’den dışlamıştır. Her ne kadar Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik çabalarının önüne insan hakları ihlalleri, darbeler, nüfusun çokluğu, zayıf ekonomi, Ege ve Kıbrıs sorunlarının yol açtığı engeller ileri sürülse de Doğu Avrupa, Balkan ülkeleri ve son olarak Hırvatistan’a Avrupa kapılarının açılmasından sonra AB’nin objektif değil siyasi, kültürel ve psikolojik faktörlerle karar verdiği açıkça görülmektedir. Avrupa’da günümüzde, Avrupa’nın değişik ülkelerinde yaşamış Türklere ve genel olarak Türkiye’ye yönelik olumsuz kanı ve inançların olduğu gerçektir. Türkiye’nin bir çok alanda AB kriterlerine uymayan uygulamaları olmakla birlikte Romanya, Bulgaristan, Litvanya, Letonya ve Slovakya’nın durumu Türkiye’den daha iyi değildir. AB öncelikle Türkiye’nin %99’unun müslüman olması ve AB içindeki dengeleri derinden etkileyebilecek bir potansiyele sahip olmasından dolayı Türkiye’ye çifte standart uygulamaktadır. Türkiye AB ile olan bu eşitsiz ilişkilerine yeterli bir tepki verememekte, AB’deki kendisine yönelik olumsuz imajları ve önyargıları yıkacak yeterli propaganda yapamamakta ve Manisalı’nın deyimiyle adeta bekleme odasında çökertilmiş bir ülke izlenimi vermektedir. İşte umutsuzluğun hakim olduğu ve Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin önemli kararların alınacağı her AB zirvesi ve AB Bakanlar Konseyi toplantısında, Türkiye lehine bir diplomatik baskı faktörü olarak ABD yönetimi devreye girdi. Türkiye’yi stratejik ortak ve AB içinde Amerikan çıkarlarını savunabilecek bir ülke olarak gören ABD, özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ve bazı AB üst düzey yetkilileri tarafından şiddetle eleştirilse de kimi zaman Avrupa Parlamentosu, Komisyon ve AB dönem başkanlarıyla doğrudan iletişim kurarak, Türkiye’nin AB üyeliği için destek istedi. ABD desteği, Türkiye’nin AB üyeliğiyle sonuçlanmasa da AB’den ve AGSK’den tamamen dışlanmasını önledi. AGSK ve NATO içindeki Türk-Amerikan işbirliği Türkiye’nin Kosova ve Bosna’da dolayısıyla Avrupa güvenliğinde daha etkin olabilmesini sağlarken, AGSK’nin karar mekanizmalarında daha çok söz sahibi olmasına yol açtı. NATO’dan bağımsız harekatlar gerçekleştirme amacındaki AGSK karşısında NATO’nun prestij kaybetmemesi için uğraş veren ABD, İngiltere ve Türkiye gibi kendisi ile sıkı stratejik ortaklığı olan iki ülkeyi yan yana AB üyesi olarak görmek istemektedir. AB ortak dış politika konusunda kendi ayakları üzerinde durmanın hesabını yaparken, Türkiye’nin AB üyeliği gerçekleşirse İngiltere-ABD-Türkiye ekseninde AB politikaları açısından bir Transatlantik bağ kurulacaktır. Çünkü İngiltere’nin Birlik içindeki rolü bambaşka bir noktadadır. ABD’yle politik ve kültürel bağlarını koparmayan, hatta AB’den daha çok ABD’ye yakın olan İngiltere, tam anlamıyla bir “denge politikası” izlemektedir. Çünkü İngiliz Uluslar Topluluğu’yla ilişkilerini zedelemeyecek bir Avrupa politikası izlemeyi amaçlarken, İngiliz Uluslar Topluluğu aracılığıyla dünya’nın diğer ülkelerindeki bağlantılarını kaybetmemenin hesabını yapmaktadır. İngilizler zaten baştan beri AB’nin bir uluslar üstü sistem olmasını istemiyor ve kendilerini Kara Avrupası’nın dışında görüyorlardı. Onlara göre İngiltere’nin egemenlik haklarını bir üst otoriteye devretmesi, İngiltere’nin İngiliz Uluslar Topluluğu gözündeki imajını zedeleyebilirdi. Bu yüzden AB ile ilişkilerinde daima belli taahhütlere girmekten kaçınan İngiltere, ABD’yle birlikte Türkiye’ye Avrupa kapılarının açılması için yoğun çaba sarfetti. 3 Ekim 2005 Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’yle müzakerelere başlanması kararı alınırken, o günlerde AB Dönem Başkanı olan İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw’un, Türkiye’nin üyeliğine şiddetle karşı çıkan Avusturya ve Fransa Dışişleri Bakanlarını ikna turuna çıkması önemli rol oynadı. Dolayısıyla ABD yönetimin AB’yle üyelik yönünde daima Türkiye’nin arkasında durması, İngiltere’nin de Türkiye’ye bakışını şekillendirmiş oldu. Günümüzde Türkiye’nin hem ABD’yle hem de AB’yle derin çıkar ilişkileri vardır. Nasıl ki ABD, Türkiye ve AB arasında bir seçim yapamazsa, Türkiye’nin de ABD ve AB arasında bir seçim yapması yanlış olur. Ancak bu noktada AB, sadece ekonomik çıkarlarını dikkate alarak Orta Doğu ve diğer hassas bölgelere bakarken, ABD’nin bundan farklı olarak bir süper güç gibi davrandığını ve hem ekonomi hem politika hem de güvenlik açısından bu bölgelere baktığını görmek gerekir. AB’nin bakış açısında güvenlik unsuru olmadığından bu tavrı Türkiye’yi kendisinden uzaklaştırmaktadır. Türkiye’nin AGSK’den dışlanmaya çalışmasının nedeni de AB’nin stratejik tutumundaki bu zaafıdır. Dolayısıyla AB gerçekten bir süper güç olmak istiyorsa özellikle güvenlik konusunda Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu anlamalıdır. Sivil ya da asker tüm Avrupalı yetkililer aynı kaygıyla hareket ederek konulara sadece ekonomik çıkar çerçevesinden bakmaktadır. AB’nin gündeminde, ABD’ninki gibi bir stratejik bakış açısı ve güvenlik sorunları yoktur. Zaten AB ülkelerinin savunma harcamalarını az da olsa arttırması kendi toplumlarının büyük tepkisini çekecektir. Bu koşullarda Türkiye olmadan AB’nin bir süper güç olması imkansızdır. Özetle Türkiye’nin AB üyeliği, ABD yönetimi tarafından her platformda desteklendi ve gelecekte daha istikrarlı bir Türkiye’nin önemli bir unsuru olarak görüldü. Türkiye’nin AB’den uzaklaşıp İsrail-ABD-Türkiye ekseninde daha derin bir güvenlik oluşumunda yer alması fikri, bazı kesimler tarafından zaman zaman gündeme getirilse de karar alıcılar düzeyinde resmi görüş, Türkiye’nin AB üyeliğinin gerçekleştirilmesi için makul olan herşeyin yapılması yönündedir.