Nilüfer Akkoyunlu Yüksek Lisans’tan bir öğrencim, gayet sınırlı imkânları dâhilinde akademik anlamda harikalar yaratabilen bir çocuk. Farklı bildirilerle katılacağımız 38. Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi’nde (10–15 Eylül 2007, Ankara) sunacağı bildiriyi bir göz atmam için bana göndermiş. Okurken o denli büyük zevk aldım ve bilgilendim ki bildiri metninin güncel nitelik taşıyan son bölümünü sizlerle paylaşmak istedim: 11 Eylül ve İran Jeopolitiğinin Kazandığı Yeni Boyut - Nilüfer Akkoyunlu 11 Eylül saldırıları en çok Ortadoğu bölgesinin gündeme yerleşmesine neden olmuştur. ABD’nin bu saldırılardan sonra terörün kaynağını Ortadoğu olarak göstermesi ve yeni bir Ortadoğu şekillendirme arayışı, bu bölgeyi gündemin ilk sıralarına taşımıştır. ABD’nin 11 Eylül sonrası Körfez’deki varlığının daha belirgin bir biçimde hissedilmesi İran’ı en çok endişelendiren husus olmuştur. Bunun yanısıra Afganistan’da Taliban rejimi ile Irak’ta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi, iki düşman rejimden kurtulması bakımından bölgede İran’ı rahatlatmıştır. Ancak bunun İran’ı çok sevindirdiği de söylenemez. Çünkü İran iki düşman rejimden kurtulurken; ABD gibi daha güçlü bir devlet sınırlarının hemen ötesine yerleşmiştir. İran, bugün bölgede üç temel tehditle karşı karşıyadır: 1- ABD’nin bölgedeki askerî gücü, 2- ABD’nin İran içindeki etnik çatışmaları kışkırtma ve rejimi sarsma teşebbüsleri, (Stability in the Persian Gulf: Regional and Trans-atlantic Perspectives, 2005, p.86) ve 3- İsrail tehdidi. İran, ABD’nin Irak ve Afganistan’da kendisi olmadan isitkrarı ve güvenliği sağlayamayacağını düşünmektedir (Keskin, http://www.asam.org.tr/temp/temp410.pdf). Irak ve Afganistan müdahalelerinden sonra İran’ın nüfuzu oluşan Şii hilâli sayesinde artmıştır. Bugün Kuveyt’in %25-30’unu, Irak’ın %60-65’ini, Bahreyn’in %60-70’ini, Suudi Arabistan’ın %10’unu, Birleşik Arap Emirlikleri’nin %10’unu, Katar’ın %25’ini Şiilerin oluşturduğu tahmin edilmektedir (Mokhtari, 2005, p.212, Arı, 2004, ss.108-117). Buna Afganistan’daki Hazara Şiilerini ve Lübnan’daki Şiileri de ekleyebiliriz. Bazı uzmanlara göre, ABD müdahalelerinden sonra Ortadoğu’da bölgesel etkisi olacak bir Şii eksen ortaya çıkmıştır. İran da izole edilmiş bir ülke olarak elbette ortaya çıkan bu Şii jeopolitiğinden yararlanmak isteyecektir. Dolayısıyla 11 Eylül’den sonra İran jeopolitiğinin en fazla öne çıkan unsuru Şii jeopolitiği olmuştur. İran, 1979’daki devrimden sonra özellikle Irak’ta, Bahreyn’de ve Lübnan’da bölgesel nüfuzunu genişletme politikası gütmüştür. Bu ülkelerde özellikle Şii radikal örgütleri kullanma politikasını benimsemiştir (Şahin, 2006, ss.41-42). Bu yüzden devrimden itibaren -bugün de dâhil olmak üzere- İran, terörizme destek veren ülke olarak görülmüştür. Terörizm İran’ın etkisini genişletmek ve rejimini yaymak için öncelikli araçlardan biri olmuştur. Özellikle 1990’lı yıllarda gerçekleştirilen suikastlar ve çeşitli devletlerin temsilciliklerine düzenlenen saldırılar, İran üzerinde şüpheleri yoğunlaştırmış ve bunların müsebbibi olduğuna inanılan İran’ı Batı’nın ve bölge devletlerinin büyük bir çoğunluğunun gözünde terörist devlet konumuna getirmiştir (Mohaddessin, 1993, p.113). İran’ın, bölgesinde Şii jeopolitiğinden yararlanabilmesi için bazı engelleri aşması gerekmektedir: 1- ABD gücü, 2- Sünni devletler 3- İsrail engeli. Ortadoğu’da 1950’lerin sonlarından itibaren İngiltere’nin boşluğunu ABD doldurmaya başladı ve bugüne kadar Ortadoğu’da kendi çıkarlarına ters düşen her türlü oluşuma karşı çıktı. ABD ise 1979’daki devrimden bu yana İslâmi rejimin güçlenmesini ve bölgesel nüfuz sağlamasını tehdit olarak algıladı. İran, bugün Taliban ve Saddam rejimlerinden kurtulmakla birlikte ABD’yle sınır komşusu olmuştur. İran’ın Şiilik etkinliğini yapılandırabilmek için Büyük Ortadoğu Projesi ile bölgeyi kendi çıkarlarına göre şekillendirmek isteyen ABD’yi etkisiz hale getirmesi gereklidir. Aynı zamanda bölgedeki daimi ABD müttefiki olan İsrail için İran çeşitli açılardan -ki en önemli faktör nükleer gücü ve Filistin’de Hamas’ı desteklemesidir- bir tehdit sayılmaktadır. İsrail, İran’ın hem Şiileri kullanarak hem de bir nükleer güce dönüşerek bölgede etkin hale gelmesini engellemek istemektedir. Üçüncü bir sorun da Sünni devletlerin İran’dan duyduğu tedirginliktir. 1979’daki devrimden bugüne Körfez’de başta Suudi Arabistan olmak üzere İran büyük bir tehdit olarak görülmekteydi. ABD’nin Irak müdahalesinden sonra Irak’ta ortaya çıkan Şii devleti ile birlikte Arap dünyası arasında bir Arap Şii devleti yaratılmış oldu. Bölgenin Sünni devletleri ıse iktidarlarının sarsılmasından ve baskın bir Şii gücünden korkmaktadırlar (Şahin, 2006, ss.43-46). Bütün bu sorunların yanında Irak’taki değişim bugüne kadar hiç olmadığı kadar İran’a jeopolitik-jeostratejik ve jeokültürel bir avantaj sağlamıştır. Bu gelişme İran’a Basra Körfezi’nde geçmişe oranla daha fazla etkinlik ve Ortadoğu coğrafyasında hareket alanı sağlamıştır. Oluşan Şii jeopolitiği dünya petrolünün 1/3’üne sahip olması dolayısıyla küresel bir önem arz etmektedir. İran’ın özellikle Irak’ta ve Lübnan’da gösterdiği etkinlik ABD’ye Körfez’e bölge devletlerin rızasıyla daha fazla yığınak yapma olanağı sağlamıştır (Keskin, http://www.asam.org.tr/temp/temp410.pdf). Oysa İran’ın Körfez’e yönelik temel politikası dış müdahale olmaması gerektiği üzerinedir. İran, Körfez bölgesi için en büyük tehdit olarak Batı’yı -en başta da ABD’yi- görmektedir. İran, bölgede tüm devletlerin oluşturacağı ekonomik bir yapılanmanın bölge güvenliğini ve istikrarını sağlayabileceğini düşünmektedir (İzzetî, 2005, s.127). İran, geçmişte diğer küresel güçler için olduğu gibi bugün de ABD için büyük jeopolitik önem arz etmektedir. İran, Avrasya olarak adlandırdığımız dünyanın yaşam alanını oluşturan Orta Asya, Ortadoğu ve Kafkaslar’da merkez ülke konumundadır ve Orta Asya ile Kafkasya’yı Ortadoğu’ya bağlayan geçittir. Ayrıca küresel ekonominin geçiş noktaları olan Körfez Bölgesi’ni ve Hürmüz Boğazı’nı kontrol etme kabiliyetine sahiptir. Yani geçişi tıkadığı anda küresel ekonomik dengeler de altüst olabilir. İran ayrıca önemli enerji kaynaklarına sahip olmakla birlikte bir nükleer güç olma yolunda ilerlemektedir. Çin, Hindistan ve Rusya’yla ilişkilerini yoğun tutmakta ve Doğu Asya’ya doğru nüfuzunu derinleştirmektedir. Bu da ABD’nin kurmak istediği düzene ters düşen bir politikadır (Eslen, 2006, s.5). İran ABD açısından jeopolitik üstünlükleriyle mutlaka elde edilmesi gerekli olan bir ülkedir. 1- ABD, Irak müdahalesinden sonra Ortadoğu’da nüfuzunu arttıran bir İran’ın Şiilerden oluşan jeopolitik ve jeokültürel eksenini istememektedir, 2- Gündemden nükleer gelişmeleriyle hiç düşmeyen İran, kitle imha silâhlarının yanı sıra gelişmiş füze sistemlerine de sahiptir, 3- Irak ve Afganistan’da askerî güçleri olan ABD, İran’ı da katarak Avrasya hayat sahasına egemen olmak istemektedir; ki İran Körfez’e ve Hürmüz Boğazı’na hâkim konumuyla petrol ihracını tıkama kapasitesini haizdir (Eslen, 2004, s.15). İran’ın nükleer güç kapasitesi jeopolitik bir avantaj olarak görülmektedir İranlılar tarafından. İran’ın jeopolitik konumunu güçlendirecek bu nükleer gücün aynı zamanda ABD ve İsrail üzerinde de caydırıcı etki yaratacağına inanılmaktadır (Stability in the Persian Gulf: Regional and Trans-atlantic Perspectives, 2005, p.88). İran, yalnızlığını gidermenin ve 11 Eylül’den sonra kendisine yönelen tehditleri karşılayabilmenin yolunu ve dolayısıyla dokunulmaz ülke statüsüne kavuşmanın çaresini bu politikada görmektedir. Böylece bölgesel hegemonya konumu üzerinden rejimini de kuvvetlendirmiş olacak ve içten devrilme tehlikesini de bertaraf etmiş olacaktır.