Bu iki devletin halkları, sorunları tek taraflı değerlendirmeye alışıktır. Kafalarındaki düşünce, Kıbrıs sorununun, Ege ile ilgili meselelerin ve azınlık konularının diğer tarafın uluslararası hukuku da çiğneyen haddini bilmez tavrından kaynaklanmakta olduğudur. Politikacılar da halkla aynı görüşü paylaşmakta ve sorunları çok boyutlu bir zeminde değerlendirememektedirler. Böylece, bu iki devlet arasındaki huzursuzluk yıllardır bir kısır döngü şeklinde sürüp gitmektedir. Politikacıların ve her iki ülke halklarının Türk-Yunan ilişkileri konusunda karşılıklı beslediği önyargıların etkisinden başka, devletlerin geçmişte yaşamış oldukları olumsuz deneyimlerin de bu ilişkiler üzerinde etkili olduğunu belirtmek gerekir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlar, kökleşmiş tarihi sorunlardır ve yeni ortaya çıkan sorunlarla aynı kefeye konulamazlar. Sorunların kaynağı, modern Yunanistan’ın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar uzanır. Türk-Yunan ilişkileri ile ilgili olarak önyargıların ve geçmişteki kötü deneyimlerin etkilerini göz önünde bulundurarak, günümüzde Türkiye ve Yunanistan’ın karşı karşıya olduğu sorunların kısmen bu saydığımız iki nedenin toplamı olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan başka, yanlış anlamalar, takıntılar ve yanlış bilgilendirmelerin de bu sorunlarda payı bulunmaktadır. İkili ilişkilerin çerçevesini çizebilmek için Türk-Yunan ilişkilerini belirleyen faktörleri detaylı biçimde incelemekte fayda var. a. Osmanlı Egemenliği Altında Rumlar : Osmanlı egemenliği altındaki Rumlar, günümüzdeki Türk-Yunan ilişkilerinin niteliğini belirleyen faktörlerden biri olarak kabul edilebilir, çünkü Yunan ulusu ve Yunan devleti, Yunan halkının o dönemlerde geri kalmışlığının sorumluluğunu Osmanlı İmparatorluğu’na yüklemeye devam etmektedir. Yunanlı yetkililerin, Bizans İmparatorluğu’nun yıkılmasında en büyük payın Osmanlı devletinde olduğunu düşündüklerini ve eğer Bizans İmparatorluğu devam etseydi Yunan devletinin bugün içinde bulunduğu durumun çok daha iyi olabileceğine inandıklarını söyleyebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu’nun, Bizans İmparatorluğu’nu yıkarak ve Yunanlıları egemenliği altına alarak Yunan halkını, eski Yunanistan’ın kültürel, eğitsel ve siyasal özelliklerinden mahrum bıraktığına ve bu gerçeğin tüm yan etkilerinin günümüze kadar taşındığına inanmaktadırlar. b. Karşılıklı Verilen Mücadele Sonunda Kazanılan Ulus-devlet Kimliği : Birbirlerine karşı uzun yıllar boyu mücadele verdikten sonra kurulan bağımsız Türk ve Yunan devletlerinin bu özelliğinin, bugünkü Türk-Yunan ilişkilerini belirleyen diğer faktörler arasında yer alabileceğini söylemek mümkündür. Her iki devletin de kendi ulus-devlet kimliklerini, birbirlerine karşı verdikleri uzun ve yorucu savaşlardan ya da diplomatik faaliyetlerden sonra geliştirebildikleri anlaşılmaktadır. Her iki ulus da, bağımsızlıklarını birbirine karşı verdikleri çok sayıda savaşın ve politik taktiklerin sonunda elde ettiklerinin ve birbirlerine rağmen halen yaşıyor olduklarının farkındadırlar. Bununla birlikte, bu ulusal kurtuluş mücadelelerinin sonunda, bu iki ulus arasındaki karşılıklı yanlış anlamaların daha da belirgin hale geldiği söylenebilir. c. Milliyetçilik : Geçmişte sahip oldukları topraklara oranla şimdi sahip oldukları küçük toprak parçasıyla yetinmek durumunda kalan Türkler ve Yunanlılar, milliyetçiliği, kendi ülkelerinin ne kadar önemli olduğunu göstermek için politik bir taktik ve karşı taraftan gelebilecek her türlü tehdidi bastırmak için de geçerli bir araç olarak kullanmaktadırlar. Böylece bu durum, bu iki devlet arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine yol açmaktadır. Genelde bir devletin diğer devlet ya da devletler karşısında kendi kültürel, tarihi ve toplumsal değerlerini öne çıkarmak amacıyla kullandığı ‘milliyetçilik’ kavramının, bu iki devlet tarafından siyasal ilişkileri zedeleyen farklı bir bağlamda kullanılmakta olduğu sonucuna ulaşabiliriz. d. İşbirliği Yerine Çekişme ve Rekabet : Türkiye ve Yunanistan, ihtilaflı oldukları konularda kendi aralarında bir çözüm bulmak yerine bunları uluslararası platformlara taşımayı tercih etmektedirler. Bu iki ülkenin uluslararası kuruluşların ve büyük güçlerin dikkatlerini kendi ülkelerine çekebilmek ve uluslararası politikanın gündeminde yıllarca kalabilmek amacıyla aralarındaki mevcut sorunları uluslararası platformlara taşımayı tercih ettiklerini ileri sürebiliriz. Ancak, bu iki devlet arasındaki ilişkilere hakim olan çekişme ve rekabet, işbirliği imkanlarını ortadan kaldırmakta ve anlaşmazlıkların sürmesine neden olmaktadır. e. Güven Eksikliği : Türk-Yunan ilişkileri, maalesef güvensizlik temeli üzerine oturmuştur. Bir yanda Yunanistan, Pantürkist emelleri olduğunu ileri sürerek Türkiye’yi coğrafi ve tarihi bir tehdit olarak algılarken, diğer yandan Türkiye, Yunanistan’ı Megali İdea’yı gerçekleştirmek için çeşitli politikalar geliştiren bir devlet olarak görmektedir. Bu güven eksikliği, kendini karşılıklı ilişkilerde göstermekte ve bu iki devlet birbirine güvenmediğinden aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek için bir arabulucu veya garantör devlet/ler bulundurmayı tercih etmektedirler. f. Batıya Yönelme : Türkiye, kimi Avrupalı güçleri ve ABD’yi, bu devletlerin Türk ve Yunan devletleri arasında çıkan sorunlara yönelik politik ve ekonomik tutumlarını dikkate alarak (Johnson Mektubu ve ABD silah ambargosunda görüldüğü gibi), Yunan yanlısı ve Türkiye karşıtı politikalar geliştiren ülkeler grubu olarak görmeye; Türkiye'nin bu varsayımının tersine Yunanistan ise, 1960’lardan sonra, bu Avrupalı devletleri ve ABD'yi destekçi grup olarak görmeye başladı. Yunanistan bu devletler sayesinde Türkiye’nin Kıbrıs sorunuyla ilgili tutumu hakkında şikayette bulunabileceğini ve uygun çözümü bu devletlerin yardımıyla bulabileceğini düşündü. Yunanistan’ın Batı’yı bu şekilde algılaması 1973’den sonra ortaya çıkan Ege’yle ilgili sorunlar hususunda da devam etti. Sonuçta, bu devletleri bir araya getirmesi beklenen tek ortak özellik, yani Batıya yönelme ideali, Yunanistan ve Türkiye arasında işbirliği yerine anlaşmazlığa yol açmış oldu. g. Yunanistan’ın AB Üyeliği : Yunanistan, kendi AB üyeliği yardımıyla Türkiye karşısında çeşitli avantajlar elde etme yolları aramaktadır. Yunanistan’ın faaliyetleri ayrıntılı olarak incelendiğinde, bu devletin AB üyeliğini, Kıbrıs konusunu ve Ege’yle ilgili sorunları uluslararası platformlara taşımaya yardımcı olacak bir siyasal araç olarak gördüğünü ve veto hakkını kullanmak suretiyle Türkiye'nin AB’ye kabulü önünde etkili bir engel teşkil edebileceğini açıklıkla ifade edebiliriz. h. Megali İdea : 1960’lardan sonra, İngiltere’nin Kıbrıs’tan çekilmesinin ardından, Megali İdea farklı bir kavram olarak çıktı. Yunanlılar, Megali İdea’yı gerçekleştirmek üzere farklı politikalar benimsediler. Birleşmiş Milletler gibi uluslararası platformlarda, Kıbrıs’ta yaşayan Kıbrıslı Rumların Yunanistan’a katılması, yani Enosis’le ilgili olarak seslerini yükseltmeye başladılar. Bu girişime paralel olarak, Rum Ortodoks kilisesinin ve Yunanistan’ın desteklediği Kıbrıslı Rumlar, adada saldırılara başladılar. Bu gelişme, Megali İdea ya da Enosis’in gerçekleşmesine değil sadece Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunların artmasına yol açtı. i. Taraflı ve Yanlış Bilgi Veren Referanslar : Denilebilir ki, Türk ve Yunan halklarının zihinlerinde yerleşmiş bulunan sabit fikirlere, sadece halk arasında değil politikacılar ve karar verici konumda olan yetkililer arasında da rastlamak mümkündür. Bu sabit fikirler diğer ülkeye karşı benimsenmiş olan dış politika davranışı üzerinde de etkili olmaktadır. Yunanlı akademisyen Megalommatis’e göre; bir ülkenin insanlarının diğer bir ulusla ilgili tutumları, genellikle o ülkenin eğitim ve toplumsal değerler sistemi yoluyla oluşmaktadır. Yunanistan'ın Türkiye karşıtı tutumunu anlamak için, Yunanlılara ilk ve ortaokullarda neler öğretildiği ve bu unsurların üniversitelere, kitle iletişim araçlarına, kitaplara ve siyasal söylemlere kadar nasıl yayılarak geldiği hususu üzerinde kafa yorulması gereken bir konudur. j. Üstünlük Duygusu : Türkler yüzyıllar boyunca çeşitli devletler üzerinde egemenlik kurmuş imparatorluklarıyla gurur duyarken, Yunanlılar da, uygarlığa yaptıkları katkılar, ABD üzerindeki etkileri, AB üyesi olmaları ve kendi bölgelerindeki ekonomik ve siyasal güçleri nedeniyle kendilerini Türklerden üstün görmektedirler. Bu üstünlük kurma yarışı ise iki devlet arasında rekabete yol açmaktadır. 5 Eylül 2007’de KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'la görüşmesinde hiçbir öneriyi kabul etmediği halde başarısızlıktan Talat'ı sorumlu tutan Papadopulos’un “Birlik olmalıyız. Aramızda düşmanlar yok. Tek bir düşman var, o da Türk işgal ordusudur” şeklindeki bu hadsiz açıklaması tam da yukarıda anlatılanların bir sonucu değil midir? [email protected]