1950 yılından itibaren başlayan ilişkiler, kimi dönemlerde sorunlarla yüzleşse de (1966 yılında ABD’nin Rum Ortodoks kilisesinin İstanbul’a ilişkin tarihi iddialarını destekleyen tavrı karşısında Türkiye dolaylı bir tutum benimseyerek İsrail ile askeri ilişkileri donduracağını açıkladı, 1973 yılında Türkiye Filistin Kurtuluş Örgütü’nü Filistin halkının tek ve yasal temsilcisi olarak tanıdı, 1975 yılında Siyonizmi ırkçılıkla bir tutan BM kararını destekledi, 1979 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün İstanbul’da büro açmasına izin verdi, İsrail’in 1980 yılında Kudüs’ü başkent ilan etmesinin ardından Türkiye 1981 yılında İsrail ile ilişkilerini azalttı, 1987 yılındaki ilk İntifada’da Filistin’e manevi destek verdi, 1988 yılında Türkiye Filistin Devleti’ni tanıdı ve İsrail’le askeri anlaşmayı durdurdu, Erdoğan, Ariel Şaron hükümetini “devlet terörünün sponsoru” olarak nitelendirdi, 2006 yılında Hamas’ın Türkiye ziyaretini reddetmeyerek taraf olduğunu resmi biçimde gösterdi) sürekliliğini hep koruyagelmiştir. Bu yazının temel amacı; ABD ve diğer ülkelerde Musevi düşmanlığına karşı mücadele veren Anti Defemation League-ADL (Karalamacılığa Karşı Birlik), Osmanlı Ermenilerinin 1915–1918 yılları arasında yaşadıkları olayları “Sonuçları itibarıyla soykırım oluşturduğunu” açıklamasının ardından gerginleşen ilişkilerin ve bir ölçüde paniğe neden olan gelişmelerin geçici nitelik taşıdığını, ilişkilerin özünü ve sürekliliğini etkilemeyeceğini, değiştirmeyeceğini örneklerle ifade etmektir. Tezimizi savunmaya Türk-İsrail ilişkilerini belirleyen faktörleri açıklayarak başlamakta fayda görüyorum. Türkiye’nin İsrail ile ve İsrail’in ise Türkiye ile kurduğu ve geliştirmeyi tercih ettiği karşılıklılık esasına dayalı bu ilişki modeli; bu iki devletin kendi ulusal ve uluslararası kaygılarını bu karşılıklı ilişkiden aldıkları ya da alacakları güç, edindikleri ya da edinecekleri fayda üzerinden giderme hedefinin somut bir ifadesi olarak algılanmalıdır. Örneğin, Türkiye toplumda ve iç politikada sıklıkla yüzleştiği İslami köktendincilik sorunsalını Orta Doğu coğrafyasında seküler ve demokratik olarak kabul edilen İsrail devleti ile geliştirilecek ilişkiler sayesinde az da olsa törpüleyebileceğini düşünmüştür. Yine Türkiye 1960’lardan itibaren başlayan Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde ve ABD ile dönemsel bazda ve sıklıkla yaşadığı sorunlar karşısında yoğunlukla hissettiği “öteki” olma durumunun acısını aynı coğrafyada birlikte yaşadığı İsrail devleti ile giderebileceğini düşünmüştür. Ayrıca, Türkiye, ABD merkezli dış politika oryantasyonunu, ABD’nin ayrılmaz bir parçası olarak gördüğü İsrail devleti ile mevcut ilişkilerini geliştirmek suretiyle güçlendirmeyi düşünmüştür. Türk-Arap ilişkilerinde rahatlıkla gözlemlenebilen tarihi hoşnutsuzlukların yarattığı Orta Doğu’daki yalnızlığını ve yine İsrail ve Türkiye hariç, Orta Doğu devletlerinin hemen hepsinde hükümsüren demokratik olmayan yönetimlerin kendisi üzerinde yarattığı siyasal tedirginliği yine İsrail devleti ile mevcut ilişkilerini geliştirmek suretiyle hafifletmeyi düşünmüştür. Türkiye’nin laik, seküler ve demokratik yapısının sürekliliğini hedefleyen Türkiye’deki askeri elit de Orta Doğu’da Türkiye dışında tek demokratik ve seküler devlet olan İsrail ile mevcut ilişkilerin geliştirilmesi üzerinden kendisine destek bulmayı düşünmüştür. Ayrıca; Cumhuriyetin kurulduğu yıllardan bu yana Batılı siyasal, sosyal ve kültürel ögelerle özdeşleşmeyi şiar edinen Türk karar alıcılar, Türkiye’nin Arap devletler yerine İsrail ile ilişkiler geliştirmesini bir siyasal ve sosyal tercih olarak benimsemişlerdir. Türk-İsrail ilişkilerini belirleyen faktörler arasında; ABD’nin Orta Doğu coğrafyasında İslami, otoriter, totaliter rejimler karşısında ve haydut olarak nitelendirdiği bazı ABD karşıtı devletler karşısında, Türk-İsrail ittifakı üzerinden ABD taraftarı bir blok yaratma çabası da sayılmalıdır. Türk-İsrail ilişkilerini belirleyen faktörlere İsrail cephesinden bakıldığında ise; siyasal ve kültürel açılardan bu coğrafyada sıkıştırılmış olan İsrail için Türkiye’nin doğal bir oksijen tüpü olduğu gerçeği de eklenebilir. Türk-İsrail ilişkilerini belirleyen tüm bu faktörler çerçevesinde gelişen ilişkiler her iki tarafa da bazı kazanımlar sağlamıştır. Örneğin Türkiye, özellikle Soğuk Savaş döneminde İsrail devleti ile geliştirdiği ilişkiler sayesinde hem bölgede hem dünya politikalarında yalnızlıktan kurtulmayı kısmen başarabilmiştir. Ayrıca, İsrail ile geliştirilen ilişkiler, Türkiye’ye ABD desteğini ve yardımını da artıran önemli bir unsur olmuştur. İsrail için ise; bir dönem 54 adet F–14 jetine ilişkin yapılan anlaşma ciddi manada İsrail savunma endüstrisini ihya etmiştir. Ayrıca, İsrail hava kuvvetlerine ait uçakların Türk hava sahasına giriş iznine sahip olması İsrail’i Irak, İran ve Suriye’de eğitim yapma imkânına sahip kılmıştır. Bunların yanısıra İsrail; Suriye, İran ve Irak’a ilişkin Türk istihbarat bilgilerini paylaşma şansına da sahip olmuştur. Türkiye’nin siyasal ve sosyal açılardan güçlü olduğu Orta Asya bölgesine İsrail’in girmesini engellememesi, hem İsrail’in işine yaramıştır hem de Türkiye’nin adı geçen bölgede İran etkisini kırmasına bir ölçüde katkı sağlamıştır. Belirtilen tüm bu olumlu gelişmelere karşın Türk-İsrail ilişkilerini sınırlayan bazı somut gerçeklerin varlığından söz etmemiz, bu ilişkilerin çerçevesini daha gerçekçi belirlememize yardımcı olacaktır. Bağımsız bir Kürt devleti kurulabilmesi için İsrail tarafından verildiği iddia edilen destek ve Kuzey Irak’taki Kürtlerin İsrail gizli servisi elemanları tarafından eğitildiğine ilişkin iddia, Türk-İsrail ilişkilerini sınırlayan unsurların başında gelmektedir. Türk ve İsrailli karar alıcılar arasında Kıbrıs konusunda ortak bir algılamanın bulunmayışı; İsrail açısından Irak’taki mevcut siyasal durumun, Türkiye açısından ise Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasına dayanan farklı destek biçimi; İsrail-Filistin meselesindeki kronik çözümsüzlük; Türkiye’nin Hamas’a ilişkin eleştirel olmayan politik duruşu, mevcut şartlar altında iki ülke arasındaki ilişkilerin olgunlaşmasını engelleyen faktörlerdir. Yazı kapsamında ifade edilmeye çalışılan İsrail-Türkiye ilişkilerinin ne olumlu ne de olumsuz yönleri ilişkilerin doğal seyrini hiçbir dönem ne olumlu ne de olumsuz yönde etkileyebilme kabiliyetine sahip olamamıştır. İlişkiler her şart altında kendi mecrasında ilerlemiştir. Bu mecra ise karşılıklı ilişkilerde “süreklilik” temelinde yükselen bir ilişki modeli olmuştur.