Yeni Bir Döneme Doğru
Dr. Metin ERİŞ
22 Temmuz seçimleri birilerine göre beklenmedik, birilerine göre ise beklenen sonuçlarla gerçekleşti. Seçimlerin en önemli sonucu ise, şüphesiz Türk halkının 1950'li yıllardan beri sürdürdüğü demokratik anlayışa her geçen gün daha sıkı sıkıya sarılmakta oluşudur. Dışardan müdahalelere tahammülsüzlüğü, antidemokratik baskı uygulamalarına tam tersine sert tepkiler vermesi ve haksızlığa uğradığına inandıklarına sahip çıkması bir kere daha belgelenmiştir. Son seçimler bunu tekrar teyit etmiştir. Gerçek o ki bu, saplantılı kafa yapılarına ve iradesine karşı aynı zamanda yeni bir şamardır..
Peki CHP'yi yönetenler ve bazı aydınlar(!) bunu idrak etmekte midirler? Doğrusu bu sorunun cevabı, eğer idrak etselerdi, CHP'nin ebedî muhalefet olma görevi ortadan kalkmış olurdu. CHP'nin Ecevit'li kısa iktidar dönemleri, Türk halkının dünyasına intibak arayışlarının sürdüğü istisnai zaman dilimleridir. Ancak hatırlanacak olursa Türk halkı yinede bütün unsurlarıyla CHP'ye iktidar vermemiştir. İktidar için Ecevit'in halkla bütünleşme arayışları, ya 11 kişinin bir başka partiden ayartılması ve kendilerine bakanlık verildiği "Güneş Motel uygulamaları(!)" ile sağlanmış veya kurulan yeni parti (DSP) ile koalisyon payandalarına istinat etmiştir. Yani ve kısaca Türk halkı bu yapının bile kendinden bir parça olduğuna, bir türlü, itimat duymamıştır. Adı sol da, halkçı da olsa!...
Olaylara bu yönden bakıldığında ve CHP'nin demokrasi tarihiyle başlayan yapısı incelendiğinde, 22 Temmuz öncesi başlayan ve seçim sonuçlarına rağmen sürdürmeye devam ettirdiği "gerilim ve uzlaşmaz" politikalara şaşıranlara şaşmakta olduğumu söylemeliyim. Çünkü bu zeminin geçmişi 14 Mayıs 1950 sonrasında Celâl Bayar'ın Cumhurbaşkanlığına tahammülsüzlüğe ve Meclisi boykota kadar uzanmaktadır. Demokrasi mi? O kafaya göre bu, Sn. Ecevit'i bile farklılaşmaya itmiş olan, CHP'nin "dediğim dediklerinden" ibarettir!...
CHP genel başkanının ve yöneticilerinin Sn. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığına giden seyirdeki davranışlarını, gerekçeleri değiştire değiştire dile getirseler de, bunun belli bir saplantılı kafa yapısı ürününden başka bir şey olmadığı açıktır. Bu kafa yapısının anlayışı, kendi bakış açılarından başkalarına tahammülsüzlüktür. Çünkü öğretiden, eğitimden başlayarak her şey tekdüze "onların doğrularından" ibarettir! Ve uzlaşma da, kendilerinin söyledikleri doğrultuda olursa, uzlaşmadır!...
Bu kafa yapısı sadece belli bir siyasî parti bağlılarının mı anlayışıdır! Hayır! Kendilerini halkın üstünde gören okumuş yazmışlar grubunun da, demokrasinin kelime olarak varlığına rağmen, yönlendirici, baskıcı anlayışıdır bu! Bu kalemşörler ve/veya TV-silahşörleri ahkâm keserken hep kendileri için vardırlar. Türk halkı onlar için, bir zamanlar "gerici, mürteci, takunyalı, kuyruk" idi; şimdilerde bunlara ilâve olarak "karnını kaşıyan adam ve/veya teneke kafa"dan ibarettir. Yani halkına olan sevgisizlik ve kendi egosuna olan zirve yapmış tatminsizlik! Peki, bütün bunların sebebi kimlerdir? Acaba böyle bir soru abesle mi iştigaldir! Toplumun düşünceden uzaklaştırılmasında yazılı ve görsel medyanın hiç mi suçu yoktur? Yahut soruyu bir başka şekilde sorabiliriz. Hemen her konuyu seviyesiz bir şekilde magazinleştirenler, Türkçeyi yavan ve vurgusuz konuşmakla kalmayıp sokak kabadayılığı ile bilgiçlik yapanlar kimlerdir acaba!... Ayrıca medyanın herhangi bir seviyesizliğine dokunulduğunda kıyamet tellallığı yapan "akıllarının üstünlüğüne inanan (!)" Türk halkının bütün değer hükümlerine ters bakan kafaların konuda hiç mi taksiratı yoktur!...
Seviye denilince iki yönlü bakıldığında Türkiye'mizin açmazı nasılda gün yüzüne çıkıyor. Hadi seçim meydanlarında söylenenleri unutalım ve olur öyle şeyler diye geçiştirelim. Ama sonrasında hâlâ gerilim sürdürmenin prim yapacağına inanarak, "o benim Cumhurbaşkanım olmayacak!" ifadesini hele Türkçe kullanma iddiasındaki bir yazar kaleme alıyorsa buna sadece "vah benim köse sakalım!" dememek mümkün mü? Çünkü Sn. Gül, çoğu Türk vatandaşının "gönlünün Cumhurbaşkanı" olmayabilir, ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Cumhurbaşkanı olarak hepimizin, 70 milyonun, Cumhurbaşkanı olacaktır. Tıpkı Sn. Sezer gibi! Sanırım Sayın Sezer de Sayın Gül gibi pek çok kimsenin, benim gibi, gönlümün Cumhurbaşkanı değildi!
Ama Başbakanın, bu yazara o halde "çık vatandaşlıktan" diyebilmesi ise bir başka seviyeye işaret etmektedir. Devlet adamlığı seviyesine! Oysa daha birkaç gün önce yeni kabine listesini Sn. Sezer'e sunduğunda "istiskale uğramasına rağmen" büyük bir olgunlukla bunu jest gösteren de Sn. Başbakandı! Buradan şu noktaya gelmek istiyorum, bir ülkede seviye kaybının uç ve tepe noktaları bir zincir tepki içersindedir. Bu medyada da devlet adamlığında da zaman zaman iç dünya yansıması haline gelmektedir. Ama Türk halkı bütün bunların üstünde olduğunu, bizzat kendisi inandıklarını yaşamasa da, idarecilerinden beklediklerini sağduyusu ile seçimlerde dile getirmektedir...
Bu düşünceler içersinde yeni Cumhurbaşkanımız ve Kabinenin Türk Milletine hayır getirmesi temennisinde bulunmaktan başka ne denilebilir?
Yorumlar