Atalarımız “şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler!” derken ne güzel söylemiş… Fransız Cumhurbaşkanı Hollande’ın dil sürçmesi olmadığı muhakkak Fransa’da öldürülen 3 PKK’lıdan söz ederken, onlardan biriyle görüştüğünü, onu yakından tanıdığını söylemesi bu Atasözümüzle ne kadar da örtüşüyor… Aslında bir bilinmeyen değildir başta Fransa, İngiltere ve son dönemde Almanya ile diğer Avrupalı devletlerin ikiyüzlülüğü. Özellikle Avrupa’da liderliğe oynayan ülkelerin Osmanlı’dan başlayarak günümüze kadar uzanan Orta Doğu, bağlı olarak Türkiye üzerindeki emperyalist düşünceleri, çokça senaryolaştırılsa da, artık herkesçe gözlenendir. Yahut bir başka ifadeyle, Osmanlı sonrasında Türkiye’nin yeniden bir büyük devlet olmasına tahammüllerinin bulunmadığı bilinen veya bilinmesi gerekendir. 18nci yüzyılın sonlarından başlayarak, bilhassa 19ncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı devletini tam anlamıyla parçalama, hatta bulunduğu topraklardan sürme hedefi taşıyan anlayışın hâlâ kısmen de olsa devam etmemekte olduğu kolayca söylenemez…
Osmanlı’nın devamı mahiyetinde olması gereken Türkiye Cumhuriyetinin belli bir çabayla ve sahip olduğu devlet geleneğiyle önce ayaklarının üzerinde durması, zamanla dış unsurları kıskandıracak bir gelişmeyle bugün büyük devletler manzumesinde yerini alacak bir noktaya erişmesi önemlidir. Ancak Türkiye Cumhuriyetinin varlığının, Greko-Latin-Hıristiyan kültür kökünden gelmeyişi ise, Avrupalı kabul edilmeyişinin temel sebebi olmadığını söylemek herhalde boştur... Şurası muhakkaktır ki bir Türkiye, ihtimali zayıf olsa da, bir gün AB’ne kabul edilirse bu, sadece Batının lider devletlerinin o günün şartları içinde çıkarlarının bulunmasından kaynaklanacaktır…
Biliyorum sözü Fransa’dan ve Fransız Cumhurbaşkanının ifadelerinden hareketle uzattım. Ama bu, 200 yıldır medeniyet projelerinin yönlendiricisi görünen devletlerin genelde Türkiye üzerindeki politikalarının ne olduğunu tespit etmeden bugüne ve Hollande’ın ifadelerine bakmanın doğru bir teşhis olmayacağı kanaatindeyim. Bu açıdan önemliydi. Fransız Cumhurbaşkanı ifadesi, esas itibariyle, bir bilineni yani başta Fransa ve pek çok Avrupalı ülkenin terörist ilân etmesine rağmen, doğrudan doğruya PKK’nın yanında yer aldığının ve hatta desteklemekte olduğunun, sadece ayan beyan dile getirilmesinden ibarettir.
Dünden yola çıkıldığında, Osmanlı devletinin parçalanması hedefinde sadece Gayri Müslim unsurların tahrik edilerek kullanılmaları değil, imparatorluk yapısındaki bütün müsait etnik veya dinî kimliklerin tahrikleri bulunmaktadır. Dışarıdan desteklerle Fransız ihtilâlinin verdiği ulusalcı balon içeride Arap, Kürt, Arnavut ve hatta kendilerini Laz kabul eden Müslümanlar üzerinde tezgâhlar kurmuştur. Konuda Osmanlı’nın parçalanması ile Akdeniz’e inme hedefine sahip Çarlık Rusya’sının Doğu Anadolu’da Ermeni ve Kürt unsurlar üzerinden sürdürdüğü tahriklere, ikiyüzlülük perdesine sığınan İngiltere’yi saymazsak, Çarlık Rusya’sı kadar önde bir rolün Fransa tarafından yürütüldüğü gözlenecektir. İlk adımları Çarlık Rusya’sı tarafından atılmış Kürt Ulusu yaratma projesine Fransa, yarışırcasına Paris’te kurdurduğu Kürdoloji Enstitüsüne bir de alfabe kurgulama hedefini koymuştur…
Konu öteden beri bilinendir ama buna rağmen S. Ahmet Arvasi’nin “Doğu Anadolu Gerçeği” adlı kitabının “Milletlerarası Çatışmalara ve Emperyalist Oyunlara Bağlı Amiller” bölümünün Fransa ile ilgili kısmını satırlarımıza almakta herhalde fayda olacaktır. Bakın ne diyor S. Ahmet Arvasi: “Fransa Orta Doğu’da etkili olmak için, Ermeni ve Kürt meselesini en çok istismar eden devletlerin başında gelir. Fransa’da “Comite’ de Solidarite a la Revolution Kurd” yani “Kürt İhtilâli İçin Dayanışma Cemiyeti” adlı bir kuruluşla ülkemiz aleyhinde ne mümkünse yapmaktadır.”
Nereden nereye diye sual edilebilir. Önce Kürt Enstitüsü, sonra ihtilâl için dayanışma örgütü ve nihayet ülkemizce defalarca iade talebi yapılmasına rağmen kulak üstüne yatılan kişilerin katledilmeleri sonrasında terörist olduğu ifade edilen kişilerle buluşmalar ve görüşmeler! Bütün bunların üstüne üstlük, sıradan değil “ben onlardan biriyle görüşüyordun” diyen bir Fransa Cumhurbaşkanı! Burada sorulacak en basit soru “sahi bu kişi sizin neyiniz oluyordu veya ülkenizi hangi noktalarda ilgilendiriyordu?” olmalıdır. Başbakanımız da soruyor zaten. “Siz Fransa olarak bir başka ülkeyi ilgilendiren ve bırakınız sadece Türkiye’yi ülkenizin de terörist kabul ettiği bir kuruluşun kurucusunu sadece iade etmekten kaçınmakla değil, üstelik onunla buluşmakla neyi amaçlıyordunuz?”
Bunun cevabı Batı menşeli “insancılık oyunudur.” Ama daha acısı onlardan sual edilip alınamayan cevaba bizim muhalefet partilerimizin “siz nasıl ki Öcalan’ı muhatap kabul ediyorsunuz, o da onları kabul etmiştir” üslûbu ile yaklaşmalarını doğrusu en hafif tabiriyle üzülerek dinledim. Muhalefet olmak tamam! Ama ülkenizle yaptıkları dostlukları bir terör örgütüne arka çıkma noktasını aşmayan bir ülke karşısında onların davranış biçimine arka çıkmak! Herhalde muhalefet olmak böyle bir şey, diye düşündürüyor insana..
Esas itibariyle ne bizim muhalefete, ne de hele Fransa’ya bazı soruların sormanın anlamı yok. Sanırım bazı gençler hatırlamayacaklardır ama Fransa, bugünkü tabirle “PKK’nın kankası” durumundadır ve bunu yıllar öncede bir başka Fransız Cumhurbaşkanının karısı, bayan Mitterand’ın Kürtlerle olan ilişkisinin “metreslik” boyutuna bile ulaşmış olduğu, o günler tevsik etmiştir…
Türkiye, iç huzur arayan ve kangren haline gelmiş bir meselesini çözmeğe yönelik adımlarını atarken bunu dün veya bugün kimlerin içeride ve dışarıda sabote etmeğe hazır ve müsait olduklarını doğru teşhis etmek gerekecektir. Tabiatıyla bunun için de bu çerçeveye sadece Batılı dostları (!) değil, kendilerine gereğinden fazla kıymet atfettiğimiz bazı komşularımızı da dâhil etmemizin gerekecektir. Daha açık bir ifadeyle Suriye liderinin kendi varlığı ve ülkesinin medeniyet ve kültürel unsurlarını yok eden anlayışı düşünüldüğünde, her türlü çılgınlığa müsait olduğu ortaya çıkar. Yani Suriye bu provakasyonun yönlendiricisi olabilir mi? Evet! Son zamanlarda İran yetkililerinin “bu bizim resmî görüşümüz değil” oyununun kaypaklığı ise bir başka şeyi çağrıştırmaktadır. İran ciddi anlamda “dost mudur?” yoksa bu tip faaliyetlerle Türkiye’nin arkasına kuyu mu kazmaktadır? Kısaca Türkiye, itidalli bir sabırla “sirkatin söyleyenlere rağmen” kardeşlik zincirini sabote etmeğe çalışanlara karşı uyanık olmağa devam etmelidir…