Bazı kişiler vardır sessiz bir zarafet içerisinde dünya görevlerini yapıp aramızdan ayrılıverirler. Onların bu sessiz ama dolu dolu, vatanları için her dem bir şeyler yapmaya hazır bekleyişlerini tamamlayan nezâketleri, İstanbullu olmasalar da,  nesli tükenmiş “İstanbul Beyefendisi” kimliğini tecessüm ettirir. İşte Pazar günü Hakk yoluna koyduğumuz Sabahattin Yalınpala öyle biriydi. Çoğu kimse, bu ünü olmayan kendi dünyasında hizmetlerini yaparken devleti tarafından tevdi edilen her görevi, Hakk’a yapılacak bir hizmet yolu kabul ederek en ufak bir kırılmaya meydan vermeden yerine getiren bu ismi duymamış olabilir. Çünkü onun hizmet anlayışında, şöhrete giden yolu bulmak, her uzatılan mikrofona ahkâm keserek beyanlarda bulunmak hiçbir zaman olmamıştır. Vefat ilânlarında hayatı boyunca yaptığı hizmetleri okuyanların “aaa bu kişi bir zamanlar Bakanlık da yapmış!” yahut “Allah Allah hakemliği de varmış ve Hakemlerle ilgili ilk kurumun kuruluşunda önder rol oynamış” diye şaşkınlıklarını dile getirecekleri muhakkak. Çünkü Sabahattin Yalınpala dünyayı bir imtihan yeri kabul eden, Hakk rızasına tecavüz mevzubahis olmadığında, enaniyete düşmeden görevini yerine getiren biri olmayı şiar edinmişti. Sabahattin ağabeyi Pazar günü Hakk yoluna yolcu ederken aklımdan geçenler bunlardı. Zaten çok denilebilecek bir kalabalık da yoktu cenazede ama, kabrinin başında bulunanların keyfiyeti yeterdi kanaatimce…
Onu ilk defa 1968-69 yıllarında, Ankara’da Sanayi Bakanının Özel Kalem Müdürlüğü görevim sırasında, gıyaben ve daha çokta telefon konuşmalarıyla tanımıştım. Sabahattin Yalınpala, A.P.’nin henüz tam anlamıyla Yeminlilerin kucağına düşmediği ve o günün şartlarına rağmen Türkiye’yi 1965-69 yıllarındaki başarılı çıkışa taşıyan Turgut Özal, Mehmet Turgut, Sadettin Bilgiç ekibinin bir parçasıydı ve Sümerbank’ın Teknik Genel Müdür Yardımcısıydı. O ekibin müthiş çalışma temposu içinde, gece yarılarında veya sabaha karşı, telefonlarımla kendisini aradığımda doğrusu ben üzülür ve sıkılırdım ama karşı taraftan öylesine zarafet dolu bir hitapla karşılaşırdım ki, doğrusu şaşırmamam mümkün olmazdı. Hiç ama hiçbir zaman kırılgan veya “yahu bu saatte de!” ifadesini taşıyan bir ses tonuyla karşılaştığımı hatırlamıyorum. Vicahen ilk karşılaşmamız Sanayi Bakanlığında, sanırım, Sümerbank’la ilgili bir konunun müzakeresi için Gen. Müd. Hulûsi Çetinoğlu ile birlikte Bakanlığa geldiğinde olmuştu. Mühendisti fakat siması ve tavırları, matematik çizgilerinden çok, bir gönül zenginliğine işaret ediyordu…  Bu ilk karşılaşma, telefon görüşmelerimdeki ses tonuyla bütünleşen bir gerçeği ortaya çıkarmıştı.  Zarafet ve içtenlik bir kabuk değildi…
Her şeye rağmen bir an içimden, acaba hem Bakana çıkacak olması, hem de Gen. Müdürünün yanında bulunması mı bu nezâketin ve saygının bir dışa vurmasıdır, diye geçirmedim dersen yanlış olur. Ama hayır. O günden sonra da, benim açımdan 1968’li yıllardan vefatına kadar, yıllar boyunca bulunduğu bütün ortamlarda hep aynı zarafeti ve saygılı tavrı taşıdığını görmek büyük bir iç dünya zenginliğinin yansımasıydı şüphesiz. Aynı zamanda şikâyet ettiğim “İstanbul beyefendileri artık kalmadı” düşüncemin yanılgısıydı ve aksini Sabahattin ağabeyle buluyor ve “Çok Şükür” hâlâ diyebiliyordum. Ya şimdi? Bunu, vefat haberini alıp cenazeye yetişemeyen bir dostumun şu sorusuna veremediğim cevapta bulmak mümkün olacaktır. “İstanbul’da değilim. Cenazeye gelemedim ama dualarımla birlikte hep şu soruyu sordum kendime… Sabahattin ağabeyden sonra onun kadar zarif bir başka kimse kaldı mı dünyamızda? Ne dersin?” Bu soruya sadece yutkunduğumu söylemeliyim…
1969 sonrası A.P.’ni ve Demirel’i anlatmaya bu satırlarda gerek yok. Kaybeden sadece AP değil, ne yazık Türkiye olacaktı. Zira o çalışkan, faziletli ekip tasfiye edilecekti… Zaman, Sabahattin Yalınpala’yı SEKA Genel Müdürlüğüne taşıdı. Böylece onunla Kocaeli Bölgesinde daha bir yakınlaşmamıştık. Çeşitli sosyal faaliyetler yanında ailece de görüşüyor, ondaki incelik ve zarafeti tamamlayan yapmacıksız davranış biçiminin gerek müessesesinde gerekse çevresinde uyandırdığı saygınlığı doya doya yaşıyordum. Çünkü o bizden biriydi ve örnek alınacak bir kişilikti… SEKA Genel Müdürlüğü sırasında bir başka vasfına daha şahit olacaktım…
Bir dönem İzmit Ticaret Odasının Meclis Başkanlığı yapmaktaydım. Odanın yapısı, İzmit’te bir Sanayi Odası kurulmasının gerekliliğini ortaya koyuyordu. Bazı arkadaşlarla buna göre hareket etme kararını vermiştik. Önderlik için ilk düşündüğümüz isim Sabahattin ağabey idi. Ama o “hayır bu işi sen başlattın, sen götürmelisin” diyerek büyük bir olgunluk gösteriyor ve yanımızda yer almaktan da kaçınmıyordu. Oda seçimleri sırasında ise, KİT’lerin Bakanlardan aldıkları veya yöneticilerinin böyle bir bahaneye sığındıkları ortamda dimdik ayakta kalıyordu. Bir örnek olarak… Grubun çalışmaları sırasında aramızda yer alan ve son dakikada karşı gruba oy veren bir başka KİT Genel Müdürüne nazire yaparcasına, “Bakana sormama gerek yok, ben sizinle yola çıktım, beraber olacağız” diyordu. Bir oyla kaybettiğimiz yönetim kurulu seçimlerinden sonra da birlikte muhalefette kalmaktan kaçınmıyordu…
Sabahattin Yalınpala’yı anlatacak çok ama pek çok şey söylenebilir.. Fakat onda  “zarafetin bir iç dünya ve gönül hamulesi” olduğunu söylemek, sanırım pek çok şeyi anlatmağa yetecektir. O, bunu Bakanlık yaptığında da ispat etmiştir. Ankara’ya siyaset zeminine gittiğinde pek çok değişiklikler gösteren ve âdeta eski kimliğinden sıyrılan pek çok arkadaşımızdan farklı olarak, değişmeden dimdik kalabilen istisna şahsiyetlerden biriydi. Kısaca zarafeti, dürüstlüğü, vazifeşinaslığı ve muâfiyyetkârlığı yanında eğilmeyen bir güzel insanı daha Hakk’a yolcu ettik. Onun gibilerin sayılarının çoğalmasını temenni ederken ona Rahmet dilemekten, başka elden ne gelir…