Bakmasını bildiğinizde her bir günde veya mevsimde güzellikleri bulmak ve görmek imkân dâhilindedir. Sonbahar gündeme geldiğinde, onu kendine has güzellikleri ile tanımlamak mümkünken sararan ve dökülen yapraklarla daha çok hüznü duyarsınız içinizde… Şüphesiz günler ve aylar arasında bir ayırım yapmak, inanç dünyama göre doğru değildir ama Ekim ayı geldiğinde içimde duyduğum hüzünden kendimi alamıyorum ne yazık ki. Halbuki, o güğeren ağaçlar, dökülmeye başlayan yaprakların hışırtısı, fırtına öncesi sakinleşen tabiat ve arada yağan yağmuruyla yeni bir zaman dilimine doğru yol alınan güzelliklerle dolu oluna bilinir ki!..  Fakat Ekim ayı geldiğinde, bazılarını okuduğum eserleriyle tanıyarak hayranlık duyduğum, bazılarını ise çok yakından tanıma şansına ulaştığım kimselerin Beyaz Atlara binerek aramızdan ayrıldıklarını hatırlıyor ve de güğeren yapraklar dökülme öncesindeki hüznü veriyor bana…
Şöyle bir geriye dönüp baktığımda Ekim ayında kaybettiklerimiz arasında Edmond Rostand’ın Cyrano’sunu, yaptığı tercüme ile belki kendi dilinden daha güzel hâle getiren Sabri Esat Siyavuşgil’e duyduğum hayranlığı hatırlıyorum. Sonra Safiye Erol ve onun romanlarında yakalamağa çalıştığım iç dünya zenginliği geliveriyor aklıma.. Farklı bir boyut olsa da, Kapalı Çarşıdan çıkarak Beyazıt istikâmetine her gidişimde mutlâka uğradığım Sahaflar Çarşısında, gençlik yıllarımda kendilerine pek yaklaşamasam da, Raif Yelkenci diye bir kitap kurdunun bu havayı teneffüs ettiğini bilir ve sanki o müşterek havanın gelecekte beni de kitap kurtlarından biri yapacağına inanırdım.. Sonra, askerliğimi takiben, 1960’lı yıllardan itibaren içinde bulunduğum cemiyet hayatında kendilerini yakından tanıma şansına ulaştığım Prof. Dr. Kaya Bilgegil, Prof. Dr. Faruk Sümer ve de Halit Refiğ’le çeşitli meclis ve toplantılardaki birlikteliğimiz geliyor aklıma… Hüzünleniyorum. Ama öyle iki isim var ki, onları hatırladığımda sarsılıyorum.
Fethi Gemuhluoğlu ve Ergun Göze… Onları, her an hatırlamamam mümkün değil! Fakat bir de Ekim ayı gelmiyor mu, bu ayda kaybettiğim bu iki gönül dostum için içime dolan hüznü nasıl aşacağımı bir türlü kestiremiyorum!.. 35 yıl olmuş Fethi ağabeyi kaybedeli… Onun hakkında pek çok kimsenin anlatacağı çok şey olduğu muhakkak. Zira o bir çok kişi için gerçek anlamda bir ağabeydi. Ya benim için? Sadece ağabey mi? Hayır. O’nu tanıdığım andan itibaren “kendisinden el aldığım” babamdan sonraki ikinci kişi oluvermişti. Ergun Göze ise önce yazılarıyla tanıdığım ve haz aldığım, sonra da yıllar boyu aile birliktelikleri içerisine kadar uzanan hemhal dostluğu idi ortaya çıkacak olan… Bu iki gönlümde ayrı yerleri olan ismi, bir de vefat ayları olan Ekim ayında “anma toplantılarıyla” yok muydu? Daha bir garip oluyor ve hüzün doluyordum. Oysa hep söylediğim. Bu ülkenin büyüklerini anınız, onları yeni nesillere tanıtarak hatırlayınız ki dünden yarına mânevî çizgilerimiz kaybolmasın. Ama gel gör ki, bu anma toplantıları içimde burukluğu yenmemi güçleştirenler oluyordu…
Bu duygular içerisinde bir de baktım ki Ekim ayının ortalarını geçivermişiz ve ben geçen haftaki yazımı yazmamışım! Bu durumda çok yakından tanıma şansına ulaştığım bu iki güzel isim hakkında vaktiyle kaleme aldığım ve sonra “Gönlümde Taht Kuranlar” başlığıyla kitaplaşan hatıralarımdan bir iki cümleyi satırlarıma alarak okuyucularıma, onları az da olsa tanıtırım veya hatırlatırım diye düşündüm. Önce Fethi ağabey… Onun hakkında yazdığım yazının son satırlarında şunlar var…
“Onun çağlayan ruhu istismara açıktı. Bunu bilir; öfkelenir ama yine de Anadolu’nun genç fidelerine kol kanat germekten kendini alamazdı. Bilirdi ki, iyiler ve kötüler hep olacak; iyilere giden yoldansa ümit kesilmeyecektir. İkiyüzlülük onun için, utançların ve ahlâksızlıkların en kötüsüydü. Menfaat kavgasına iğrenerek bakardı. Madde onun için el kiriydi. Ama, maddesiz olmayacağını da bildiğinden ‘maddeye sahip olun ama o size sahip olmasın’ derdi.”
Ergun Göze, Fethi ağabeyin nadir gözdelerinden biriydi. İşte bu iki güzel ismi bütünleştirdiğim satırlarım… “Fethi ağabeyle beraber olduğumuzda, onun en yakın çevresindeki birkaç isimden birinin Ergun Göze olduğunu anlardım. Fethi ağabey Göze’nin yazılarına özel bir önem verir, belki de onun yazılarındaki bazı güzergâh taşlarının temelini atardı! Bundan iki tarafın da zevk duyduğu muhakkaktı. İki güzel insanın gönül bağlarının derinliğini hep hissetmişimdir. Göze’nin gazetede yaptığı hizmetin hâlis ve de mükemmel olduğunu dile getirmek, Fethi ağabeye, bir anlamda galiba sevgiyle dolu gurur da verirdi.”
İşte böyle! Ekim ayında yaşanan bunca siyasî olaya rağmen ben kendimi, yine de bu iki gönül dostumdan koparamadım…