İsrail devleti 1948 yılından bu yana bütün komşularından su temin edebilmek için uzun soluklu politikalar geliştirmiştir. Bu süreçte İsrail hem artan nüfusuna su sağlamak, hem de bölgede politik açıdan elini güçlendirebilmek için kaynaklar yaratmıştır. İsrail'in su politikalarına başlama tarihi eskilere dayanmaktadır. Teberiye-Necef arasında hazırlanan, Milli Su Şebekesi Projesi’nin başlama tarihi 1963’tür. Bu proje milat olarak kabul edilmemelidir çünkü İsrail 1948'de kurulmasıyla devletin sınırlarını, suya göre belirlemişti. 1967'de çıkan savaşın en önemli nedeni Şeria nehrinin sularıydı. Moshe Dayan, hem kendilerinin, hem de Arapların su kaynaklarını kontrol altına almak için bu savaşa girdiklerini söylüyordu. Altı Gün Savaşı sonucunda Golan Tepeleri ile Şeria ırmağının değişimi bile gündeme gelmişti. İsrail, kuzeyindeki Galili Denizi'ne su akışını engelleyecek olan Suriye'nin baraj projesine karşı çıkmış ve böylesi bir baraj olması halinde sert tedbirler almaktan çekinmeyeceğini dile getirmişti. Suriye’nin Ürdün ile birlikte Yarmuk Nehri üzerinde bir baraj yapma projesi İsrail’in tepkisi üzerine askıya alınmıştı. Aynı zamanda, Sudan'daki Jonlei Kanalı da İsrail tarafından uzunca bir süre şiddetle eleştirilmişti. Ürdün'de bulunan ve Ürdün topraklarının önemli bir kısmını sulayan Şeria Irmağı, İsrail için bulunmaz kaynak olmakla beraber, Ürdün'deki su rezervini kendi topraklarına aktarması oldukça zor görünüyordu. Bunun için İsrail, bütün teknolojik imkânlarını ve ABD ile mevcut tüm politik ilişkilerini kullanarak, Galili Denizi ve Yarmuk Irmağı'ndan boru hatlarıyla Tel-Aviv'e su pompalamaya başladı. Bu pompalama yolu ile İsrail su ihtiyacını bir biçimde karşılarken, Tel-Aviv'e gelen bu su İsrail için aynı zamanda bir çeşit politik rahatlama oldu. Böylece İsrail, Arap topraklarındaki suya egemen olarak, bir biçimde, Orta Doğu’daki su savaşının galibi olarak kendini tayin ediyordu. Diğer yandan Batı Şeria'daki su kuyuları da zaten İsrail için önemli birer kaynak durumundadır. Şeria nehri haricinde İsrail Batı Yakası'ndaki su kaynaklarının da % 90'ını kullanır durumdadır. İsrail’in Batı Şeria’daki su kaynaklarının %90’ını kullanması, bir milyonun üzerindeki Filistinlinin yaşadığı topraklarda susuzluğun ciddi boyutlara ulaşmasına ve dolaylı olarak da iki taraf arasındaki gerginliğin kronikleşmesine katkı sağlamaktan başka bir sonuca hizmet etmemektedir. İsrail’in su kaynaklarının başında Şeria Irmağı geliyor, bunu Golan Tepeleri izliyor, Güney Lübnan'daki kaynaklar da şu an İsrail’in elinde. Lübnan, Suriye ve Filistin'de bulunan su kaynaklarını kullanarak, iktidarını güçlendiren ve aynı oranda rakiplerinin gücünü kıran İsrail aynı dönemde, Manavgat sularına da talip oldu. Nil ve Fırat su kanallarının ve Manavgat suyunun İsrail için ne ifade ettiğini açıklamak, İsrail’in bölgede yürüttüğü su politikalarının daha rahat anlaşılmasını sağlaması bakımından gayet önemlidir. İsrail için iki önemli su kanalı: Nil ve Fırat: İsrail'in Nil nehrine ilişkin birbiriyle bağlantılı ve realize etmeyi başardığı üç temel hedeften bahsedilebilir. Bu hedeflerden ilki; Nil üzerinde kurulacak olan kanallardı. İsrail’in bu hedefi 1984 yılında gerçekleşir ve kanal yapılır. Bu kanal sayesinde İsrail, Etiyopya ve Sudan gibi Nil'in iki önemli musluğunu elinde tutan devleti yanına çekmeyi başarmıştır. Böylece İsrail’in ikinci hedefi de gerçekleşmiştir. Üçüncü olarak İsrail, Etiyopya ve Sudan’ı yanına çekerek Mısır'ı istediği zaman tedirgin edecek bir güce de sahip olmuştur. Böylece İsrail, Nil’e ilişkin tüm hedeflerini kısa bir süre içinde tamamlamıştır. İsrail’in diğer ayağı ise Fırat'tır. İsrail’in bölgeye yönelik ilgisini de bu şekilde okumak gerekmektedir. İsrail’in bölgeye ve de dolaylı olarak GAP’a ilgisinin başlangıç tarihi 1993 yılıdır. İsrailli işadamları zaman zaman bölgeyi ziyaret ederek, Urfa'dan toprak almak istediklerini, burada fabrika kurmak niyetinde olduklarını söylerler. Türkiye'nin Kürtleri ihmal ettiğini ve kendilerinin geliştirecekleri politikalarla Kürtlerin en azından ekonomik anlamda gelişmesine yardımcı olacaklarını, bu gelişmenin ise Türkiye’yi ayrılıkçı Kürt hareketi bağlamında rahatlatacağını, hatta Kürt meselesinin ortadan kalkacağını vurgularlar. 1993 yılında İsrail Tarım Bakanlığı'ndan gelen bir heyet, GAP'a yüklüce bir yatırım yapar. İsrail bölgede yer alan Devlet Çiftlikleri'yle de ilgilenir. En yoğun ilgiyi ise Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği’ne gösterir. Bölge genelindeki devlet üretme çiftliklerine ilişkin projesini uygulamaya koyamayacağına kanaat getiren İsrail, GAP’tan hisse alabilmek için faaliyete geçer. GAP'tan hisse almak isteyen İsrail kökenli firmalar arasında alanında öncü birçok firma vardır. GAP bu firmalar için iki anlama geliyordu; İsrail’de olmayan su ve toprak. İsrail’in ikinci GAP atağı 1996 yılında yaşandı. İsrailli firmalar bu tarihte önce Ankara'ya sonra da Urfa'ya geldiler. İsrail Tarım Bakanlığı GAP bölgesinde arazi alımına resmen başvurmuştu. İsrail’in Ankara eski Büyükelçilerinden Davit Granit, İsrail’in sulama alanında Afrika'da başardıklarını belirterek, sulama ve deniz suyundan istifade etmenin bütün teknik olanaklarını Türkiye’nin bu bölgesinde kullanabileceklerini söylüyordu. Şimon Peres bir yandan suyun insanlığın ortak malı olduğunu söylerken, diğer yandan Suriye'nin Golan sularını Türkiye'nin ise Fırat'ın sularından Israil'e vermesini talep ediyordu. Manavgat Barış Suyu Projesi: Barış Suyu projesinin işlevselleştirilememesi neticesinde bu projeye alternatif olarak Manavgat Suyu Projesi gündeme getirilmiştir. 1999 yılında İsrail Başbakanı Ehud Barak'ın Türkiye'yi ziyareti sırasında aynı dönemde İsrail'de yaşanan büyük kuraklık da gündemde olmasıyla, uzun bir boşluktan sonra ilk defa Manavgat nehrinden İsrail’e su satılması gündeme geldi. Bu nedenle Türkiye Manavgat ağzında suyun ihraç edilebilmesini sağlayacak tesisler için, 150 milyon dolarlık bir yatırım yaptı. Manavgat Çayı Projesi, günde 500 milyon metreküp suyu denizde tankerlere yükleyerek yurtiçi ve yurtdışı ihtiyacı karşılamak üzere planlandı. Projenin yılda 300 milyon dolar gelir sağlaması hesaplandı. Manavgat suyunu kullanmaya başlaması ile birlikte toplam su gereksinimin sadece %3’lük gibi oldukça küçük bir kısmını karşılayabilecek olan, geliştirmiş olduğu projelerle su ihtiyacının büyük bir kısmını Şeria nehri sularından, Golan tepelerindeki su kaynaklarından ve Batı Şeria’daki su kuyularından temin edebibilen İsrail’in Manavgat suyunu almak için girişimde bulunması olayın sadece ekonomik boyutu göz önünde bulundurulduğunda tereddütle karşılanabilir. Ancak, İsrail’in bu teşebbüsünün siyasi ve stratejik boyutları incelendiğinde İsrail açısından gayet pragmatik bir sonuca ulaşılacaktır. Benzer sorular Türkiye’nin bu projeye “evet” demesine ilişkin olarak da yöneltilebilir. Ancak, verilecek cevaplar işin yine pragmatik boyutunu ortaya koyacaktır. İsrail’in Manavgat suyunu isteme nedenleri çok özetle şu şekilde açıklanabilir : 1. Teberiye Gölü'ndeki su seviyesinin düşme tehlikesi İsrail’i kaygılandırıyordu. İsrailli yetkililer henüz 1991 yılının başında, İsrail’deki su rezervlerinin tehlike altında olduğunu söylüyor, su sorununu gündeme getirirlerken, mevcut sularda 2000 yılında bir azalmanın olacağını ve İsrail’in 2000 yılına kadar su sorunu ile karşılaşacağını belirtiyorlardı; 2. Su konusunda bölgede sadece bir ya da birkaç devlete bağımlı kalmamak için önemli su rezervlerine sahip olan ve “uzlaşılabilir” olarak değerlendirdiği tüm devletlerle su konusunda projeler geliştirme yoluna gitmek; 3. “Pragmatik” olarak nitelendirilebilecek amaç, İsrail’in suya olan ihtiyacını bu proje ile karşılamayı amaçlaması değil, Orta Doğu bölgesinde bir müttefik olarak ihtiyaç duyduğu Türkiye ile ilişkilerini bu proje üzerinden sağlamlaştırmak istemesidir; 4. Manavgat Suyu'nu almak isteyen İsrail'in, suyu alma karşılığında GAP bölgesinde bazı ayrıcalıklar istediği de bilinmektedir. İsrail'in, eğer ayrıcalık sağlayabilirse bölgede 'nanoteknoloji' ağırlıklı çalışmalar yapacağı belirtilmektedir; 5. Çeşitli ülkelerle yaptığı ya da yapmayı planladığı anlaşmalarla Orta Doğu bölgesinde su konusunda konumunu güçlendirmek ve su üzerinden Orta Doğu politikaları genelinde güç kazanmak. Türkiye’nin Manavgat suyunu İsrail’e satmayı içtenlikle ve tüm şartları gayet kolaylaştırarak kabul etmesinin temel nedenleri arasında ise şunlar sayılabilir: 1. Türkiye’nin Manavgat suyunu İsrail’e ucuza satmayı kabul etmesinin temel sebebi, İsrail ile 1990’lı yılların ortalarından itibaren yoğunlaşan ilişkinin pekiştirilmesi ve hatta süreklilik kazanması; 2. Manavgat suyunun Türk ekonomisine maddi hiçbir fayda sağlamadan Akdeniz’e dökülmesi; 3. İsrail’in satın alacağı su karşılığında Türkiye’ye sayısı belirsiz tank ve uçak teknolojisi satacak olması; 4. Bu su projesi üzerinden Türk-ABD ilişkileri bağlamında yönlendirici faktör olan ABD’deki Musevi lobisini İsrail devleti ile kurulacak sıkı ilişkilerle Türkiye lehine etkileyebilmek. Manavgat Suyu Projesi’nden Neden Vazgeçildi: Türkiye'nin Manavgat Nehri'nin sularının İsrail'e satılmasını içeren projeden, Türkiye ve İsrail'in ortak kararıyla vazgeçildi. Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz gibi yöneticilerin destek verdiği proje kapsamında 200 milyon dolarlık yatırım yapılan Manavgat'tan su almak isteyen tek ülke olan İsrail'le 1999'dan itibaren pazarlıklar yapılıyordu. 30 Ocak 2006 tarihinde Türkiye-İsrail Ortak Su Grubu toplantısında, proje bir kez daha görüşüldü ve ortak kararla projenin iptali benimsendi. Manavgat yerine Akdeniz'e dökülen Göksu Nehri'nin suyundan yararlanılmasını teklif eden İsrailliler, Akdeniz altından boru hattıyla suyun taşınabileceği önerisini dile getirdi. Türk yetkililer ise önerinin inceleneceğini söylemekle yetinmişlerdir.