(Memleket ve milleti kurtarmağa çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuskâr mütehassıs ve birer âlim olmaları lâzımdır. Bunu temin eden mekteptir.) -Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK- -27 Ekim 1922- Atatürk'ümüz siyasi partiler hakkında şöyle buyurmuşlar ki, sadece isabetli bir tespit değil, aynı zamanda hemen her siyasinin şapkasını önüne koyup, uzun uzun düşmesi icap eden bir tespit!... Gazi Hazretleri özetle şöyle buyurmuşlar ve de günümüzde de hiç bir değişikliğe uğramış değildir: (Bu Milletin "Siyasî fırkalardan çok canı yanmıştır!) Evet aynı ile vakidir!.. Çok canı yanmıştır ve hâlâ yanmakta berdevamdır... Şimdi gelelim eşsiz, emsalsiz Halâskârımız Atatürk'ümüzün meşhur "Balıkesir Hutbesi"ne. Yânî, Balıkesir-Paşa Camiî minberinden halka sunduğu hutbe. Tarih: "7 Kasım 1923". "Ey millet, Allah birdir. Allah'ın selâmeti, âtifeti ve hayırı üzerinize olsun! Peygamberimiz, Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakayiki diniyeyi tebliğe memur ve resûl olmuştur. Kanun-u esasisi, cümlemizce malûmdur ki, Kur'anı azimüşan'daki husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. "Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikata tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavanini tabiiyei ilâhiye beyninde tezat olması icab ederdi." Çünkü bilcümle kavanini kevniyeyi yapan Cenab-ı Hak'tır. Arkadaşlar; Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dâra, iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri "Allah'ın evi idi." Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamberin isri mübarekelerine iktifaen bu dakikada milletimize; milletimizin hal ve istikbaline ait hususatı görüşmek maksadiyle bu dârı kutside Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum. Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp, kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lâzım geldiğini düşünmek yani meşveret faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklâlimiz için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Amâli milliye, irade-i milliye yalnız bir şahısın düşüncesinden değil, bilumum efradı milletin arzularının, emellerinin muhassalasından ibarettir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak isityorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.) (Müşarünileyh bedehu mimberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından irat edilen yirmiyi mütecaviz suali tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir.) Hutbeler hakkındaki ilk suale cevaben demişlerdir ki: (Hutbeler hakkında iradedilen sualden anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, milletimizin hissiyatı fikriyesi ve lisan ile ve ihtiyacatı medeniye ile mütenasip görülmemektedir. Efendiler! Hutbe demek nâsa hitabetmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan bir takım mefhum ve manalar istirhaç edilmemelidir. Hutbeyi irat eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi irad ederlerdi. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek Halefay-i Raşidin Hutbelerinin okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek Halefay-ı Raşidi'nin söylediği şeyler o günün meseleleridir, o günün askeri, idarî, mali ve siyasî, içtimai hususattır. Ümmeti İslâmiyetekessür ve memaliki İlâmiye tevessüa başlayınca, Cenab-ı Peygamber'in ve Halefay-ı Raşidi'nin Hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irat etmelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri iblâğa bir takım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhâlde en büyük rüesâ idi. Onlar Camiî Şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı tenvir ve irşat için ne söylemek lâzımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lâzımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı ahvali umumiyeden haberdar etmek son derecede haizi ehemmiyettir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı hâli faaliyette bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah namını taşıyan mütebitlerinin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat ahalinin tenvir ve irşadıdır, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutebanın herhalde, nâsın kullandığı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Meclisi'nde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki, "Mimberler halkın dimağları, vicdanları için bir menba-ı feyiz, bir menba-ı nur olmuştur". Böyle olabilmek için mimberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması ve hakayiki fenniye ve ilmiyeye mutabık olması lâzımdır. Hutebayı kiramın ahvali siyasiye, ahvali içtimaiye ve medeniyeyi her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği taktirde halka yanlış telkinat verilmiş olur. Bineaneleyh, hutbeler tamamen Türkçe ve icabatı zamana muvafık olmalıdır. Ve olacaktır.) -Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK- (7 Kasım 1923) Değerli okuyucularım! Sizlere daha birçok hatta ve hatta yüzlerce numune takdim edebilirim. Ancak bu bahsi burada kesmeyi daha münasip görmekteyim. Zira, adam olana çoktur bile!.. Görülüyor ki, Yüce Önderimiz Dini bilgisiyle olduğu kadar, inanç açısında da eksik değiller. Çok şükür bir Müslüman kişidirler. Şimdi merak ettiğim bir husus var ki, sizlerin de merak ettiklerinden hiç şüphem yoktur. Durum aynen şudur: O pek Atatürk'çü, Lâikçi ve de pek aydın geçinenlerimiz. Kendilerine has ve malûm iddialarını ısrarla savunurken, Atatürk'ümüzün İslâm Dini hakkındaki görüş ve yorumlarından niçin numuneler sunmamaktadırlar? Ha! Niçin???... Sunamazlar çünkü, kendileri açık fikirli değiller ve dahası tam bir dâvâ müdafaası da yaptıkları yoktur da ondan!.. Bir takım emperyalist devletlerin ülkemiz içindeki maşaları olduklarından dahi haberleri olmayan bu zavallılar. Her daim yanlış kart oynamaktan asla vazgeçmemiş ve hâlâ aynı çizgiyi sürdürmektedirler. Hem de hiç mi hiç bıkmadan, usanmadan... O pek hayranlık duydukları ve de dostluklarına toz dahi kondurmadıkları İsrail Devleti dahi, dinlerini asla asla ihmal etmeyip, bilhassa korumakta ve pek fanatik dindarlarına da ayrıca sahip çıkmaktadır. Bu durumu bile görebilmekten uzak; varsa ateizm, yoksa ateizm veya bir nevi maske görevi gören "Lâikizim"!... En büyük tehlike, Türkiye'nin bir anda (İran'a benzeyebilmesi) ihtimâliymiş!.. Peki Türkiye bu kadar başıboş durumda mıdır?!.. Devletimizin birinci derecede koruyucuları hangi güne durmaktadır!.. En azından, Atatürk'ümüzün kurdukları Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başlıca koruyucusu şanlı ordumuz böyle bir karanlığa müsaade eder mi? Hayır asla! O hâlde bunca endişe niye?.. Hiç kimse şaşırmasın ama, bu bir Amerikan taktiğidir: (Milletçe huzursuz olalım, tedirgin yaşayalım ve bölük-pörçük bir millet görüntüsü verelim ki, bir gün kendimizi, tepeden inme tutsak durumunda görelim?..) Şu son yıllar içinde ABD her zamankinden ziyade bizim ülkemizin "iç işlerine" karışır hissi vermektedir. Nitekim günlük gazeteleri takip edenlerimiz bizi tastiklerler. Evet, ülkemizin durumu bu derece hazin olmasına rağmen, bizler (Cumhurbaşkanı kim olacak, kadın parlamenterlerimiz ne giyecekler vs. gibi magazinsel durumlarla alâkadar olmakta ve bu da yetmezse, futbol maçları ile pop sanatçılarının seks hayatları gibi diğer pek lüzumlu (!) meraklarımız devreye girmektedir!... Dahası, bütün bunlar da yetmezse, ABD'nin o pek renkli parlamentosu imdada yetişmekte ve o malûm "Ermeni Meselesi"nin yeni bir boyutunu ortaya sürmekte ve bir nevi tehdit mahiyetinde değerlendirip, tekrar rafa kaldırmaktadır'... Meselenin en trajik yönü de, hemen her defasında bu meselede yara alan, hem de rencide edildiği için ağır yara alan: (TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLARI OLMA SIFATINA HAİZ, "TÜRK-ERMENİLERİ" OLMAKTADIR!..) Çünkü, her önümüze çıkan bizleri "vatan haini gösteren" imalarla hareket etmekte ve bizleri kötülemektedir ki, buna bir de hiç beklemediğimiz hâlde bir (MUSEVİ TÜCCAR) da iştirak etmiş ve bizleri: "Vatana baş kaldırmakla, yânî ihanetle" suçlama iddiasında bulunmuştur?!.. Vatandaşlar arasında birlik-beraberlik olmasının en ziyade ihtiyaç hissedildiği bir dönem içinde bir azınlık mensubunun böylesi bir harekete kalkışması gerçekten düşündürücüdür ve bir başka yazımda bu konuya detaylı şekilde temas edeceğim. Bir dahaki yazımda buluşabilmek dileğiyle, hepinize hayırlı tatiller dilerim efendim.