Üzerinden günler geçmesine rağmen, gezi olaylarının asıl mahiyetinin anlaşılamadığı görülüyor. Sn. İstanbul Valisi müdahale yok diyor, ancak, müdahale de oluyor, biber gazı da atılıyor.
Demokratik ülkelerde toplumun görüşlerini, tepkisini açıklaması gayet doğaldır. Hatta şöyle bir hikaye vardır, İngiltere’de Oxford Street civarında bir kalabalık kraliçeyi istemiyoruz, kraliçeyi asalım, keselim diye bağırıyor, diğer bir grupta yok, kraliçe güneş batmayan Britanya İmparatorluğunun simgesidir, kalmalıdır, diyor. Polisler geliyor, kraliçeyi istemeyenler sağa geçsin, isteyenler sola geçsin diye grubu ikiye ayırıyor ve ortadan trafiğe yol açıyor. Bu nedenle, bu tür olayların tırmandırılmaması gerekir. Bu hadise, “illegal örgütlerin, marjinal grupların işidir”, derseniz yanlış teşhis koymuş olursunuz. Ortada ilginç bir durum var. Kamu otoritesinin aslında görevi doğayı, yeşili, çevreyi korumak, vatandaş için parklar ve yeşil alanları arttırmaktır. Ancak, bu yapılmıyor. Her yer müteahhitlere peşkeş çekiliyor. Özelleştirme adı altında, rantiyerlere veriliyor ve her yer beton yığını, iş merkezi rezidans, AVM olacak diyerek, halkın doğa ve çevre hakkı ellerinden alınıyor.
İstanbul, son yıllarda görülmemiş bir sağlıksız kentleşme ve tahribata sahne olmuştur ve bunu, ne yazık ki, kamu otoritesi imar izinleri vererek yapıyor. İşte, bu noktada hiçbir parti ile, örgütle ilgisi olmayan sade vatandaşlar, gençler çıkıyor ve her demokratik ülkede olduğu gibi, itiraz haklarını kullanıyorlar. Evlerinde, ellerinde bayrak, tencere tava ile protesto yapan 80 yaşındaki teyzenin örgütlerle ne alakası olabilir… Kamu hala direniyor, “göbeklerini yırtsalar topçu kışlası yapacağım”, diyor ve “ben sizin anladığınız dilden de konuşurum, %50’yi zor tutuyorum”, diyerek, tansiyonu arttırıcı durumlar yaratıyor. “Tamam çocuklar, gezi parkı yemyeşil kalacak, parkları, yeşil alanları çoğaltacağız, Taksim’e cami yapılmayacak, AKM’yi yıkıp, İstanbul’a yakışır görkemli ve modern bir opera binası yapacağız”, deseydi hadise biterdi. İstanbul Belediye Başkanı bile itidalle hareket etmiş ve “bundan sonra yapacağımız herşeyi halka soracağız” demiştir. Yiğidi öldür, hakkını ver. Örneğin, Taksim’de trafiğin yer altına alınması projesi, çok güzel olmuştur, Tebrik ediyorum. Yetersizde olsa, Dolmabahçe, Bomonti tünelleri isabetlidir. Bu tür tünellere, yeni yollara ve caddelere ihtiyaç vardır. İstanbul’da, ulaşım diye bir şey kalmamıştır. Yollar kilitlenmiş ve araçlar hareket edemez hale gelmiş. Bu yıl, bir yerden bir yere gitmek en az 2 saati almaktadır.
Bir başka konuya kısaca değinmek istiyorum. Son günlerde, ülkemizde cinayet olayları tırmanıyor. Özellikle kadınlara ve çocuklara yönelen, katliam gibi cinayetlerde, artış var. Çünkü, vatandaşın belinde silah taşıması ve en ufak bir olayda silahını çekip, karşısındakini öldürmesi önlenmiyor. Biz daha, Avrupa Birliğine üye olmadan, onlar kaldırdı diye, idam cezasını kaldırdık. Ceza hukukçuları, idam cezasını caydırıcı bir etken olarak kabul ederler. Eğer bir insan, Allah’ın verdiği canı, cehaletten, namus meselesinden şu veya başka bir sebepten alıyorsa, ona verilecek karşılık ölüm cezası olmalıdır. Altını dikkatle çiziyorum, Anayasa ihlal edilmiş, şu fikir ve düşünce ortaya atılmış diye, demokratik ülkelerde fikir ve düşüncelere idam cezası tatbik edilemez, ama, adam öldürmenin karşılığı ölüm cezasıdır. Özellikle, kan davaları masum fertleri ve hiç günahı olmayan masum çocukları yok etmektedir. Kan davasını, anlamak mümkün değildir. Özellikle, kan davalarında ortaya cinayet çıkıyorsa, cezası idam olmalıdır. Adalet mağdurlar için, anlam ve önem arz eder.
Bir diğer meselede, hayvan beslemektir. “Dünya hayvanları koruma günleri” yapıldığında, özellikle, köpek besleyenler, beslemeyenlere karşı ateş püskürüyorlar. Onları insan olmamakla itham ediyorlar. İnsanların, son yıllarda giderek artan, evlerde köpek beslemelerine, sokaklarda köpek dolaştıranlara şahit oluyoruz. Kim besleyecekse beslesin, ancak bir şartla, başkalarını rahatsız etmesin. Ben, senin köpeğini, hayvanını sevmek, onun pisliğine ve kokusuna, havlamasına katlanmak durumunda değilim. Ben hayvanları severim, benimde çocukluk yıllarımda, çok güzel bir kedim vardı. O yıllarda, babamın görevi dolayısıyla İzmir’de yaşıyorduk. Ancak, evimiz apartman katı değil, müstakil bir evdi ve hiçbir komşumuzu rahatsız etmiyorduk. Köpek ve hayvan besleyenler, özellikle, apartmanlarda, komşularına rahatsızlık verenler, son zamanlarda şehrin civarında yapılan, bahçeli, müstakil evlere taşınsınlar ve apartmanlarda kimseyi rahatsız etmesinler. Zaten işin doğrusu, apartmanlarda köpek beslememektir. Bağdat caddesi ve benim yaşadığım Selamiçeşme, Dalyan Sahil yolu köpek pisliklerinden geçilmiyor ve bu pisliğe meydan vermeye hiçbir köpek sahibinin hakkı olmamalıdır...