Bu yazıyı yayınlamadan önce Avrasya Bir Vakfı'nın Genel Müdürü Sn. Abdullah Kılıç Bey'e okudum onun fikrini almaya çalıştım. Mesele dini, sosyolojik ve stratejik birçok cephelere haiz olduğu için derinliğine tahlil edilmesi gerekir. Yarım yamalak yapılacak bir analiz birçok önemli hususun gözden kaçırılmasına sebep olabilir. İyi ki yazıyı kendisine okumuşum. Esasen; öteden beri Sn. Abdullah Kılıç Bey'in dini ve felsefi konulardaki derinliği, ilgimi ve dikkatimi çekmiştir. Onun işaret buyurduğu bir kaç noktayı ilave ederek, yazıya derinlik kazandırmaya çalıştım. Kendisine değerli fikirlerinden dolayı teşekkürler ediyorum. Diyalog bir kimse ile olumlu manada ilişki kurmaktır. Her diyalog iki cephelidir. Sadece sizin zorlamanızla diyalog kurulamaz. Herşeyden önce bir kimse ile diyalog kurulabilmesi için muhatabınızın buna istekli olması gereklidir. Muhatabınızda diyalog isteği varsa buradaki amacının sorgulanması gerekir. Diyalog arzusu daha iyi bir dünyanın inşası için tarafların birbirini anlama süreci mi? Ötekinin zaafından istifade ederek yayılma süreci mi? Ortak çıkarlar istikametinde bütün taraflara optimum fayda sağlama süreci mi? Biz bunlardan hangisini arzu ediyoruz. Onlar neyi hedefliyorlar bunun tesbiti gerekir. Diyalog çok yönlü bir süreçtir. Taraflar arzu etse dahi bu gerçekleşmeyebilir. Dinlerin teoloik yapısı buna imkân vermeyebilir. Mevzii olarak diyalog kurulsa bile bazen tarafların istekleri gerçekleşmeyebilir. Umduğu ile bulduğu farklı olabilir. Bütün bu cihetlerin fayda mahzur analiziyle açıklığa kavuşturulması gereklidir. Vatikan'ın "Dinlerarası Diyalog" çalışmasıyla dünya gündemine giren "diyalog" ideolojik hayatımızı derinden etkilemektedir. Vatikan diyalog fikrini hayata geçirmeden önce ortaya hedefler koymuştur. 1. bin yılda Avrupa, 2. bin yılda Amerika, 3. bin yılda Afrika ve Asya, Hıristiyan yapılacaktır. Avrupa'nın Hıristiyanlaşması Roma'nın ve putperestliğin Hıristiyan teoloji karşısında erimesiyle gerçekleşmiş, Amerika kıtası ise Avrupalı fatihler karşısında geri bir medeniyeti temsil eden yerli halkların orantısız mücadelesi neticesinde kıtanın Hıristiyanlaşmasıyla gerçekleşmiştir. Ortadoğu-Asya ve Afrika'daki Hıristiyanlık-Müslümanlık rekabeti asırlar boyu sürmüş halen sürmeye devam etmektedir. Museviliğin kitle dini haline gelmemesi, milli din, "dar hatta ulus dini" olarak kalması ilginçtir. Tevrat'ın evrensel mesajı ve insanlığa hitabeti yanlız Yahudilere yönelik olduğu şeklindeki Yahudi varsayımı Museviliği kapalı toplum dini yapmış evrensel niteliğini kaybettirmiştir. Museviliğin, din olarak dışa kapalı olması bir tarafa, dini ırkî anlamda yorumlayan doğmatik inanç tarzı Yahudiliği de gelişmekten mahrum bırakmış bugünkü şartlarda bir tarikat büyüklüğünü geçmeyen bir inanlar zümresine mahkûm etmiştir. Bu sebepten her ne kadar dinler arası diyalogdan söz ediliyorsa da bu daha çok Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasındaki ilişki anlamına gelmektedir. Musevi hahamları toplantılarda bulunmak için figür olsun diye katılmaktadırlar. Zaten ortalama Yahudi din adamlarının diyalog denilen bir olguya cevaz vermesi mümkün değildir. Varsayalım ki Afrikalı bir zenci (çok radikal bir örnek oldu) yada Çinli (bu örnek daha da radikal oldu) veya bir Rus, Musevi dinini kabul etti. Bu şahıs yarın Musevi mi sayılacaktır? Hayır! O Yahudi bir anadan tekrar doğmadığı sürece asla Yahudi olamayacaktır. Dolayısıyla Musevilikle diğer dinlerin diyalog kurması mümkün değildir. Diyalog kurarlar, ama nasıl olur? Bir araya gelirler yemek yerler portakal suyu içerler dua ederler, dağılır giderler. Bu sadece sana senin inancına tahammül ediyorum tarzında bir görüşmeden başka bir manaya gelmez. Diyalog tarafların hür iradesi ve rızası ile gerçekleşmişse taraflar arasında hiyerarşik bir güç yapılanması yoksa ve eşit ilişkiler çerçevesinde medeni tartışma hudutlarını aşmayan bir formatta cereyan ediyorsa bu en çok arzu edilen durumdur. Taraflar yalnız ve yalnız gerçeği ve doğruyu araştırmak, duyurmak ve tebliğ etmek için biraraya gelmişse bu en ideal bir durumdur. Bunun dışındaki durumlar tarafların bir alanda üstünlük kazanması için zaman kazanma, pozisyon üstünlüğü elde etme, kendi aleyhine dönen süreci durdurma, hasmı uyuşturma gibi modern mukabele tekniklerini hedef alıyor olabilir. Ancak şurası bilinmeli ki, İslâm coğrafyasının en zayıf olduğu bir çağda İslâm bir din olarak çok iddialı perspektife sahiptir. İslâm kolay kolay teslim olacak bir din değildir. Bu çerçeveden bakıldığında felsefi derinliği yüksek din adamları yoluyla Hıristiyanlıkla bir tartışmaya girmek hatalı değildir. Diyalogdaki amaçlarınız nedir? Sırf karşı tarafın olurunu almak sizi kabullenmesini sağlamak için diyalog kurmak faydalı mıdır? Diyalogdaki hedefiniz sırf diyalog kurmak için diyalog ise o zaman siz sürüklenmeyecek misiniz? Vatikan'ın diyalog misyonunu ortaya koyarken, hedeflerini açıklamıştır: 1) Misyonerlik faaliyetleri için yumuşak güç kullanacaktır. 2) Karşı tarafın teolojik çelişkileri istismar edilecek kendi inançlarına olan güvenleri sarsılacaktır. Karşı taraf üzerinde etki yaratmak için sizin onu etkileyecek herhangi bir maddi gücünüz var mı? 3) Müslümanlık en son din olması sebebiyle teolojik olarak öteki dinlerin yürürlükten kalktığı temeline dayanmaktadır. Diyalog'u kabul ettiğiniz takdirde kendi dininizin yanında meşruiyet alanları açarak kendinizi red etmiş olmuyor musunuz? 4) Savaşta yenilebilirsiniz, buradaki teslimiyetiniz yalnızca maddi anlamda bir mağlubiyettir. Düşmanınız hangi silâhlara hangi araca sahip olursa olsun kafanızın içini değiştiremez. Sadece sizi maddi anlamda esir eder. Halbuki diyalog maddiyatlma yapılamayan bir fetihi hedef almaktadır. Esasen Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasındaki ilişki maddi üstünlük ilişkisi değildir. Bu çağda Hıristiyan topluluklar Müslüman toplumlara karşı maddi bir üstünlük kazanmışlardır. Bu doğrudur. Ancak bu ilişki manevi platformda tek yönlüdür ve tek boyutludur. Müslümanlık iç tutarlılık, teolojik yorum, felsefi sentez, genelleşmiş adalet anlayışı ve reel bir dürüstlük karakteri açısından Hristiyanlıktan kesin kes üstündür. Bu üstünlüğü sebebiyle kendi değerlerini tartışmaya açmasının bir anlamı var mıdır? Nasılki açık ola, aşikâr olan, doğru olan, varolan bir nesnenin varlığı veya olmadığı üzerinde tartışma yapılmazsa, İslamiyetin teolojik mantığı, inanç sistemi ve başka inançların islamın temel değerlerinin doğruluğu üzerinde bir tartışmaya girmesi ne derece mantıklıdır? Bu durumda diyalog hangi noktalarda, hangi zeminler üzerinden nasıl yapılacaktır? Onun ortaya konması gereklidir. 18 Haziran tarihli Zaman Gazetesi'nde Sn. Prof. Faruk Beşer'in yazdığı "Diyalogdan Ne Anlıyoruz" adlı makalesi önemlidir. Sn. Beşer diyor ki; "Kuran'ın diyalog'a bakışı şudur; 3/64 ayeti "Onlara de ki, gelin aramızdaki ortak bir sözde birleşelim. Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na şirk koşmayalım. O'nu bırakıp birbirimizi Rab edinmeyelim. Eğer bundan yüz çevirirlerse, onlara; şahit olun ki, biz Müslüman'ız deyin." Önce diyaloğu Müslümanlar başlatacak, teolojik bir temelde birleşelim denecek, kabul etmemeleri durumunda biz yokuz diyeceğiz. Peki mevcut diyalog çalışmaları bu çerçevede mi cereyan ediyor? Yani bizim din adamlarımız ve onların din adamları biraraya gelince yalnız ve yalnız Allah'a şirk koşmayalım meselesinde ortak bir noktaya varmış mıdır? Bırakalım bunu öncelikle insan olarak katogorik olarak hepimiz birbirimize eşitiz birbirimize tahammül etmeliyiz ötekinin yaşama hakkına saygı göstermeliyiz yönünde bir anlayış birliği sağlanabildi mi? Böyle birşey var mı? Kaldıki ayette ifade edilen tavrı gösteren taraf biziz. Yani dikte eden tarafız. Üstün olan tarafız. Bugün böyle mi? Tabii ki hayır... Onlar diyorlar ki siz şu kadar seküler olacaksınız, bu kadar seküler olacaksınız. Bize yön vermeye çalışıyorlar. Bugünkü diyalogda din min yok. Allah, kitap yok, teolojik bir tartışma yok... Sen benim dinsizliğime saygı göstermekle kalmayacaksın kendi dini değerlerini terk edeceksin! Demokratikleşeceksin, şöyle olacak böyle olacaksın. Yani burada bir diyalog yok monolog var. Biz doğrularımızı terk edeceğiz. Onlar yanlışlarını dikte edecekler durum bu. (Konuya devam edeceğiz)