Deniz kenarında oturmak, mehtabı seyretmek… Gerçekleri düşünüp hayallere dalmak, sıkılmış canı rahatlatmak… Kimselerle konuşulamayan sözleri ve içeride birikmiş zehrin sorunsuzca akıtılması. Sevimsiz politikacılardan, yaşanan kaostan ve şehrin gürültüsünden kaçmak isteyen bedenin saklanacağı tek sığınak. Zira; anlatılanlara anlayış gösteren, soru sormadan, engin hoşgörüyle dinleyendir deniz.
Bu hazzı dolu dolu yaşamak, o çizgide mutlu ve huzurlu olmak hem düşünceleri hem de ruhu yenilemeyi öğrenmek. Kim bilir kaç kişi gürültü, patırtının içinde bu duygularla yaşamaktadır.
Mademki, denizin üstü bu kadar insana huzur veriyor, peki ya denizin altı insana neler kazandırır? Düşünsenize oksijensiz bir ortamda balıklarla şakalaşabilir ve hatta dans bile edilebilir. Denizin altında dedikodu, çıkar çatışmaları, tepenizde dırdır eden siyasiler olmaz, ne dediğinizi anlayamayan aptal insanlar girmez hayatınıza. İnsanların ısrarlı talepleri ile muhatap olmaz, ülkenin siyasi ve ekonomik durumu ile ilgilenmezsiniz. Ne hükümetin yaptıkları, ne CHP kurultayındaki kavgalar, ne de sevimsiz Türkiye tablosu sinirlerinizi bozmaz. Ödenecek fatura, mali tablolar, anlamsız iş ortamları ile gerilmez, dalgaların çıkardığı senfonik seslerle dalarsınız hayatın içine ve takmazsınız hiçbir şeyi kafanıza. Yalnız denizin sunduğu nimetler vardır. Renginiz siyah değil mavidir artık.
Siz de hayallere daldınız benim gibi değil mi? Yoğun iş hayatı ve Türkiye’nin hareketli siyasi haritası ne yazık ki bir deniz kenarında ruhumuzu dinlendirmeye özendiriyor. Yaşanan hareketlilik; “Bu hayat benim, kimse nasıl yaşamam gerektiğini dayatamaz. Yaşamımın hakkını vermeliyim.” düşüncesine yönlendiriyor. Kendini tanrı zannedenlerin “Dindar gençlik yetiştireceğiz.” demesi; “Al sana biraz daha ömür verdim.” demekle eş anlamlı. Hayatın içindeki ipotekler çözüldüğü zaman, deniz kenarı özlemleri, ruhu dinlendirmek için değil de sevgililerin romantizm yapması için gerekecektir. Tabi tanrılar iş başında olmazsa…