Başbakan, Pek Muhterem Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul İl Gençlik Teşkilatı’nın kongresine gönderdiği mesajında, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Gençliğe Hitabı”ndan ba’zı bölümlere de yer vermiştir.
İttihad ve Terakkî artığı, Tek Parti Mütegallibe Cenahından ve maalesef Ceberûtî-Tagûtî, at gözlüğü takılmış, tek taraflı bir eğitimden geçmiş, kültürümüzden, ma’nevî ve insânî değerlerimizden nasip almamış, faşizan, jakoben yazar-çizer, konuşur takımı, günlerdir, Başbakan’a karşı ağır hakaretlere varan bir üslûp ile, karşı yazıyor, çiziyor ve konuşuyorlar.
İttihad ve Terakkî artığı, Tek Parti Mütegallibe’nin günümüzdeki devamı olan parti ile, at gözlüğü takılmış, tek taraflı, Ceberûtî ve Tagûtî bir eğitimin yetiştirdiği, sözde günümüz aydını, her ne zaman, ilâhî bir mefhum, sözgelişi, mukaddes bir metin, bir âyet meâli, bir hadis meâli, herhangi bir İslâm büyüğüne ait bir kelâm-ı kibâr gördüklerinde-duyduklarında, kırmızı görmüş boğalar gibi gözlerini kan bürüyor, Kelb-i Akûr gibi etrafa saldırmaya başlıyorlar.
Nitekim, Başbakan’ın daha önce söylediği “Dindar bir nesil yetiştirilmesi” hakkındaki grup konuşmasına da aynı şiddetle karşı çıktılar.
Türkiye’de Eğitim Sistemi, temelinde tamâmen, Lâdinî bir zemine oturtulmuştur. Burada kasdettiğimiz “Lâdinî’lik,” kimsenin, dinî inançlarına karışmamak, tarzında bir “Lâdinî’lik” değil, tam tersine şiddetli din düşmanlığını, pratikte, İslâm düşmanlığını ifade eden bir “Lâdînî’lik”tir. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda, yıllarca Allah’tan bahsettirilmemiş, sapık ve ilim dışı bir nazeriye olan Darvin Nazariyesiyle, kâinatın, tesâdüf eseri, kendiliğinden meydana geldiği öğretilmiştir.
Her fırsatta, aralarına katılmak için özendiğimiz, Avrupa Birliği’ne dahil ülkelerde ve başta ABD olmak üzere, önemli Batılı Ülkeler’de eğitim sistemine dâhil okulların pek çoğu, Papazların idaresinde ve Kiliseler Birliğine ait okullardır.
“Asıl Dindar Gençliği” batı dünyası yetiştirmiştir ve yetiştirmektedir. Aslı, Latince olan, muharref İncillerin tamamını okuyamayan Hıristiyan yoktur, fakat günümüzde %99’u Müslüman olan memleketimizde, dininin esasına teşkil eden Kitabını, Kur’ân-ı Kerim’i kaçta kaçı yüzünden okuyabilir?
Başbakan’ın, partisinin Gençlik Kolları Teşkilatı’nın kongresine gönderdiği mesajda, Merhûm, Şiîr’ler Sultanı, (Sultanüş-Şuarâ), sadece şiir’de değil, nesir ve hitâbette de Ferid-i Zaman, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Gençliğe Hitâbesi’nden de bir pasaj alması, İttihad ve Terakkî artığı, Tek Parti Mütegallibe mensuplarını ve onların goygoycularını öylesine öfkelendirmiştir ki, Üstadın Hitabesi’ndeki bir kelimeyi, cımbızla almışlar, “İşte gördünüz mü? Başbakan’ın, “Dindar Genç’ler Yetiştireceğiz,” sözünün altından “Kindâr Gençlik Yetiştirileceği” ortaya çıkmıştır,” dediler. Başbakan’a ve zihniyyetine kin kustular.
Bu güruh, İslâmî ve ma’nevî metinlere ve mefhumlara âşina olmadıkları için kendi beyinciklerinin içinde ne varsa onu kusarlar. Koskoca bir Necip Fazıl Külliyatı içerisinde, onu da, Başbakan kullandığı için, bir tek kelimeye takılıp kalmak, bunların mes’elelere ne kadar sığ baktıklarının da bir göstergesidir.
Bu kafalara, öncelikle Üstad Necip Fazıl’ın bu hitabesinde, “Kinden” neyi kasdettiğini anlatabilmek için öncelikle, “Ağababaları”, iftiharla devamı olduklarını ifade ettikleri İttihad ve Terakkî döneminde, yeniden kurulan Mehter Takımı için bestelenen ve hâlen Mehter Marş’ları arasında en sevilen bir marş olan marşı yazalım;
“Eli kan kılıcı kan,
Sinesi uryân, ciğeri püryân.
Meydan-ı Şahâdette Allah yoluna revân.
Gazây-i Şühedâ’ya Cemal-i Hakk görünür ayân.
Kahrımız, gazabımız düşman’a ziyân...”
Sonra da Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Gençliğe Hitâbesi’ni...
Bir Gençlik, bir gençlik, bir gençlik...
“Zaman bendedir ve mekân bana emânettir!..” şuurunda bir gençlik...
Devlet ve Milletinin yedi asırlık hayatında dört devre...
Birincisi ikibuçuk asır... aşk, vecd, fetih ve hâkimiyet...
İkinci üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet...
Üçüncüsü bir asır... Allah’ın Kur’ân’ında belhümadal-hayvandan aşağı dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esâret...
Yâ dördüncüsü?... Son yarım asır!.. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinâyetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet...
İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi evet şimdi beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün “dikey”leri “yatay” hale getirecek bir çığlık kopararak “Mukaddes emâneti ne yaptınız?” diye meydan yerine çıkacak günü kollayan bir gençlik...
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, kininin, kalbinin da’vacısı bir gençlik...
Halka değil Hakk’a inanan, Meclisin duvarında “Hâkimiyet Hakkındır” düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta bulan ve hâlis hürriyeti Hakk’a kölelikte bilen bir gençlik... Emekçiye benim sana acıdığım ve koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın! Ama sen de, zülum gördüğün iddiasıyla, kendi kendine Hakkı ezmekte ve en zâlim patronlardan daha zâlim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın!..” diyecek...
Kapitaliste ise “Allah buyruğunu ve Resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!” ihtarını edecek...
Kökü ezelde dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...
Birbuçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çıkarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk’ün de yine bur buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezhebe ortada ne kadar illet varsa da’vasının ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin, İslâm’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm Alemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...
Can taşıma liyâkatini canların canı uğurunda can vermeyi ni’met sayacak kadar gözü kara ve o nisbette usule, stratejiye uygun bir gençlik...
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık madeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrefat kanalı sokağı takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mü’min zindanı ma’bedi, temeli yıkık ailesi, hâsılı kendini yetiştirecek bütün cemiyet mü’esseselerinden aldığı zehirli te’siri üzerinden atabilecek, kendi öz ta’lim ve terbiyesine me’mur vasıtalar kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...
Annesi babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mü’min nesillerden hiçbirini beğenmeyecek onlara “siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka Müslümanlarısınız! Gerçek Müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!... diyecek ve gerçek Müslümanlığı “Nasıl”ını ve “neidüğü”nü her haliyle gösterecek bir gençlik...
Tek cümleyle Allah’ın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı sevgilisinin fezayı bütün yıldızlarıyla manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak ve O’ndan başka hiçbir tutanak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubûr farelerine lâyık bir muameleye tabi tutacak bir gençlik...
İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanlarının viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah’a hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur; Tabutumu öz ellerinle musallâ taşına koyarken, Anadolu Kıt’ası büyüklüğündeki da’va taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!...
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgar, artık ne yandan esersen es!.
Üstadın bu hitabında kullandığı tek “Kininin” kelimesindeki kinin, cehalete, ihânete, şeytana, nefse, zulme, zulmete kin duymak olduğunu idrakten âciz bu gürûha başka ne söylenebilir ki! Mehter Marşı’nın son mısrasındaki,
“Kahrımız, gazabımız düşmana ziyandır.” için, sözcüklere bakmalarını tavsiye ederiz...