TÜRK OĞLU TÜRK, SAHÂBÎ, OSMAN İBN-İ TALHA!...
Ka’be-i Muazzama’nın Kayyumu, Miftahdârı, Osman İbn-i Talha’nın anlattığı mu’cize-i Nebeviyye şöyledir; İbnü’l-kayyim Zâdü’l-Meâd’da İbn-i Sa’d’ın Tabkât’ından şu vak’a’yı nakl’eder: Osman İbn-i Talha der ki: Cahiliyet devrinde biz Ka’be’yi Pazartesi, Perşembe günleri açardık. Bir ziyaret günü Resûlu’llâh da geldi. Halk ile beraber Ka’be’ye girmek istedi. Her nasılsa ben yoğunluk ettim, Resûlu’llâh hilm-ü sükûn ile bana: Yâ Osman yakın günün birinde bu anahtarı sen benim elimde nereye istersem koyabilecek bir vazi’yyette göreceğini umarım buyurdu. Mekke’nin fethi günü Resûlu’llâh anahtarı aldı. Kime isterse verebilirdi. Sonra bana iade etti. Verirken de: Ey Ebû Talha oğulları, emaneti - size daim ve bâkî olmak üzere- işte alınız!. Bu emaneti, bu hakkı sizden kimse alamaz; meğerki, zâlim ol! Buyurdu. Anahtarı alıp giderken Resûlu’llâh beni çağırdı. Dönüp geldiğimde, Resûlu’llâh: Ey Osmân, vaktiyle sana söylediğim söz, tahakkuk etmedi mi? buyurdu. Hicretten evvel söylediği sözünü tahattür ederek; evet tahakkuk etti, şehadet ederim ki, sen Allah’ın Resûlü’sün! derim, dedi...
Mekke’deki Türk Kavmi, Süreycî’lerle alakalı, enterasan bir bilgi daha arz’edeyim; Oğuz’ların Bozok Kolu, Kayı boyundan, Süreyc Kabilesi’nin Reisi, Osman İbn-i Talha, i’tina ile yapmış olduğu çok değerli bir kılıcı,3. Halife Hazret-i Osman bin Affan radiya’llâhu anh. Efendimize hediye eder, Eşsiz değerdeki bu kıymetli kılıç, asırlar boyu büyük fiayatlarla el değiştirir. Asır’lar sonra, tesadüf, hatta, tesadüf değil, tam bir tevâfuk, kılıc Şeyh Edebali’nin eline geçer. Edebalî’ de bu kıymetli Kılıcı, Mansur-u Muzeffer olması dileğiyle damadı, Osman Gazî’ye emanet eder. Şu garip tecellî’ye bakarmısınız, Kayı Boyundan, bir Osman’ın, Osman İbn-i Talha radiya’llâhu anh tarafından yapılan bir kılıc asırlar sonra bir başka Kayı Boyundan, Osman’a, Ebed-müddet devam eden, Osmanlı Devleti aliyye’mizin Banisi, Osman Gazî’ye intikal etmiştir. Bu Mukaddes Emanet kılıç, Osmanlı Devleti aliyye’miuzin Zafer sembolü olarak elden ele dolaştırılmıştın.
Osman İbn-i Talh radiya’llâhu anh. Efendimiz tarafından yapılan ve üzerinde Kayı Boyu’nun simgesi, alâmet-i Fârikası olan ( iki ok bir yay) “IYI) damgası bulunan kılıc Topkapı Sarayı Müzesi, Mukaddes Emanetler Dare’sinde sergilenmektedir.
Bilindiği gibi, Türk Tarihi’nin büyük bir bölümü, Destan ve Efsâne’lerden ibarettir. Hükümdar olarak, İslâm ile ilk müşerref, Karahanlılar Devleti’nin Hükümdarı, Satuk Buğra Hakkında da, destansı ifadeler ve efsâne’ler vardır. İslâm ile şerefyab olduktan sonra, “ Abdülkerim,” adını alan, Satuk Buğra Han İslâm’ı seçtiikten sonra, Yüce İslÂm Dini, bütün Türk Kaviumleri arasında hızla yayılmış neşv-ü nüma bulmuştu.
Karahanlılar ailesinin bilinen ilk hükümdarı, Bilge Kül Kadir Han’dır. Satuk Buğra Han, Bilge Kül Kadir’in torunu Bazir Arslan Han’ın oğludur. Satuk Buğra Han, genç bir prens iken, Karahanlılara sığınan, Ebu Nasr adlı, Sammanî şehzâdesi, ya da Sûfî bir vaiz ile karşılaşması, onun İslâm ile şereyab olmasıyla neticelenmişti. Ata’larının inancını terk’edip İslam’ı seçmesi ilk bakışta Türk’ler arasında tepki görmüş ise de, daha sonra amcasına karşı giriştiği taht mücadelesini kazsanarak, hakim olduğu bütün bölgelerde İslâm’ı resmÎ, din olarark kabul etmiş-ettirmiştir. Satuk Buğra Han ve Karahanlılar’ın Yüce İslâm Diniyle müşerref olmaları Türk Tarihi için bir dönüm noktasıydı. Türk Kültür ve medeniyyeti’nin orta çağda, dünya çapında zirveye ulaşması bu tarihten sonra başlamıştı Karahanlılar’ın Başat illeri Buhara, Semerkand, Farab, Balasgun, Kaşgar, Taşkent(Şaş), zamanın çok ehemmiyyetli kültür Merkez’leri haline gelmişti. İlim ve Fikir hayatımızın isimleri, Farabî, İbn-i Sina, Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacip, Ahmed Yesevî, Gazâlî gibi, pekçok, Türk fikir ve ilim adamı Karahanlılar ülkesinde, bu merkezlerde yetişmişti.
Türk Tarihi’nin ve Türk Kültürü’nün en temel eserleri, Karahanlılar devrinde yazılmıştır. Bunlardan, Kaşgarlı Mahmud’un Divânü’l-Lugatü’t-Türk’ü başat eserdir. Ayrıca, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i, Edip Ahmed Yüneki’nin Atabetü’l-Hakâyık’ı bu devrin başlıca eserleridir.
Satuk Buğra Han’ın Yüce İslâm Diniyle müşerref olması hususunda, kimi hakikat, kimi destan ve kimi de efsâne olarak yazılan ve söylenenler: Efsane’ye göre, Satuk Buğra Han, rü’ya’sında, Hızır aleyhisselâm ile mülakî’ olur, İslâm Dini’nin bütün esasları kendisine öğretilir ve müslüman olur.Bu destan ilk olarak, Fernand Grenard( 1866-1942) tarafından 1900 yılında” Journal Asiatigue” mecmuasında yayınlanmış, buradan, Merhum, Prf.Dr. Osman Turan tarafından “ Ülkü Dergisi’”nde Türkçeye çevrilmiş haliyle yayınlanmıştır.
SATUK BUĞRA HAN DESTANI: Hazreti Peygamber sala’llâhu aleyhi ve sellem Mi’rac gecesi, Cibrîl-ü Emîn’in refakatında, ma’na aleminde seyr’ederken, bütün Peygamber’lerin ruhu etrafını sarmıştı. Peygamber’imiz hepsini tanıyordu, fakat içlerinden birsini tanıyamadı. Cebrail aleyhisselâm’a bunun kim olduğunu sordu. Cebrail aleyhisselâm. Bu sizden üç yüz sene gelecek Satuk Buğra Han’ın ruhudur.Türkistan’da İslâm Dini’ni yayacak, bütün Türk Milleti’nin İslâm ile şerefyab olmasını te’min edecektir.Peygamber’imiz Mi’rac sonrası, Satuk Buğra Han için, sık sık, du’a buyururdu. Ashab-ı Güzin, kime kimlere du’a buyurduğunu sordular, Peygamber’imiz, ma vaka’yı anlattı. Ashab-ı Kiram çok merak ettiler. Yâ Resûle’llâh, 2 Bize mu’cize olarak, Türk’lerin Hakanı, Satuk Buğra Han’ın ruhunu göster,” dediler. Birden ortalıkta kırk atlı göründü. Bunlar ortalarına, Abdülkerim Satuk Buğra Han’ı ortalarına almışlar kırk Türk atlısı idi. Peygamber’i ve Ashabı’nı selâmlayarak oradan ayrıldılar. Peygamber’imiz bir def’a daha Türk Hakanı ve ordusu için du’a buyurdu...
Abdülkerim Satuk Buğra Han, hidayet ruruyla doğmuştu, Henüz çocukken biule, vakur, yüksek ahlak-ı hamîde’ye sahibdi. 12 yaşına bastığında kahinler, validesine, “ Bu çocuğun ileride, ata’larının kadîm inancını bırakarak müslüman olacağın ve bütün Türk Kavmini de İslâm ile buluşturacağını şimdiden katl’edilmesinin uygun olacağın söylediler. Validesi,” Elbette, atalarının inancını terk’etmesinin büyük bir alıp ve kusur olduğunu, ama oğlunu şimdiden öldürülmesinin gerekmediğini, ileride inancını değiştirmek istediğinde icabına bakılabileceğin söyleyerek kahinleri başından savdu.
Kâhin’lerin kehânet’lerinden on iki yıl sonra, Satuk Buğra Han ormanda avlanırken, kendisine Hızır aleyhisselâm göründü, nasihat etti. O günün gecesinde de rü’ya’sında Yüce İslâm Dini’nin bütün esasları kendisine öğretildi. Sabah’ında da Kelime-i Tevhidi, Kelime-i Şehâdeti ikrar ve tasdik ile müslüman oldu.
Haber, amucası, Harun Buğra Han’a erişince, Harun Buğra Han yeğeni’nin ata inançlarını terk’ettiğini öğrenince çok kızdı, derhal yanına geldi, Satuk Buğra Han’ın bir mescid yaptırmakta olduğunu gördü, asabî’leşti Mescid’in duvarlarını yıkmaya çalıştı.( destan ve efsâne ya!) bulunduğu yerdeki toprak bir miktar yarildı, Harun Buğra Han, dizlerine kadar toprağa gömüldü. Satuk Buğra Han, amuca’sı’nın bu haline acıdı,”Kelime-i Şehâdet getirip, müslüman ol ve bu halden kurtul. Allah rahman ve rahim’dir,” ey Türk’lerin Hakanı! Dedi. Harun Buğra Han, daha da öfkelenerek, yeğenine küfr’etti. Yeryüzü biraz daha yarıldı, yarık derinleşti, Harun Buğra Han’ı tamamen içine aldıktan sonra, kapandı ve Harun Buğra Han, küfr üzerine helâk olup gitti.
Bu duruma şahid olanlar görmeyenlere anlattılar, bütün iller’deki Türk Milleti topyekûn İsl^m ile şereflab oldu. Abdülkerim Satuk Buğra Han, bütün Türk’lerin Hakan’lık tahtına oturdu, İslâm’ın keskin kılıcı oldu.Bütün Türk’leri Hak Din İslâm’a da’vet etti. Karşı koyan, Uygur Türk’lerini de cezalandırdı.
40 sene Hakan’lık taht’ında şan ve şerefle oturdu. Fenâ Âlem’inden bekâ Âlem’ine geçtiğinde tüm Türk illeri Hak Din İslâm ile müşeref olmuşlardı. Türk Milleti,” İ’lâ-i Kelimetü’llâh,”= Allah’ın adını, tevhidi yüceltmekle “ vazifeli oldukları şuuruyla, bu Mukaddes gaye’nin tahakkuku için yakın Doğuya akmaya başladılar.
Abdülkerim Satkuk Buğra Han, geride dört oğul, dört kız bıraktı. Hepsi de babalarının yolunda devam ettiler, nei büyük bir şeref ve saâdete eriştiklerini biliyorlardı. Her kavim’de İslâm ile şerefyab olanlardan zaman içinde irtidat edenler,( din’den dönenler) olmuştur. Türk Milleti İslâm ile şerefyab olduktan sonra irtidat edenler, din’den dönenler olmamıştır.