İSLÂM İLE ŞEREF’LENEN İLK Türk!
Zaman zaman, İnternet vasatına, imzasız, çok önemli yazılar düşüyor. Bâriz hatalarını tashih, noksanlarını tekmil, imla hatalarını izale, uydurukça kelime ve terkipleri tathîr ile sütunlarıma alıyorum. İşte, şimdi sizlere böylesi bir yazıyı arz’ediyorum.
İlk mektep’den i’tibaren, Maarif’in bütün kademelerinhde okutulan tarih kitaplarında, “ İlk müslüman olan Türk’ün Satuk Buğra Han olduğudur. Doğru olan Devlet Başkanlığı, Hükümdarlık seviyesinde İlk müslüman olan, Satuk Buğra Han, Devlet seviyesinde topluuk olarak, Karahanlılar,”dır. Fakat, şahıs olarak Yüce İslâm Dini’ni, aşağıda tafsilatlı bir şekilde izah edileceği gibi, Ashab-ı Güzîn’den Osman bin Talha( Talha oğlu Osman) radiya’llâhu anh Efendimizdir.
Asr-ı Saâdet’de, Mekke’de, Demir ve Çelik işçiliğinde mahir, bir sülâle vardı. Milâdî, 500’ lerde, Mekke’ye yerleşen, Oğuz’ların Kayı boyuna mensup, bu Türk ailesi, Arap kaynaklarında Süreyc Kabilesi olarak geçer. Devrin Arap kaynakları da bunlardan,” Türk”, diye bahs’ederler. Süreyc’ler, Mekke’de kadim Türk mesleği demircilik ve çelik işleri yaparlardı, Kılıç’lar zurh’lar, kapı kolları ve kilitler bu sülâle tarafından yapılmakta idi. KA’be-i
Muazzama’nın kilitleri , kapı kolları, anahtarları ve bütün demir aksamı da bu sülâle’ye mensup kimseler tarafından yapılmakta idi. Bu sebeble,” Hicâbe”, denilen, Ka’be perdedarlığı ve Ka’be’nin anahtarlarının muhafazası ve taşıma hizmeti bu Türk Sülâle tarafından yürütülmekte idi.
Ka’be-i Muazzama’nın “ Kayyumluğu” da denilen,( Ka’be’nin korunması, kapısının kilitlenmesi ve açılması vazifesi, 120 seneden beridir, asıl meslekleri demir ve çelik san’atı olan Süreyc kabilesi ve Türk aile tarafından yürütülmekte idi.
Abdulllah İbn-i Mes’ud radiya’llâhu anh’den rivayete göre şöyle demiştir: “ Mekke’nin fethi günü, Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem ( Harem-i Şerif’e ) girdi. Halbuki Ka’be’nin etrafında ibadet için dikilmiş,( kurşunla tahkim edilmiş) üç yüz altmış put vardı. Resûlu’llâh elindeki değnekle bunlara dürtüyor ve şöyle diyordu: Hak geldi, bâtıl gitti, helâk oldu. Hak geldi, halbuki( ölen bâtıl) ne icâda,( yeniden varetmek) ne de öleni diriltmeye muktedir, değildir...
İbn-i Hibban’ın Sahîhinde rivayete göre, Resûl-i Ekrem değnekle bunlara dokudukça, bunlar birer birer yere düşüp seriliyordu. Sonra Resûlu’llâh Ka’be’nin kapıcısı Osman İbn-i Talha’yı çağırdı. Ka’be’nin anahtarını istedi. O da gidip vâlidesinden alarak getirip Resûlu’llâh’a “ “emânettir, yâ Resûle’llâh!” diye teslim etti.( Ka’be’nin hâciblik yâ’nî, miftahdarlık vazifesi Ebû Talha İbn-i Abdüddâr oğullarına meşrût idi. Osman İbn-i Talha’nın babasıyla amucası vesâir amrabası Uhud harbinde kâfr olarak katl’edildiklerinden Ka’be’nin anahtarı Osman’ın anası Selâme kadında idi
Hicreti Nebeviyye’nin 8. Yılında, Mekke’nin fethi günü, Resûlu’llâh doğrudan Ka’be-i Muazzama’ya gider, Ka’be’nin içine girmek, Tekbir getirmek ve şükür namazı kımak ister. Fakat, Ka’be’nin kapısı kilitlidir. Peygamber’imiz Ka’be’nin anahtarını alıp getirmesi için Hazreti Ali’yi vazifelendirir. Hazreti Ali bu vazifelendirilmeye çok sevinir,Çünkü Ka’be’nin anahtarını taşıma şerefi, büyük bir imtiyazdır.Sevinç ve kararlılıkla, Osman İbn-i Talha’ya gider, Ka’be’nin anahtarını ister, fakat, Osman İbn-i Talha anahtarı vermek istemez. Hazreti Ali hışımla, elini burkarak cebirle anahtarı alır, Ka’beye gelir, Resûlullâh’ın izniyle Ka’be’yi açar, Peygamber’imiz ve yanında bulunanlar Ka’be’nin içine girerler, bir ara kapı kapanır, Peygamber’imiz tekbir getirir ve iki rek’at namaz kılar. Peygamber’imiz, tam çıkarken, Hazreti Ali, “ Yâ Resûle’llâh, Ka’be’nin anahtarcılığı ile Zemzem Sakalığını bizde ( Abdulmuttalib oğullarında) birleştir! Allah rahmet etsin! Diye ricâ etti. Zemzem sakalığı Abbas uhdesinde bulunduğundan Said İbn-i Müseyyeb’den gelen bir rivayete göre, Hazreti Abbas bununla da kendisine intikali için, Hâşimî’ler arasında faaliyete başlamıştı. Hazret-i AlÎ’nin müracaatı da Abbas’ın tertip ve ta’limi eseri olabilir. Bu duruma şahid olan Mekke’li müşrikler, 2 İşte, şimdi bunlar biribirlerine düştüler, bakalım, Anahtar Ali’den alınıp, Abbas’a verilecek mi? Ya da kime veriecek, kimde kalacak,” diye ellerini oğuştururken, Resûl-i Ekrem: Osman İbn-i Talha nerededir? Diye onu çağırdı. Ve: Yâ Osman, bugün birr-ü ihsan( iyilik ve güzellik günüdür) ve ahde vefa günüdür. Al işte anahtarın buyurdu.”
Tam da bu sırada,” Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor! Şüphesiz, Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” ( Nisâ/4/58)
Bunun üzerine Efendimiz, Hazret-i AlÎ’ye anahtarı, Osman İbn-i Talha’ya teslim etmesini ve kendisinden özür dilemesini emretti.Hazreti Ali şaşkınlık içinde ve büyük bir üzüntüyle anahtarı Osman İbn-i Talha’ya verirken, bu kez, Osman İbn-i Talha büyük bir hayranlık ve şaşkınlık içindedir. Hazret-i Ali,biraz önce senden anahtarı alırken, elini burktum, elini-kolunu acıttım, şimdi de benim kalbim, yüreğim kan ağlayarak, acıyarak sana iade ediyorum. Osman İbn-i Talh, şaşkınlık içinde, anahtarın tekrar kendisine niçin iade edildiğini sorduğunda, Hazret-i Alî,: “ Allah Resûlü’ne, “ Emanetleri ehillerine veriniz,” emrini buyurdu, Resûlu’llâh’ da bana emeneti ehline, yâ’nî , Osman İbn-i Talha ailesine iade ediyorum,” dedi.
Osman İbn-i Talha halihazırda müşrik idi.İslâm’dan, İslâm ahlakından bî’haberdi. İslâm’ın güzelliklerini, İzlâm ahlakının güzelliklerini bilmediği halde, sadece, “ Allah size emenetleri ehli’ne veriniz,” hitab-ı İlâhîsi, kendisini çok derin bir tefekküre sevk’etmiş,2Bu din ne kadar, mukaddes, büyük bir dindir,ki, bu kadar en ince teferruata bile önem veriyor, bu kadar ince ve ulvî duyguları ihtiva ediyor, öyleyse bu din haktır, bu Peygamber, Allah’ın hakla gönderdiği Resûl’düd,” diye ve kelime-i Tevhidi, Kelime-i Şehâdeti, dil ile ikrar, kalp’le tasdîk ederek Gislâm ile şerefyab oluyor. ( Hicrî, 8., Milâdî,630)
Tarih kitaplarında, İslâmiyeti, Türk Milleti’nin, Karahanlı Hakanı, Satuk Buğra Han ve Karahanlılır şahsında kabul tarihi olarak, Milâdî, 940 yılı olarak veriyorlar.Yukarıda tafsilatıyla anlatıldığı gibi, bu tarih’ten, 310 yıl önce, Hicrî,8, Milâdî,630 tarihinde, aynı zamanda Sahâbî, olma şerefine nail olan, Oğuz boylarığndan, Kayı boyundan, Türk, Arabların Süreyc’ler dedikleri kabile’den, Türk oğlu, Türk, Osman İbn-i Talha,( Talha oğlu Osman”’dır.
Süreycî’lerin, Ka’be Kayyumluğu, Ka’be’nin perdedarlığı ve anahtarını muhafaza ve taşıma şerefi, 08 Ocak 1926’da İngiliz’ler tarafından kurdurulan Suudî Arabistan devleti kuruluncaya kadar bilâfasıla, 1400 yıl devam etmiştir...