Doğrusu CHP’nin varlığı benim için büyük bir şans. Siyaset İlmi Kürsüsünde doktora çalışmalarıma başladığımda siyasî partilerimiz incelenmesi gündeme gelmiş ve ben, ısrarla CHP’ni incelemeye talip olmuştum. Bu çalışmanın sonucu beni siyaset ilmi konusunda yapacağım kitap çalışmalarımın ilkiyle tanıştıracaktı. Çalışmanın tamamlanmasından bir süre sonra incelemenin yayınlanması düşünüldü. Bu safhada yayın hayatını bilenlerin tercihiyle biri küçük, diğeri ana başlık olarak “Bütün Yönleriyle CHP’nin İçyüzü” veya “Siyaset Tarihimizde CHP” adıyla yayınlanan kitabın tarihi 1969 yılıdır. Bir fikir adamı dostumun ifadesine göre, çalışma o tarihe kadar çevremizde CHP üzerinde yapılan ilk ciddi inceleme hüviyeti taşımaktaymış. Daha sonraları CHP ile ikinci buluşmam “Umudumuz Ecevit” ütopyasının gündemde tutulmağa çalışıldığı yıllarda olacaktı. Bu defaki inceleme 550 sayfayı bulacak ve “Kemâlizm, Marksizm ve Ecevit” adını taşıyacaktı. Her iki kitap da rahmetli babamın isminden hareketle müstear olarak kullandığım “Celâl Bozkurt” adıyla neşredildi.
Kısaca demek istediğim, CHP’nin benim yazı hayatımda önemli bir kaynak mahiyeti taşımakta ve böylesi bir kaynak bulduğumdan dolayı da bu kuruma hayranlık duymakta olduğumdur. Bir başka ifadeyle, Türk siyasî hayatının vazgeçilmezi(!) CHP olmasaydı, despotizmle demokrasi arasında gidip gelen Türk siyasî hayatını bu kadar yakından ve “bir prototip üzerinden” örnekleme yoluyla incelemem ve değerli okurlarla paylaşabilmem mümkün olmaya bilirdi? Hatta, ileri bir adım daha atarak adında “halk” kelimesi olmakla beraber halkından bu kadar kopmuş bir kurumun, şu veya bu imkânla sahiplendiği iktidarlı yıllarında, nasıl bir beceriyle kendi kültürüne yabancılaşmış güçlü bir aydınlar(!) zümresinin yetişmesine kaynaklık ettiğini tespit etmemiz de güçleşebilirdi!
CHP incelenmeğe başlandığında insan öylesi çelişkili malzemelerle karşılaşır ki, bazıları için bu çelişkiler yumağının neresinden çıkış yolu bulunabileceğinin şaşkınlığını yaşanır. Söylenilenlerle yapılanlar arasındaki bu inanılması kolay olmayan çelişkiler yumağında partinin genel olarak teknolojik değişiklikler dışında sosyo-ekonomik anlayışında “gelgitlere rağmen” demokratik ülkelerde olduğu üzere gerçekçi bir sol veya sosyalist gelişmenin ortaya konulamaması, partinin sadece Faşist veya Komünist partilerde var olan “kendinden müştak” bir saplantı içine sürüklenmesini kolaylaştırmaktadır. Konuda o kadar çok örnek dile getirilebilir ki! Meselâ bir an için biraz gerilere gidip Kemâl Kılıçdaroğlu’nu genel başkanlığa taşıyan, örgüleri iyi dokunmuş, oyunu düşününüz! Bu tür oyunların S.S.C.B döneminde Rusya’da yaşandığı vakıa-i âdiyedendir ama peki ya bizde! Entrikanın bu kadar açığı da olmaz dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama yanlış. CHP için bu, tıpkı birbiri sıra yapılan Olağanüstü Kurultaylar gibi geçmişten devralınmış bir verasettir. Nasıl mı? Bu noktada okuyucuları 1970’li yıllara götürmem gerekecek. O yıllarda henüz İnönü CHP Genel Başkanıdır. Bülent Ecevit Genel Sekreterlikten bir bahane ile ayrılmıştır ama gözüne kestirdiği Genel Başkanlığa oynamaktadır. CHP’de yine bir Kurultay çağrısı yapılmıştır. Genel Başkanlığını o Kurultayla kaybedecek olan İnönü, Ecevit ve ekibinin hareketlerini gözlemekte, olayları verdiği beyanatta şöyle açıklamaktadır…
“Merkez Yönetim Kurulu B. Ecevit’in arzusuna göre kongreleri idare eder. Bu idarenin adı ‘Halk idaresidir’. Demokratik rejime fiilen aleyhtar olan aşırı sağdan ve aşırı soldan bütün idarelerin adı da Halk İdaresidir. Halk İdaresi diye bir klik, kendi arzularını ve hâkimiyetini kurar. Parti Meclisinde Ecevit tam bir çoğunluktadır. İstifa etmiş olmasına rağmen partiyi fiilen idareden vazgeçmemiştir. Kongreleri kendi militanları ile idare ettiriyor. Kongreler usulüne göre cereyan etmiyor; seyircilerden, dolaşanlardan, gençlerden gelen türlü baskılarla, tertiplerle kongreler yapılıyor. Bu gençler, seçilerek partiye alınan militanlardır. Bu konudaki kanaatim kesindir, bunları işitiyor ve görüyorum. Partiyi yetkili organlar değil, Ecevit; ahbapça bir arkadaş grubunun çokluğu ile idare ediyor vb…”
İsmet Paşanın, 1972 yılında CHP Kurultaya giderken yaptığı açıklamalar böyle idi. Kurultay sonrasında B. Ecevit, İnönü’ye rağmen İnönü’yü yenerek Genel Başkan olacaktır. Şimdi makarayı ileriye doğru sarmağa başlayalım... Ve, Deniz Baykal’ı Genel Başkanlıktan eden entrikaları şöyle bir hatırlayarak bugünlere gelelim. Halen parti yönetimine muhalif oldukları söylenen bir grubun öteden beri bir Tüzük Kurultayı yapmak istediği ve hatta bir ara atılan adımdan vazgeçtikleri hatırlardadır. Sayın Kılıçdaroğlu ve ekibi de, herhalde muhaliflerin bu defa da yeterli imzaya ulaşılamayacakları hesabıyla olsa gerek, toplanmaya başlanan imzalara fazlaca ehemmiyet vermeyerek bir yanılgıya düşmüş olacaklar ki konuya önceleri pek önem vermemişlerdi. Vakta ki Olağanüstü Kurultay çağrısı yapılabilecek imzalar toplanmış olsun! Bu durumda Olağanüstü Kurultaylar partisi CHP, yeni bir oyuna imza atacaktır. Genel Başkanın yetkisi var olduğuna göre, neden iki gün öncesine bir Olağanüstü Kurultay daha konulmasın ki!.. Nerden çıktı filan diye düşünmeğe gerek yok! Zira tüzüğe göre, daveti yapan gündemi de düzenlemektedir!.. İki gün önceye bir Kurultay çağrısı yaparsanız Genel Başkan da, böylece, gündeme hâkim olur. Ne güzel değil mi? Çekişmenin sonucunda “kayyumluk” meselesi de ortaya çıkabilir ama olsun! Hatta son günlerde dile getirildiği üzere belki üçüncü bir kurultay daha yapılmak mecburiyeti olabilirmiş! Bekleyip göreceğiz. Fakat bu CHP için ne ilktir ve de galiba ne de son olacaktır! Bilindiği gibi CHP, çok partili sisteme geçildiğinden beri, genelde muhalefettedir ve bu süreçte hep demokrasi havariliği görevini üstlenmiştir. Ama bazen, meselâ tek parti dönemi veya darbeler sonrası ikramla yahut koalisyon zaruretlerinin doğurduğu ortamlarla iktidar olunduğu dönemlerde, asıl varlığının tabiatının gün yüzüne çıkmasına mâni olamaz. Çünkü İnönü’nün dediği gibi militanlarla hep içe olarak hâkimiyet gücünü kullanmıştır. Son örneği mi? T.B.M.M.’de kürsüden adam indirmenin bir adım ötesine kürsü işgaline ulaşılmıştır..
Peki, bünyede de gerçekleştirilmiş olsa, bütün yukarıda bahsedilen entrikalar düzeni CHP’ne halkın nezdinde puan kazandırmakta mıdır? Buna kolayca evet demek mümkün değildir. Eskileri ve geçmiş seçimleri bir tarafa bırakalım ama son günlerde açıklanan bir anket sonuçlarına göre “Yeni(!) CHP” bugün seçim yapılsa ilerleyen değil gerileyen bir konumda imiş. Hadi diyelim ki anketlerin gerçekle bağı belli ölçülerdedir, seçimlere daha uzunca bir süre de bulunmaktadır ve bu olumsuz seyir zamanla telâfi edilebilir! O halde CHP’nin fırsatları değerlendirerek veya halk nezdinde kendilerine puanlar kazandıracak adımlar atması gerekmez mi?  İşte bu noktada Başbakanın, bize göre bir satranç ustası gibi ortaya attığı “dindar nesiller yetiştireceği” sözleri, partileri zaviyesinden akıllıca bir fırsat olarak değerlendirilebilirdi. Meselâ, hem kendi kadrolarını hem de din anlayışı konusunda yıllarca CHP’nin baskısı altında kalan zümreleri memnun edici, dinin devlet tekelinden çıkarılmasını ve de din eğitimini serbestleştirici bir teklif yapabilirlerdi. Oysa CHP kanadından gösterilen tepkilerin bu partinin meseleye hâlâ lâik bile değil lâikçi geçmişi ile bakmakta olduğunu delillendirmektedir. Hele Genel Başkan yardımcıların Bayan Emine Tarhan’ın “bu görüşün ihanetten de öte olduğunu(!)” söyleyecek kadar şirazesini şaşırması CHP’ne puan kazandırır mı dersiniz? Galiba geniş halk kitleleri nezdinde puan kaybettirir. Tabii kendi bilecekleri şey ama şurası muhakkak CHP bu haliyle en çok bende hayranlık uyandırmaktadır. Teşekkürler CHP!..