Her mevsim, kendine göre güzeldir, ama ilkbahar bir başka güzel olarak, dünyanın her yerinde güzeldir. Ben özellikle, Nisan-Mayıs ve Temmuz aylarını çok severim ve bitmesin isterim. Oysa, her geçen gün, ay, yıl, ömrümüzden götürmektedir. İnsan, acaba daha kaç bahar göreceğiz diye düşünmeden edemiyor… Aslında, baharda sadece tabiat değişmiyor. Tabiattaki yenileme, değişim, çiçekler, yeşillikler, çayırlarda papatyalar, gelincikler, güller, laleler, erişilmez bir zevk veriyor. Bu değişim, insanlarda da etkisini gösteriyor. Bahar aşk mevsimidir. Büyük aşklar baharın ezgisi ve gizemi ile doğar, gelişir, belki de bazen başlamadan biter. Gençlik yıllarımızda mülkiyede bahar aşkları bir başka olurdu. Aşklar, şiir ve müzik ile bizi büyülerdi. Şimdi de bahar aşk mevsimidir, ama devir değişti. Her şey daha yalın yaşanıyor. Belki de, bizim yaşadığımız, hissettiğimiz romantizm bitti. Mülkiyeli bir arkadaşımızın söylediği gibi, şimdi her şey çok hızla gelişiyor. Romantizm ve duygular, yerini başka arzulara bırakıyor. İşin içine cinsellik giriyor. Kulağa fısıldanan şiirsel kelimeler, platonik hayaller, kızların elini tutmak için, ona dokunmak için yaşanan heyecanlar, kalp atışları yok artık! Mülkiye partilerinde, o zamanki adı ile çaylarda, slow müzik eşliğinde dans etmek, her şeye yeterliydi. Zaten dans bahanesiyle aşık olduğumuz kızların elini tutabilirdik. Kızdan eyrıldıktan sonra hayallere dalmakta ve o müziği yaşayarak, dalgın dalgın gruba bakardık veya yağan ilkbahar yağmurlarının altında dolaşarak, yaşadığımız aşk gibi sırılsıklam ıslanırdık. Bu her şeye değerdi. Bahar ayları, Mülkiye’de sınavlara giden, zaman dilimiydi. Zorlu Haziran sınavları öncesi kurduğumuz, Mülkiye’nin çeşitli köşelerine serpiştirilmiş, çalışma kamplarında, okumak için önümüze açtığımız kitaplarda, sevgilinin hayali görülürdü. Neticede, biz kitabı değil, kitap bizi okurdu! Kız arkadaşımız ile o zamanların pikniğinde oturup, biramızı içtikten sonra onu evine bırakıp, Kızılay, Kolej önü Mülkiye yolundan yürürken, kendimizden geçer ve Bedri Rahmi’nin şu nameleri kulaklarımızda raks ederdi: Önde zeytin ağaçları arkasında yar Sene 1946 Mevsim Sonbahar Önde zeytin ağaçları, neyleyim neyleyim Dalları neyleyim Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim Yar yar… seni karasaplı bıçak gibi sineme sapladılar. Değirmen misali döner başım Sevda değil bu bir hışım, Gel gör beni darmadağın Tel tel çözülüp kalmışım Yar yar… Canımın çekirdeğinde diken Gözümün bebeğinde sitem var. “Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim” Bazen de, yaşanılan dünyanın en romantik anlamlı aşkları bittiğinde, Mülkiyeli şair üstad Selahattin Aras’ın şu dizeleri dudaklarımızda dökülürdü. “Ankara’dayım, Ankara’dasın, şurada gözümün çentiğinde, uzaklardasın…” Aslında, romantizm ve aşk biterse, gerçek aşk olur, unutulmaz!...