Bizleri, biz yapan, her cefaya katlanan, gerektiğinde bizler için canını seve seve veren, şefkat abidesi güzel annemizi bir Hıristiyan geleneği olan anneler gününde hatırlamak bana dokunuyor. Dokunuyor, çünkü yeryüzünün en kutsal varlığı olan anneyi hatırlamak, hal hatırını sormak ve gönlünü almak için özel bir güne, onun bunun geleneğine asla ihtiyacımız yoktur. Annenin çocuğuna duymuş olduğu sevgi ve şefkatin yerini alabilecek bir başka sevgiyi şu dünyada bulabilmek mümkün değildir. Bu vesile ile, onu yılda bir kez değil, her gün, her saat, her dakika hatırlamak bile azdır. Adına ister Zin, ister Yunan, isterseniz de Avrupa uygarlığı deyin tarihin her döneminde anne dediğimiz insan (kadın) sürekli itilmiş, kakılmış, acımasızca aşağılanmış ve her türlü haktan, hukuktan yoksun bırakılmıştır. Bu gün çağdaş toplumlarda kadın bazı kimliklere kavuşmuş gözükse de hala eşit sayılabilmiş, ayrımcılıktan kurtulabilmiş değildir. Maalesef dünyanın her yerinde erkeğin kadın üzerinde olan sınırsız hâkimiyeti hala devam etmektedir. Gerek hukuki ve gerek ahlaki yönden İslam’da kadına karşı bir ayırım söz konusu olmamasına ve eşit haklara sahip olmasına rağmen hak ettiği yere maalesef gelememiştir. Hele hele Müslüman ülkelerde anne dediğimiz kadın hala eziliyorsa, hakları çiğneniyorsa, burada İslamı değil kendimizi sorgulamamız gerekir. 6,8 Milyar dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların yüzde 33,6’si şiddete, 17,3’si tecavüze maruz kalıyorsa ve 1,2 milyar yoksulun yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyorsa; burada bir hayli düşünmeden, Anneye (kadına) toplum olarak verdiğimiz önemin dününü ve bugününü vicdanen değerlendirmeden bir yere varamayız. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra kadına, seçmek ve seçilmek başta olmak üzere hemen hemen tüm haklar tanınmış olmasına rağmen bozuk zihniyetin oluşturduğu çarpık sistemlerle bu hakların önüne set çekilmiş ise kadına değer vermeyen bir toplumda sözde kutlamaların hiç bir anlamı yoktur. Birçoğunuz anneler günü ile ilgili basında yer alan siyasilerin mesajlarını okumuşunuzdur. Akılıca kaleme alınmış harika mesajlar bunlar. Ama işin diğer tarafına baktığımızda, aynı zihniyetin “eşit temsil sistemini hayata geçirmek yerine” çağdaş toplum yapısına yakışmayan kokuşmuş sistemin devamından yana olduğunu görürüz. Uzun sözün kısası, sosyoekonomik, siyasi ve yasal hakların eşit kullanılmasından yana olmayanlar, cinsiyette dayalı üstünlüğe ve ayrımcılığa savaş açmayanlar, sözde beyanatları ile gönül avlamaya çalışmaktadırlar. Yazık, anne dediğimiz kadının toplumda hapsedildiği ikincil konumundan kurtulmak istemesi, modern dünyada hak ettiği yeri almak istemesi kadar doğal bir şey olabilir mi? Batıdan gelen bazı kavramlarla uğraşmak yerine, bizi dünyaya getiren, sütüyle besleyen, büyütüp yetiştiren melek annemizin sesine kulak verelim ve toplumsal sorunlarına sahip çıkalım. Yoksa, sırf laf olsun diye söylemlere, gösteriş olsun diye kutlamalara Türk kadınının asla ihtiyacı yoktur.