Türkiye’de medya kendi gücü ile ayakta durmayı başaramadığı için gücün medyası haline geldi. Öyle ki, bağımsız medya diyor ama bağımlı olmayı, ona buna saldırmayı tercih ediyor. Tıpkı BDP gibi, o da demokrasi diyor, hak ve özgürlükler diyor ama diğer yandan terör estirmeye, korku saçmaya, insanları sindirmeye ve o demokrasinin içine etmeye devam ediyor. İki hafta önce YSK kararını açıklar – açıklamaz sokaklara dökülen BDP eylemcileri hastane aracına kadar ne varsa tahrip etmişler, ellerinde molotof kokteylleri, taşlar, sopalar ve hatta kesici aletlerle ortalığı savaş alanına çevirmişler. Yüzü maskeli bu saldırganların eylemlerini hak hukuk arama eylemi olarak değerlendiren bir bölüm kışkırtıcı ve bağımlı medyayı buradan kınıyorum. İster YSK’da olsun, ister başka organlarda olsun zaman zaman hoşumuza gitmeyen şeyler olabilir. Yanlış kararların verildiği, alındığı tek ülke Türkiye değildir. Gelişmiş ülkelerin birçoğunda bunun örnekleri mevcuttur. Ancak, yanlış dahi olsa bu tür kararlar ortalığı yakıp yıkma, talan etme gerekçesi sayılamaz. Elbette ki, Yüksek Seçim Kurulu’nun vermiş olduğu karar yargı açısından son derece tartışmaya açıktır.. YSK gibi sözde uzman bir kurumda itiraz süresinin bitiminden sonra evrak eksikliğinin ortaya çıkması ne kadar düşündürücü ise, 4 yıl öncesine ait hukuki gerekçelerin bahanesi de o kadar vahim ve düşündürücüdür. Ama asıl hukuksuzluk, asıl rezalet daha sonra yapılan düzeltme ile yaşanmıştır. Çünkü yasal süreç içinde bazı adayların evraklarının tamamlanmamış ve aidatlarının yatırılmamış olması durumunu sonradan düzeltmek, karara bağlamak hukuken mümkün değildir. Ülkeyi yönetmeye talip insanların yasal süreci ihlal ederek, evrak tamamlama hakkı olabilir mi? Peki memur adayları veya üniversite adayları için hukuki süreç bağlayıcı değil mi? İnsan düşünmeden edemiyor. Artık biraz insaf, kişiye göre, duruma göre hukuk olmaz. Olur diyenler var. Çünkü YSK kararı ardından BDP, “sistem bizi mağdur ediyor” bahanesiyle doğu’da yeller estirmeye, yakmaya, yıkmaya başlayınca, bizim o çok bilmiş bazı yazarlar, çizerler, hukukçular ve sözde aydınlar sokakların daha fazla karışmaması için YSK’ya yüklendiler. Böylece toplum vicdanında kabul bulmayan o kararı hukuk dışı yollardan düzeltmeye gittiler.. Amaç, doğuda tek başına hâkim olmak isteyen Terör örgütünün taşeronluğunu yapanların eylemlerini durdurmak ve sözde sistemi rahatlatmakmış. Anlayacağınız topluma, devlete, demokrasiye, insan haklarına bakış açısı farklı olan, etnik sonuç peşinde koşan gerilimci zihniyet ödüllendirilmiş oldu. Pekii yarın öbür gün ne olacak? Dünden, geçmişten husumet çıkaran, doğu insanını sürekli kışkırtan, tehdit eden bu taşeroncuların karanlık ve kanlı oyunları bitecek mi sanıyorsunuz? Elbette ki hayır, çünkü bu ülkede sadece Kürtler yaşıyormuş gibi bir algı oluşmaya başlamıştır. Sürekli Kürt haklarından bahsetmekle, hiçbir zaman olmadığı kadar sistemi bir kesime daha fazla açmakla, siyaset alanını herkesin kinden daha fazla genişletmekle, kanunları, yasaları gözardı etmekle Kürt sorununu çözemezsiniz. Çözemezsiniz çünkü özüne baktığınızda sorun Kürt sorunu değil, Türkiye’nin demokratikleşme ve sosyal adaleti sağlama sorunudur. Çözemezsiniz çünkü başvurduğunuz o adreste çözümden yana, barıştan, kardeşlikten, birlik ve beraberlikten yana ciddi bir muhatap bulamazsınız. Çünkü gerilimden beslenenlerin geleceği çözümsüzlükte yatıyor da ondan.