Türkiye ekonomisinin 2004 yılında %10 civarında büyüyeceği beklentisi önemli bir başarıdır. Ancak bu yüksek büyüme hızının 2005 yılında korunmayacağı yönündeki 2005 yılı %5 büyüme hedefi hem mütevazi hem de ekonominin mevcut devir hızına uygun değildir. 2005 yılında da en azından %7-8 civarında bir yüksek büyüme hızının hedeflenmesi gerekirdi. Türkiye ekonomisinin karşılaşacağı dışsal şoklar ve dünya ekonomisinde petrol fiyatlarındaki artışa bağlı olarak oluşacak ticaret daralması ihracaat gelirlerinde, ithalat vergilerinde azalmaya sebep olacak, petrol fiyat artışlarından doğan ticaret açıkları artacaktır. Keza Laleli piyasasının henüz dengeye kavuşmamış olması, Rusya Federasyonu'ndan gelen döviz gelirlerinin (bavul ticareti yoluyla) azalmasının önüne geçilmediği takdirde cari açık büyüyecek Türk ekonomisi dışsal şoklara karşı çok hassas hale gelecektir. Bu nedenle PUTİN'in Türkiye ziyareti AB'den müzakkere tarihi alınması kadar önemli hadisedir.

2005 yılı bütçesinin sıkı para ve maliye politikası hedeflerine sadık kalarak hazırlandığı, ekonomi üzerindeki anapara ve faiz ödemelerindeki baskıyı hafifletmek için 2001 yılından beri sürdürülen bütçe disiplini geleneğini devam ettirdiği görülmektedir. Biz başından beri Türkiye ekonomisi için sıkı para ve maliye politikasının yanında gelir getirici, sermaye hasıla oranı yüksek kamu ve özel sektör yatırımlarına ağırlık verilerek mal üreten kesimlerde iç piyasanın ihtiyacının üstünde bir (+) fazlalık yaratılması gerektiğini savunmuş, Türk ekonomisinin küçük tasarruflarla büyük sıçramalar yapacak yatırım hamleleri gerçekleştirmesi gerektiğini defalarca yazmıştık.

Keza atıl KİT'lerin tevsii ve modernleştirme yatırımları yapılmalı bu yolla ek istihdam ve üretim kapasitesi yaratılmalıdır. Birçok KİT çok küçük paralarla atıl vaziyetten çalışabilir vaziyete getirilebilir. Bizce liberal şartlanmışlık ve özelleştirme paranoyası Atatürk zamanından beri yapılagelmiş yatırımlarla ayakta duran KİT'leri devre dışı bırakarak üretim ve istihdam faktörlerinde gerilemeye sebep olmuştur. AKP iktidarı IMF'nin dayatmalarına boyun eğmeden bir yolunu bularak özelleştirme kapsamına alınmış bütün KİT'leri yeniden değerlendirmeli, bunları önce çalışır duruma sokmalı sonra satmaya (özelleştirmeye) teşebbüs etmelidir. Yani şuan özelleştirmede tutulan yol yanlıştır ve Türkiye şartlarına uygun değildir. Stratejideki "Umumiyetle hedefe giden en kestirme yol en dolaşık yoldur" prensibi Türk ekonomisinin özelleştirilmesi projesinde de geçerlidir. Bizce KİT'lerin özelleştirmesindeki parola şu olmalıdır; önce çalıştır (rantabl ve prodüktiv) sonra özelleştir.

Türkiye ekonomisi içinde bütçe giderlerinin GSMH oranının kriz dönemlerinde arttığı görülmektedir. Nitekim 1996'dan beri Türkiye ekonomisinin performansına bakıldığında şu durumla karşılaşıyoruz;

1996 % 25,9 - 1997 %26,7 - 1998 %28,4 - 1999 %34,1 - 2000 %36,1 - 2001 % 44,2 - 2002 %40,2 - 2003 % 37,3 - 2004 % 33,6 (tahmini) 2005 % 32,3 (plânlanan).

Yani devlet harcamaları kriz dönemlerinde artmakta normal dönemlerde bütçe içindeki payı azalmaktadır. Devlet harcamalarını kısmak suretiyle Matrich kriterlerine uymak kamu açıklarını azaltmak iyidir. Fakat faizin ekonomi üzerindeki baskısını bir tarafa bırakıp geniş halk kesimlerini fedakârlığa zorlamak ve bu politikalarda ısrar etmek yanlıştır. Nitekim 2005 yılı bütçe gelirlerini 118,950 katrilyon olarak ön görürken faiz dışı giderlerin 99 katrilyonda kalması 20 katrilyon kadar kaynağın halktan alınıp rantiyer sınıfa verileceği kağıt üzerinde bütçeyi 155,4 katrilyon olarak hesaplayıp 118,950 katrilyonun üzerindeki rakkam olan 36,4 katrilyonun borç olarak devrettirileceği görülmektedir. Yani faiz giderlerinin bütçe üzerindeki baskısını hafifletmek için faiz dışı fazla siyasetinin yanında negatif faiz veya dünya piyasaları tarafından kabul görmüş bir faiz (%1 - %2 gibi düşük endeksli) haddinin benimsenmesi rantiyer sınıfın bunu kabul etmeye zorlanması gereklidir.

2005 yılı bütçesinde önemli bir ayrıntı da şudur; Vergi gelirleri yaklaşık 119 katrilyon öngörülmüş bunun 30 katrilyonu gelir ve kurumlar vergisi, yaklaşık 57 katrilyonu KDV + Özel Tüketim Vergisidir. Damga vergisi, harçlar, özel iletişim vergisi gibi diğer dolaylı vergilerin miktarı ise 13,200 katrilyon civarındadır. İthalat vergileri + ithalde alınan KDV miktarı ise 20,3 katrilyon öngörülmüş böylece Türk ekonomisi dolaylı vergi cenneti haline gelmiştir. Dolaylı vergilerin bu şekilde artması faiz dışı fazla kompleksiyle birlikte düşünüldüğünde gelir ve servet dağılımını ağır şekilde bozmaya devam edileceğini göstermektedir.

Kamunun az para harcayıp çok para toplamasını esas alan sıkı para ve maliye politikaları düşük döviz kuru nedeniyle ülkeye giren döviz miktarının çıkandan fazla olması (İthalat patlamasıyla birlikte) ilave edildiğinde halkta iş yapmama ve fakirleşme duygusunu derinleştirecektir. Bu nedenle ihracaatı artıracak teşvik ve yatırımlara hız verilmesi döviz kurlarının yükseltilmesi gereklidir. Dolar kurunun 2,2 milyon lira civarında olması gerekirken IMF'nin askısı ile halen 1,5 milyon liranın altında seyretmesi cari dengeyi bozmaya ithalat patlaması yapmaya devam etmektedir. 2005 yılında Çin'in DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü)ne üye olması dışarıda Türkiye'ye ciddi bir rakip getirecek, tekstil ürünleri ihracaatında da zorlanmalar başlayacaktır. Keza Amerikan Merkez Bankası'nın stabilizasyon için hem iç hem dış piyasalardan borçlanmaya devam etmesi, Uzakdoğu ülkelerinin elde ettiği dövizi Amerikan hazine bonolarına yatırması Türkiye'nin dış piyasalardan borçlanma kapasitesini zayıflatmakta en ucuz krediyi IMF'den başka bir yerden bulamamaktadır. Bu durum IMF politikalarına esareti doğurmakta Türkiye'nin serbest karar alma ve doğru olan politikaları uygulama alternatiflerini engellemektedir. Dolayısıyla bir an önce halkın çalışkanlık gücünden istifade ederek, yeni çalışma metodları bularak bir ihracat seferberliği başlatılmalı, Türk ekonomisinin dövize karşı aşırı hassasiyeti bertaraf edilmelidir.

2004 yılı bütçe döneminde Türkiye ekonomisi inanılmaz bir başarı ve büyüme göstermiştir. Bu büyümede ithalat vergilerindeki artış önemli rol oynamaktadır. Bu artış esasen sanal bir başarı olup Türkiye'nin üretim ve istihdam kapasitesindeki artıştan kaynaklanmamakta, ülkenin üretim alt yapısına bir katkı sağlamamaktadır.

Bütün bunlara rağmen devletin Hazine Müsteşarlığına ayırdığı bütçenin 74 katrilyondan 61 katrilyona düşürmesi (yani rantiyer sınıfa ödenecek anapara ve faizlerin kısılması) önemli bir başarıdır. Bayındırlık, Sağlık, İmar ve İskan, Tarım ve Köy İşleri Bakanlıklarının bütçelerinin enflasyon deflatörünün çok çok üstünde artırılması TÜBİTAK'a ve ARGE'ye ayrılan fonların yaklaşık %500 artırılması önemli bir başarıdır. 2005 yılı bütçe hedeflerinin tutturulmasına paralel olarak çürümeye terk edilmiş KİT'lerin yeniden faaliyete geçirilmesi hedeflendiği takdirde çok küçük ilgi ve paralarla istihdam kapasitesindeki artışta ciddi sıçramalar başarılacak. Türk halkı ve devlet rahat bir nefes alacaktır.

Özellikle Tarım Bakanlığının bütçesinin % 403 oranında artırılması Türkiye'nin gıda güvenliği ve kendine yeterliliği açısından önemli bir başarı olacaktır.

Ülkemizin etrafının önümüzdeki dönemde ateş çemberi haline gelmesi heran mümkündür. İsrail-İran arasındaki nükleer santral krizi, Irak'taki kaos heran beklenmedik gelişmelere neden olabilir. Bu nedenle savunma harcamalarında beklenmedik sıçramalar heran olabilir. Bu nedenle savunmaya ayrılan payın korunması isabetli olmuştur.

2005 yılı bütçesinin milletimize hayırlar ve uğurlar getirmesini temenni ediyoruz.