Teslimiyetçilik, sefilce bir bağımlılığı, zavallıca bir çürümeyi ve hazin bir şekilde ölüp gitmeyi sonuç verir. Özgüveni olmayıp  bağımlılığı tek yaşama yolu seçenler, teslimiyetçiliği gerekçelendirilmiş ve benimsenmiş bir yaşama tarzı hâline getirirler. Özellikle uluslararası ilişkilerde ülkemizin Amerika, Avrupa Birliği ya da başka ülke ve kurumlarla olan ilişkileri konuşulurken, emperyalizme teslimiyeti yegane yaşama alanı olarak görenlerin söylediği sözler genellikle şöyledir:
“Bu kadar borcumuzla, bu kadar ticari ilişkilerimizle, şu kadar teknolojik bağımlılığımızla kafa mı tutabiliriz? Adamlar ne derse yapmak zorundayız, yoksa mahvoluruz.”
Burada açıkça görülen, Türk milletine zihinsel ve duygusal kodlarıyla, asaletiyle, tarihiyle, kültürüyle, birikimiyle hiç uyuşmayan bir anlayışın dayatılmış ve zamanla benimsetilerek yerleştirilmiş olmasıdır. Uygulanan zihinsel emperyalizm projeleriyle, şeytanca düşünülmüş propaganda çalışmalarıyla, ustaca kurgulanmış psikolojik harekatlarla Türk milletinin genel olarak zihinsel işleyiş sistemi bozulmuş, ters yüz edilmiştir. 
Türk milletinin önemli bir kısmının bilinç altına, tek taraflı bağımlılık ve teslimiyet ruhu maalesef iyice yerleştirilmiş. O durumda ki insanlarla konuşamaz hâle gelmişiz. Amerikan emperyalizminin, Avrupa emperyalizminin ülkemiz ve milletimiz üzerindeki sinsi ve şeytanî plan, proje ve uygulamalarını sebep ve sonuçlarıyla birlikte konuşmaya başladığımızda pek çok kişiden aldığımız teslimiyetçi tavrın kaçınılmazlığı tepkisi, neredeyse biribirine tıpatıp uyuyor. 
İnsanımız, millî ruhunu, Türklük şuurunu, Türk’e özgü özgüven hazinesini kaybettiği için ufku daralmış, kabuğuna çekilmiş, büyük düşünemez hâle gelmiş. Belirleyici olmak, oyun kurmak, kural koymak, yol açmak, özgün millî proje üretmek, dünyaya nizam vermek gibi evrensel planda büyük davalar peşinde koşamaz hâle getirilmiş. Âdeta yıllarca planlı olarak devam eden zihinsel emperyalizm politikalarıyla insanımız öz benliğinden uzaklaştırılarak, bireyselleştirilmiş, bencilleştirilmiş, geleceği hayal eden büyük dava adamı olmayı çoktan unutmuş, sadece içinde bulunduğu anı düşünen kısır bir bakış açısına ve ufuksuzluğa mahkum edilmiştir. 
Türk insanı tarih boyunca bu coğrafyada öncü rolü oynayarak, oyun kurucu olarak büyük işler yapmış bir millettir. Haçlı seferlerinden beri Batı emperyalizminin bu coğrafyadaki en büyük engeli Türk milleti olmuştur. Bütün İslam dünyasının önünde haçlılara karşı bir set olarak duran Türk milleti, önce Allah’a, sonra kendine olan sonsuz güveni sayesinde emperyalizme geçit vermemiştir. Batı dünyasına bu coğrafyanın yer altı ve yer üstü zenginliklerini uzun yıllar yağmalattırmamıştır. Manevi ve kültürel anlamda da bu coğrafyada Hristiyanlığın yayılmasına izin vermediği gibi İslam’ı Avrupa içlerine ve hatta uçlarına kadar yayan da yine Türk milleti olmuştur. 
Böylesine tarihsel bir işleve, bir büyük görev, sorumluluk ve işe sahip olan bu büyük Türk milletinin bugünkü evlatlarına uyuşukluk, teslimiyetçilik, ufuksuzluk, kısırlık, edilgenlik, kendinden vazgeçmişlik, kimliğinden ve kişiliğinden hızla uzaklaşma yakışmıyor. Kendi evlatlarını misyonerlere karşı koruyamayan bir millet, bütün ekonomik değerlerini emperyalizme kaptıran bir millet, idaresini, siyasetini, eğitimini, kültürünü başkasının iradesine teslim eden bir millet, sürekli savunmada olan bir millet, geleceğe dair kendi millî projeleri olmayan bir millet, atalarının ruhuna ihanet ediyor demektir. 
Batı emperyalizmine tek taraflı bağımlılıktan başka hayat alanı seçenekleri üretemeyen bir millet de zaten yaşayamaz. Milletler, tarih boyunca kendilerinin açıp belirledikleri, aydınlattıkları ve yönlendirdikleri yollarla yolculuklarına devam edebilmişlerdir. Başkalarının açtığı yollarda yürüyen milletler, çıkmaz yollara sürüklenmiş, karanlıklara, bilinmezliklere, uçurumlara yuvarlanmışlardır. 
Başkasının yolunda yürünmez. Türk milleti, millet olarak tarihe karşı direnişini sürdürmek istiyorsa, kendi millî yolunu açacak, kendi yolunda kendi kılavuzuyla, kendi yolunda kendi feneriyle yürüyecektir. Gavurun yoluna giren, gavurun kılavuzluğunda yol ve yön arayan bir Türk milletinin geleceği yoktur. 
Millî doğruluşun ilk adımı zihinlerimizin Batı emperyalizmine olan kör inançlarından, hastalıklı bir tutkuyla sefilleşen bağımlılıklarından kurtulmasıdır. Tek taraflı teslimiyet çıkmazında debelenip durmayalım. Emperyalist Batının bütün bukağılarından kurtularak kendi özgür semamızda kendi yolumuzu kendimiz bulalım. Ekonomiden, eğitime, kültürden teknolojiye kadar hayatın her alanında kendimize ait özgün, millî yapılarımızı inşa edemezsek millî doğruluş iddiasında bulunamayız.