İngilizci ve Avrupa Birlikçi arkadaşların, II. Meşrutiyet, Mütareke, Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemlerinde uzun yıllar hem İngiltere’de yaşamış ve oralarda değişik görevlerde bulunmuş hem de Türkiye’de aynı şekilde önemli görevleri olmuş bir Türk münevveri olan Halil Halid’in “İngiliz Emperyalistlerinin Türk Husumeti” adlı yazısını okumalarını tavsiye ederim. Halil Halid’in bize dair İngiliz emperyalizmi ile ilgili bu yazısından bazı bölümler alalım:
“Avrupalılar şunu da unutmasınlar ki Şarklılar (Doğulu milletler) dahi aynen kendileri gibi hürriyetlerine ve istiklallerine (bağımsızlıklarına) düşkündürler ve “iyi idare” veyahut
“medenîleştirme vazifesi” iddiası ile ecnebî (yabancı, batılı, emperyalist) bir devletin kendilerine amirlik taslamasından en kalbî hissiyatları (en içten duyguları) ile nefret ederler.” (s.211)
“Şark (Doğu) milletleri zaman geçtikçe insan zekâsının mahsulü her türlü vasıtayı kullanmaya başlayacak ve bu suretle de hürriyet ve istiklalleri yolunda karşılarına çıkan her maniayı (engeli) aşmak için çabalayacaklardır.
Bazı Avrupa güçlerinin, Doğu memleketlerinin çoğunluğu üzerinde icra eyledikleri askerî fetihlerin "siyasî eşkıyalık" ola rak tavsif edilmesi (nitelendirilmesi) pek uygun düşer. Yukarıdan dayatılan bu hâkimiyet için yapılan her türlü izahat, (açıklamalar) hadiseleri (olayları) pek de ince den inceye araştırmayan Avrupa efkâr-ı umûmiyyesi (kamuoyu) için zahi ren (görünüşte) ne kadar hoş ve mantıklı görünse de hakikatte iş tam tersi olup, öne sürülen bu mazeretlerin hepsi de külliyen (tamamen) akla mu gayirdir (aykırıdır). 
Avrupalı emperyalistler Şark'ta yeni yeni araziler ka zanmak için aşk ve şevkle çalışıyorlar. Emperyalist devletlerin her biri Şark'ta zaptettikleri dominyonlarında veya ele geçir dikleri memleketlerde kendi ticari menfaatlerinin ağır basma sını temin maksadıyla yeni yeni pazarlar bulmayı arzu eder ve başka halklara ait lakin kendilerinin stratejik olarak ehemmi yetli gördükleri yerleri ele geçirmek için kendi aralarında kıran kırana yarışır ki bir diğerinin oraya girmesine mani olabilsin. Ve umumiyetle (genellikle) de her adi eşkıya gibi ganimetleri pay etmede ihtilafa (anlaşmazlığa) düşüp birbirlerinin boğazına sarılırlar, istikbalde (gelecekte) dahi iş bu merkezde olacak ve bu suretle de kendi aralarında çılgın ca bir silahlanma yarışı sürüp gidecektir. 
Eğer Şark'ta bu medenî soygundan en fazla zarar gören bir millet aranır ise bu millet Türk milletidir. Aynı şekilde Türki ye'yi en fazla mutazarrır (Türkiye’ye en fazla zarar veren) ve kana boyayan yayılmacı siyaseti tut muş bir Avrupa devleti var ise o dahi İngiltere'den başkası de ğildir.” (s.211-212)
“Harbin [Birinci Dünya Harbi] başlamasıyla birlikte Türkiye'yi İttifak Devletleri arasında görmek İngiltere'de pek büyük bir hiddete sebep oldu. En tepedeki nazırdan (bakandan) Fleet Street'teki en düşük siyaset yazarına kadar her nüfuz sahibi, pek tehditkâr bir surette beyan ettiler ki Türkiye'yi kâmilen (tamamen) ortadan kaldırmak için evvelden beri arzulandığı hâlde devamlı tehir edilen plan, artık tatbik (uygulama) sahasına konulacaktır. 
Fakat Türkiye'nin İttifak Devletleri arasında yer almasını sadece Alman Kayzerizminin entrikalarına bağlamamak lazım. Eğer harpten önce ki senelerde İngiliz hükûmeti kendi çocuklarına biraz olsun muhabbet hissi ile yaklaşmış olsaydı, İttihad ve Terakki Fırkası'nın biçare liderlerinden hiçbirisi Türkiye'yi bu mücadeleye sürüklemek arzusu gütmezdi. Türklere hiç de muhabbetkârane olmayan bir surette muamele ederek, çok şey isteyip muka bilinde (karşılığında) hemen hemen hiçbir şey vermeyerek ve Türkiye'nin gözünü korkutmak için onu İttihad-ı İslâm, Turancılık ve sair şeytanî tertipler içinde (yani bunları şeytanî tertiplermiş gibi) gösteren matbuat (basın) eliyle aleyhinde kampanyalar tertip ederek Türk karşıtı İngiliz emperyal fatihleri, Türkiye'nin karşı tarafa doğru sürüklenmesini temin etmişler dir. 
Seneler evvel Hicaz demiryolunun ikmali bir Alman firması tarafından yapılmak istendiğinde, Osmanlı hükûmeti İngiltere ile olan münasebetini düzeltebilmek için önceliği İngiltere'ye verdiği hâlde, İngiliz hükûmeti bu isteği dahi geri çevirmişti. Hicaz demiryolu ümmetin ianesi (yardımı) ile ikmal edilmeye (tamamlanmaya) başlandığı vakit, İngilizlerin emperyalist gazeteleri İngiliz hâkimiyetindeki Müslümanların bu hayırlı teşebbüse yardımına mani olmak için teşebbüsün samimiyetine gölge düşürmeye çalıştılar. 
Kanun-i Esasî'nin tesis edilmesinden (1908’de II. Meşrutiyet’le birlikte Anayasanın yeniden yürürlüğe girmesinden) sonra bile Türkiye'ye karşı kötü muameleye devam ettiler. Yeni nizamın (düzenin) rical-i devleti, (devlet adamları) İngiltere'den faal bir destek göremediği gibi bilakis engellemeyle karşılaştı. İdarî ıslahatlar ve umur-ına fıaya (kamu işlerine) müteallik terakkileri temin etmek için Fransa'ya borç talebi ile müracaat etkileri vakit, İngilizler buna gizliden gizliye mani oldu. Şark Meselesi ile alakadar olarak bütün İngiliz devlet adamları hep aynı tarzda hareket ederek, Şarklıların hürriyet ve istiklalinin bir numaralı düşmanı olan Rus Çarlığı'nın bu meseledeki her talebine hep hüsn-i rıza gösterdiler. 
Ezcümle, bu İngiliz işgalcilerin her ne niyet ile ha reket ettiklerinin bütün alametleri, hadiseleri inceden inceye tetkik eden Şarklılar tarafından görülebilmektedir. Daha savaşın başındaydı ki Hindistan'daki İngiliz resmî memurları, kahraman bir eda ve pek aşk u şevk ile beyan ettiler ki Hindistan hükûmeti, İngiliz hâkimiyetini sadece Mezopotamya'da değil Batı Asya'nın her tarafında tesis için uzunca zamandan beri kendini hazırlıyor.
İngiliz emperyalizminin, İslam dünyasındaki tek hakiki müstakil (bağımsız) devlet olan Türkiye'yi kâmilen (tamamen) ortadan kaldırma planları nisbeten daha yeni olsa da, Devlet-i Aliyye'nin (Osmanlı Devleti’nin) merkezden uzak vilayetlerini ana gövdeden ayırma emeli tâ Kırım Harbi'ne [1852-1856] kadar dayanır. Yarım asırdan fazla olu yor; Karl Marx Londra'dan bir New York gazetesine gönderdiği yazısında, fikr-i serbesti (özgürlük) taraftarı olan Lord Palmerston gibi bir devlet adamının dahi memâlik-i Osmaniye'nin (Osmanlı memleketlerinin) tasfiyesi vakti geldiğinde, Mısır'ın İngiliz hissesine düşmesi icap ettiğini söylemesini tenkit ediyor ve bu suretle küçük kavimleri boyunduruğu altına almaya pek hevesli olan Rusya ve Avusturya gibi mutlakıyetle idare olunan devletlere, İngiltere'nin, Şark yağması hususunda teşvik edici bir misal teşkil etmesini (örnek oluşturmasını) arzu etmiyordu.” (s.213-214)
Türklerin hâkimiyeti dahi İngiliz matbuatında (basınında) mütemadi yen (sürekli) taarruzlara duçar edildi (saldırılara maruz kaldı). Hele hele sermayedar (kapitalist) gazeteler pek daha azgın bir surette bu işi vazife edindiler. Bit tabi inandıkları insaniyet (hümanizm), Nasrâniyet (Hristiyanlık) ve Avrupa medeniyeti namına her ne değerler var ise bunların bütününü inkar eder bir hâl kesbettiler (bir duruma düştüler). 
Sadece Türkler değil, Devlet-i Aliyye'deki (Osmanlı Devleti’ne bağlı) sair (diğer) Müslüman unsurlar dahi "mutaassıp ve vahşi" diye hakâretâmîz (aşağılayıcı) bir surette tavsif edildi (nitelendirildi). Gerçi İngiliz emperyalizminin bugün takip etmekte olduğu en son siyaset, artık bu Türklerin dışındaki diğer Müslüman unsurları bile "Türk zulmü"nün mağdurları olarak tasvir etmeye başlamıştır. 
Ve özellikle İngil tere ruhban mahfillerinin (din adamları sınıfı) pek yüksek adamlarının dahi işgalci siyasetçiler ve kapitalist matbuat eliyle başlatılan kampanyalara iştiraki tehalükle vuku buldu (istekli, hevesli bir şekilde gerçekleşti). Balkan komitaları gibi, İngiliz-Ermeni Komitesi gibi Türkiye'yi taciz etme maksadına matuf cemiyetler teessüs edildi (yönelik dernekler kuruldu).
Bir Şark darb-ı meseli (Doğu atasözü) vardır, "Kavgada yumruk sayılmaz" derler. Binaenaleyh harp esnasında vuku bulan (meydana gelen) tahrikleri hesaba katmaya lüzum yok. Lakin uzunca zamandır birbirinin boğazını kesmekle meşgul olan bu milletlerin, mütarekenin [Mondros Mütarekesi] imzalanması ile birlikte müstakbel münasebetlerine bundan böyle dostane hissiyat (duygular) istikamet (yön) verir diye ümit eder iken, şunu gördük ki Türklere karşı kötü muamele gösterme kadîm (eski) alışkanlığı ve garazkâr hisler İngiltere'de mevcudiyetini hâlâ muhafaza ediyor. 
Hatta ruhban sınıfından iki zat, Ortaçağ hurafelerinin iki müessir mümessili (etkili temsilcisi) evvelki gün Londra'nın Times nâm (adındaki) ceridesinin (gazetesinin) sütunlarından ve mağ dur Süryanilerin ıstırabını hafifletmek için yapılan bir yardım toplantısından seslenerek, Türklere hakaretâmîz (aşağılayıcı) bir surette hücum ediyordu. Bu beyefendilere göre Türkler pek hunhar (kan içici) bir şekilde masum Ermeni ve Süryanileri katliam ederek onla rın köklerini kazımış. 
Türkler tarafından soyu kurutulan Ermenilerin lehine olarak, milyonlarca Türkün yaşadığı, Devleti Aliyye'nin mühimce bir arazisi üzerinde, ta Karadeniz'den Akdeniz'e uzanan bir Ermeni krallığının muzaffer İngiliz işgalcileri tarafından inşası projesinin, son yirmi beş senedir bu emperyal kuvvetin neşriyat (yayın) vasıtaları aracılığıyla yapılan propagandaya inananlarca görülebilmesi mümkün değildir.” (s.214-215)
“Bilhassa Türkler için takip edilen yeni oluşumların mes nedi (dayanağı) intikamdan ibarettir. "Artık Türkler bizim kudret ve nüfuzumuz altındadır." İntikam hissinin bu sarih (açık) beyanı Lord Robert Cecil tarafından Hariciye Nezareti (Dışişleri Bakanlığı) müsteşarlığını de ruhte ederken (yaparken) söylenmiştir. Artık zahir (açık) oldu ki İngilizler Türklere karşı muamelelerinde mümkün mertebe sert ve ka ba olmayı tercih etmişler. 
Asıl garip olanı, bu kabil şövenist bir adamın Cemiyet-i Akvam (Birleşmiş Milletler) gibi bir projenin hayata geçiril mesi müzakerelerinde yetkili bir mevkie getirilmiş olmasıdır. Daha mütarekenin imzalanmasının üzerinden çok geçmemişti ki Lord George irad ettiği bir nutukta (bir söylevinde) Türkleri "harp ettiğimiz hasımlarımızın arasında hürmete şayan olmaklıkta (saygıya değer olma konusunda) en az liya kat kesbetmiş (en az layık) olanı" şeklinde tavsif etti (nitelendirdi). 
Pek gariptir, hiç de merdane (erkekçe) olmayan bu beyan, bizzat öyle bir millete karşı ya pıldı ki onun mukavim kuvvetleri İngiltere'yi pek azîm (büyük) kay nakları tüketmeye, deniz kuvvetlerinin mühim bir kısmını ve iki buçuk milyon neferini (askerini) Şark'ın muharebe (savaş) sahasına sürmeye mecbur bırakmıştır.” (s.215-216)
“İşgalci İngiliz siyaseti iddia ediyor ki yaptıkları şey iyi idarenin nimetlerini, terakki edememiş (gelişememiş) Şarklıların istifadesine sunmak tan ibarettir. Lakin bu idareye baş eğmek mecburiyetinde kalan lara göre ise hakikatte bu idare, sadece onları başlarındaki emperyal ve kapitalist fatihler tarafından sömürülmeye götüren bir sâikten (sebepten) ibarettir. Hatta öyle bir maniadır (engeldir) ki kendi millî hudutla rı (sınırları) içinde terakki etmelerine (gelişmelerine) engel oluyor. 
Zira millî terakkiyatın kontrol altında tutulması emperyalizmin takip ettiği en mühim siyasetlerden biridir. Zira bu suretle emperyalizmin pek muktedir organları, daha ikna edici bir surette ortaya koyabilmektedir ki hâlihazırda kendi hâkimiyetleri altında bulunan halklar, müs takil bir mevcudiyete (bağımsız bir varlığa) ve millî ve meşrutî (demokratik) bir idareye şu an için hazır değildirler. 
Yalnız şöyle bir vaziyet var ki emperyalistlerin bu sözde "iyi idare"si Şark"in hiçbir tarafında kendi liyakati na mına ayakta duramıyor, dayanakları ateş ve kılıçtan ibarettir. Bu emperyal kuvvetler, işgal ettikleri topraklardaki halkları kamilen silahsızlandırıyorlarken, kendileri yeni yeni garnizonlar inşa edip askerlerini oralara yığıyor ve harp gemilerine o memleket lerin sahillerine demir attırıyorlar.
Emperyalist idareciler işgal ettikleri memleketlerin merkezî yerlerinde yaşamakta olan, ancak halkın umumu ile aralarında ne ırk ne din açısından bir rabıtası bulunan, bazı ufak unsurla rı cesaretlendirirler. Bu gözdeler kendilerinin "memnuniyetsizlik vesilesi" (divide et impem/böl ve yönet) olarak kullanılmala rına müsaade ederler ve bu suretle de bu işgalciler halkın arzu su hilafına (isteğine zıt olarak) lakin bu kabil münafıklar tarafından desteklenen bazı tedbirlere müracaat ederler. 
Her hangi bir ihtilaf vuku bulduğunda (bir ayrılık ortaya çıktığında) Avrupa matbuatında (basınında) efkar-ı umumiyenin (kamuoyunun) mümessili (temsilcisi) olarak işitilen seda (ses) bu dalkavukların sesidir. Millî liderler ise "ekstremist (aşırı)" olarak tavsif edilirler ve bu insanlar arasından biraz fevrî ve basiretsiz davrananlar ise bundan böyle "anarşist" olarak adlandırılırlar. Sözde "Cinaî Tahkikat Dairesi (cinayetle alakalı araştırma dairesi)”nin hafiyeleri (casusları), her yerde hâzır ve nazırdırlar ve birazcık ol sun tebarüz etmiş (öne çıkmış) herkes, bu suretle tarassut (gözlem) altındadır. Hasılı, ele geçirilmiş bu Şark memleketinde bir nevi sürekli bir örfî idare bu suretle tesis edilmiş olur.” (s.228-229)