Türk şiiri Tanzimat’tan itibaren kendi doğal yatağını armaya devam ediyor. Dönem dönem bu yatağı bulmuş, zaman zaman da asıl yatağından çıkarak sapa yollara dalmış ve kaybolup gitmiştir. Tanzimat’la birlikte gelen batılılaşma, Türk şiirinin mecrasını elbette değiştirdi. Her şeyden önce şiir, bir ortam ve millî hava ürünüdür. Bu da millî bilincin, millî ahengin kuvvetle yaşatıldığı ortamlarda ürer. 
Batılılaşma, Türk milletinin kendi özgün ve özel Türk-İslam kültür atmosferini, kendi yerli, millî ve İslamî havasını zehirlediği için zaman zaman şairlerimiz, genizlerine dolan bu zehirle öksürmeye, aksırmaya hatta höykürmeye başlamışlardır. Ancak kendi tabii havasının dairesinden çıkmamış olan büyük Müslüman Türk şairleri gürül gürül akan sesleriyle güçlü şiirler vermeye devam ettiler. 
Sahih geleneği, emin gelecekte yaşatma iddiasını taşıyan iyi niyetli şairler, geleneksel Türk-İslam kültür ve edebiyatıyla organik bağlarını koparmadıkları sürece, büyük şiirler vermeye devam edeceklerdir. 
Yalnız sahih Türk-İslam kök geleneğine inanmayan, benimsemeyen, tamamen moda olsun diye gelenekle bağ kurmayan bazı şarlatan müteşairler var, onların bu piyasa ve tribün merakı gelenekle sağlıklı ilişki kurma damarını zaman zaman tıkayabilmektedir. 
Eskimeyen eski Türk edebiyatının hep yeni kalacak gelecek içinde hayatiyetinin devamı, ancak sağlam bir İslam imanı ve Türk milliyeti şuuruna bağlıdır. Tam Müslüman ve tam Türk olmak, Türk şairinin beslenebileceği en sağlıklı zemindir. Zemin kayması olursa, oradan sağlıklı değil hastalıklı sayıklamalar doğar.
Dünya şiiri deyince bizde Tanzimat’tan beri hep sadece Batı şiiri akla gelir. Sanki dünyada sadece Avrupa ve Amerika varmış, bunların dışında başka milletler ve devletler yokmuş gibi davranılır. Bu, tamamen ezik bir sömürge mantığıdır. Doğrudur, biz maalesef Tanzimat’tan bu yana kendimizi Haçlı Batı dünyasının ezik bir sömürge ülkesi olarak algıladık, öyle gördük. 
Dolayısıyla ne kendi kaynaklarımızdan ne de Batı dışındaki diğer kaynaklardan beslenme gereği duyduk. Halbuki çok zengin bir Ortalık Asya Türkistan edebiyatı, Doğu Türkistan edebiyatı, Fars edebiyatı, Arap, Hind, Çin, Japon edebiyatı, Afrika edebiyatı var. Bunlara hiç bakmadık. Bu dünyaların birikimlerinden istifade etmeyi düşünmedik. 
Ayrıca ezik bir sömürge ruhuyla hareket edilince sadece Batı edebiyatından etkilenmemiz gereği üzerinde durduk, ama bizim onları etkilememiz gereğini aklımıza bile getirmedik. Özgüveni yüksek bir Türklük şuurunu kaybedeli beri hep etkilenen, belirlenen, güdülen, sürüklenen bir sürü konumunda kaldık. Artık bundan sonraki aşamada dünya edebiyatının bizden etkileneceği bir edebiyat yapmamız lazım, eskiden olduğu gibi.