Doğu'dan Batı'ya doğru ilerleyişin en önemli olgusu nedir biliyor musunuz.. Batı'ya gittikçe ışığı yakalarsınız. Batı'ya gittikçe dünya size hep aydınlık gelir. Batı'ya gittikçe zaman sanki tersine döner gibidir.

Peki Doğu hep karanlık taraf mı, geçmişi mi ifade ediyor! Evet Doğu geçmiş, Doğu geçmişimiz ama asla karanlık değil. Aksine güneş Doğu'dan yükselir. Işığı ilk gören taraftır ama uykulu gözlerinize doğan sabah güneşini düşünün.. Biraz öyledir Doğu'nun güneşi. Gözünüzü alır, irrite eder, aydınlığa alışmak zaman ister çünkü, üşenir karanlığa dönmek istersiniz. Oysa ki Batı şanslıdır. Aydınlığın yakıcı ilk tecrübesi test edilmiştir ve güneş edinilmiş tecrübe ile Batı'ya doğru ilerledikçe yumuşar, bir anlam ifade etmeye başlar, sıcaklığı ve aydınlığı ile yürekleri yumuşatır. Yani asıl olay güneşe nasıl baktığımızdır, aydınlığa alışmaktır. Gözümüzü acıtan çiğ güneş, zaman biraz ilerleyince olgunlaşmış, bedenimizi ısıtan tatlı bir güneşe dönüşüyorsa, ilk bakışta bizi irrite eden fikirler de zaman içerisinde olgunlaşıp kabul görerek artık yaşamımızın vazgeçilmez alışkanlıklarına dönüşebilir. Bakış açısı ile değişebilecek, yorumlara açık bir vaziyet bu. Biraz da önyargıyı asıl yargı yerine koymadan önce zamana fırsat tanımakla alakalı bir durum. Doğu'nun güçlü insanı göğsünde yumuşattığı zalim güneşi soft bir şekilde paslamasaydı Batı'ya, Batı'nın böğründe patlamazmıydı o yakıcı güneş. Peki Batı, Doğu'da olsaydı, Doğu kadar mukavvemet gösterebilir miydi! Bu bakış açısı ile; Batı'nın medeniyetini yücelten, Doğu'nun cesareti ve mukavvemetidir demek mümkün mü...

Batı'ya gittikçe zaman yavaşlar ve hatta geri sayar dedik ya; Acaba bir saat önce yaşamış olduğumuz bir şeyi Batı'ya gittiğimizde dejavu olarak tekrar aynı saatte yaşamak mümkün mü! Yada yaptığımız bir hatayı henüz gerçekleşmeden engelleyebilmek... Hiç olmamış gibi, tekrar ve tekrar, hayatımızı imlek imlek çözüp tekrar örmek! Ne kadar güzel bir nimet olurdu değil mi...! İstanbul'da saat 16.00 iken Almanya'da 14.00. Yani şu an uçağa binip Almanya'ya gitseniz dejavuya girmiş olursunuz. Türkiye'de bir vazo kırdınız diyelim, Almanya saatine göre o vazo henüz kırılmadı, daha 2 saat var... Hele ki

Amerika'da, 8 saat var o vazonun aynı gün aynı saatte kırılması için. Ne kadar enteresan değil mi! Zaman diye biçtiğimiz olgu ne kadar değişken. Kimsenin zamanı kimseye uymuyor. Enteresan bir biçimde herkes kendi zaman diliminde hayatını tamamlıyor. Peki zaman içerisinde sürekli hareket eden biri zamanı nasıl yakalayacak?

Türkiye'de ikamet ediyordunuz, yarın İngiltere'ye gittiniz zamanı geri aldınız sonra Japonya'ya uçtunuz ve zamanı hızlı bir şekilde ileri sardınız. Peki sorum şu; Hangi zamanda var oldunuz! Yaşınızı ve yaşanmışlıklarınızı belirleyen zaman dilimi hangisi! Peki sürekli batıya doğru uçsak zamanı geri alabilmek mümkün mü! Bugün İstanbul'da kırdığınız bir kalbi 45 dk geriye, Atina'ya uçup kırmayabilir misiniz...

Zaman akıp giden, önüne set çekmediğimiz bir olgu. İnsan oglu hep imkansızı, hep zor olanı hayal eder ve heddfler. Zorla, imkansızla kafa yorarken kolayca yapabileceğimiz şeyleri atlarız hayatta. Kolay olan ufak ufak şeyleri yapmayarak yaşanmaz hale getirdiğimiz hayatımızı, geriye dönüp düzeltmek gibi bir çabaya girmek.. İnsanoğlunun var oluşundan beri sure gelen bir yasam bicimi. Nesfine uyup yasak elmayı yemeseydi şimdi bu Dünya sınavına tabi tutulmayacaktı örneğin. Bir elma uğruna bir ömür bu hatayı düzeltmek için ibadet et.. İşte size insanlığın gerçeği.

İnsanoğlu zaman içerisinde hep bilinmeyeni, hep imkansızı kovalamıştır elindekini göz ardı ederek. Elindekini kazanılmış zanneder, halbuki değerini bilmediğin şeyi kazanmış sayılmazsın. Oysa ki ZAMAN, ZAMAN İÇİNDE.. Ne geçmişe hükmümüz geçiyor, ne geleceğe. Zaman, şu zaman. Zaman dediğin bir an. Hataları zamanda geri gidip düzeltmeyi düşünmek yerine o hatayı hiç yapmamak, kalpleri kırmamak çok daha kolay.

Yalancı mıyım?