"Olsun, canım sağ olsun" diyebilme özgürlüğüne sahip olduğumuz zaman, artık dünya bizim için dönmeye başlayacak.

Kendi yolumuza gidebileceğiz. Hesabımız kendimize olacak, günahı ve sevabı ile. Kimse bizi sorgulayamayacak, kimse yargılayamayacak. İnancımız, zevklerimiz, yaşam tercihlerimiz tamamen bizim elimizde şekillenecek. Yürüdüğümüz yolda, açılan ufuklarda yönümüzü biz belirleyeceğiz, sınırları biz belirleyeceğiz. Hatalarımız mı oldu; "OLSUN, CANIM SAĞOLSUN" diyeceğiz. İstersek ders çıkaracağız, istersek tekrarlayacağız. Hatalarımız ve kazanımlarımızla bu bizim hayatımız olacak. Belki çok güzel bir hayat, belki de değil. Kendi düşen ağlamaz.. Pişman olmayacaksın. Başkalarının dayattığı hayattı yaşayarak, arzu ve hayallerimizi baskılayarak yaşamı tüketip ölmek mi yoksa kendi ufuklarına yelken açan bir kaptan olmak mı.. Tercih senin.

Bu özgürlüğü elde edebilmemizin tek yolu kendimizi prangalardan kurtarmak.. Zihnimizdeki prangalardan. Kendimizi baskıladığımız pek çok durum aslında zaman içerisinde toplumsal baskının içimizde yarattığı hissiyatın kanıksanması ve hayatın olağan akışına uygun kabul görülüp yerleşik kurallar haline dönüşmesi ve kendi öz fikir ve duygularımızı esir alması sonucudur. Yıllarca hiç söz hakkı tanınmayan o ezik duygularımız...

Çocukluğumuzdan itibaren bir kontrol mekanizması içinde yaşarız. İlk kurallar silsilesi aile tarafından oluşturulur. Bunların çoğu başımıza bir iş gelmesin diye konulmuş kurallar olsa da pek çoğu aslında toplumsal baskıların oluşturduğu zorunlu kısıtlamalardır. Kimi yerli, kimi yersiz kurallar... "Laf olmasın, Millet ne der, Ayıp, Günah" gibi sebeplere dayandırılan, yerli yersiz kontrol mekanizmaları!

Koyverin gitsin.. Laf olsun, söz olsun, millet ne derse desin. Ayıbı kimseyi ilgilendirmez, günahını da Allah bilir. Kötü mü oldu; "Olsun, canım sağolsun" deyin, geçin. Hayat sizin hayatınız.

Yalancı mıyım?